Kasım, özellikle de ikinci yarısı, bana hep en karanlık, en karamsar ay gibi gelmiştir.. Aralık noel ve yeniyıl hazırlıklarıyla ışıl ışıl geçer, Ocak ve Şubat'ta genelde kar yağar ve ışıltılı bir beyazlık içinde her şey olduğundan daha aydınlık gözükür, günler yeniden uzamaya başlar, Mart'ta ilk çiğdemler baharı müjdeler, derken işte geçiverdi asık yüzlü kış derim. Ama Kasım; daha kışın başıdır, herşeyin başıdır ve tüm karamsarlığıyla üzerime çöküverir....
Bu Kasım benden Tessi'yi, uzun adıyla Tesadüf'ümüzü götürdü ama ne götürmek. Her şey çok hızlı oldu bitti ve bu nedenle, alışma payı vermediği için, yıktı geçti. 6 senelik yaşamında bir gün bile hastalanmayan tavşancık, bir hafta içinde önce bir enfeksiyon geçirdi, antibiyotiğe cevap vermedi ve enfeksiyon tüm organlara hızla yayılınca, hiçbir umut olmadığını da anlayınca, veteriner onu uyuttu.... Hepsi bir hafta içinde oldu ve ufacık bir candan geriye, hayatımın orta yerinde kocaman bir boşluk kaldı...
Ev hayvanı olmayan bunu pek anlayamaz.. Aileden biri gibi oluyorlar ve "amaaan bir tavşan / kedi / köpek sonuçta, böyle üzülünür mü canım, dua et işte size de bir şey olabilirdi, şükret, ailen sağlıklı" dendiğinde, kırılıyorsun.. O da ailemdi.. Sonra bir de acını yaşamana engel olmak isteyen "iyi niyetliler" var, "haydi toparlan, haydi insan içine çık, yeter artık hayat devam ediyor"cular. Bir şey de denmiyor bu insanlara, aslında tek duymak istediğin "çok üzüldüm, zaman ver kendine.."yken, ne diyeceksin, hı hı de geç.. Ama içten içe de kırıl, ne bileyim, ne kadar anlayışsız, duygusuz, hattâ sevgisiz insanlar var etrafımda diye düşün....
Ben her ölümde, her ayrılışta bir parçamı kaybediyorum; ister insan ister hayvan olsun. Azalıyorum. Issızlaşıyorum. Dünya onsuz, yalnız, soğuk bir yer gibi geliyor bana. Evet belki bu fazla bir tepki ama ne yapabilirim, ben sevdiklerime bağlanmak istiyorum... Benim bağlanmaktan anlayışım da gittiklerinde ya da öldüklerinde, bir süre yas tutmak. Ha evet bazen bu "süre" gerçekten çok uzuyor, bazen acı beni tamamen ele geçiriyor ama ne yapabilirim, ben böyleyim..... Babamın dediği gibi; ben eve aldığım çiçeğe bile bağlanıyorum....
Bunun elbette çocukluğuma dayanan nedenleri var, bunlar üzerinde çalışıyorum ama beni ben yapan yaralar bunlar sonuçta. Açık söyleyeyim, biri gitsin başkası gelsin'ci olmaktan daha iyidir, ben aslında bu huyumla, yani sevdiğimi unutmamamla gurur da duyuyorum.... Çünkü yaşam denen şey aslında sadece şu: sevmek ve hatırlamak.. Gerisi yalan.
Dolayısıyla; evet zor günler geçirdim. Kabuğuma çekildim. Blogları falan okuyamadım kusura bakmayın, yazamadım sizlere. Bu sabah en yakın arkadaşlarımdan biriyle - hani benim bıdı bıdı kendimi ve dert olmayan dertlerimi anlatıp, nasılsın diye sormayı akıl ettiğimde meme kanseri olduğunu söyleyen (!) arkadaşım ile buluştuk. Kahve içtik. Çok iyi çok şükür, tedavisi planlandı ve oldukça olumlu bakıyor önümüzdeki sürece... Onunla olmak bana çok iyi geliyor bu sıra; hem onu neşelendirdiğimi, ona iyi geldiğimi görmek, hem de onun için salondaki artık iyice Oblomov'un Koltuğu'na dönen koltuğumdan kalkıp, dışarıya çıkmak.. Çünkü bana kalsa durumum tam olarak bu:
:)) Tatlı bitirmek istedim.. Şimdi Aralık bu coğrafyada ışıl ışıl, belki içimi de ışıldatır.. Şu kış aylarını eskiden olduğu gibi "sadece bir mevsimdir, güzellikleri de var" gibi algılamayı ne zaman geri kazanacağım sevgili blogcuğum? Tüm bu hastalıklar, ölümler, grilik, üşümek, karanlık ve karamsarlık falan dışında, kışın güzel bir şeylerin de yaşandığını yeniden nasıl göreceğim? Haydi bu kış bir sürü güzellik yapsın da "aslında kış da güzel bir mevsimdir" cümlesini duyun benim ağzımdan..... Hımmm? Olmaz mı? Umut.......
Haydi o zaman top sende sevgili kış mevsimi, hepimize güzellikler yap bu sene...... Amin amin!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder