14 Mart 2022 Pazartesi

Mektup Aşkları - bir aşk sorunsalı

Bir kitap okudum, aşka inancımı kaybettim.. diye yazsam şimdi, gülersiniz. Bir kitapla hiçbir şeye inanmayacağımı ya da inandığım hiçbir şeyden vaz geçemeyeceğimi bilirsiniz çünkü. O kadar kolay değil.. Bir kitap okudum hayatım değişti'ler.. Fakat bu kitap, içimde can çekişmekte olan bir şeyleri, umudu belki, daha da kanattı sanırım. 

Şöyle açıklayayım.

Ben başkasına yazılmış mektupları asla okumazdım. 41 yaşıma dek de okumadım. İki kişinin arasındaki mahremi üçüncü kişinin görmesi aklımı karıştırır, içimi sıkar. Tomris ve Turgut Uyar'ın oğulları yaşadığım duyguyu tam olarak anlatmış burada. Fakat 41 yaşımdan sonra tutup, ikisi de hediye olduğu için, iki mektup kitabı okumuşluğum oldu. Biri Cemâl Süreya'nın eşi Zuhal Hanım'a yazdığı Onüç Günün Mektupları, diğeri Orhan Veli'nin aşık olduğu Nahit Hanım'a yazdığı Yalnız Seni Arıyorum. Açık söyleyeyim, okurken sıkıntı çektim. Hem özeline girdiğim için, hem de aslında şairi "insan" olarak gösterdiği için.. Benim için yazar ve şairlerin yeri insandan bir tık üsttedir çünkü. Kişilikleri de, özel hayatları da pek ilgimi çekmez, sanatlarının önüne asla geçirmem. Neyse olan oldu, doğrusu kitabı hediye eden kişiye sevgimden, okumuş bulundum (insan sevdiği için çiğ tavuk durumları..) Fakat bir daha yapmayayım bu işi diye de karar verdim. Sonra, Ekmekçi Kız bana Leylâ Erbil'in "Mektup Aşkları" kitabını hediye etti...... Başımı yakan hep bu arkadaşlar :)

Leylâ..

Şaka tabii. Aslında bir önceki gün elim rafta tam üzerine gitmiş ama hemen bir sola çekip "Tuhaf Bir Kadın"ı almıştım onun yerine ama demek ki bazı kitapların size "geleceği varmış".. Daha o gün uçakta okumaya başladım ve ilk 30 sayfada aslında fikir olarak çok hoşuma gitti çünkü kitap "Jale" isminde bir kadına, 4-5 erkek ve 2 kadın tarafından yazılan "hayalî" mektuplardan oluşuyor ve biz bu mektuplarda yazılanlar üzerinden, kendi kafamıza göre hem yazanların, hem de Jale'nin kimliğini oluşturuyor, kişilerin üzerinden dönemin sağ-sol kavgasına, değer ve alışkanlıklarına değin hisler ediniyoruz. Fikir muhteşem geldi bana, hem kimsenin özelini de okumuyordum. Oh ne âlâ. 

Fakat 35. sayfa civarı bir yerde, birden, tek bir cümlede, Leylâ Hanım'ın aslında "çaktırmadan" ne yaptığını gayet iyi "anlayıverdim". Nefesimi tutup kitabı kapattım o an. Çünkü "atmasyon" falan değildi bu mektup, biraz dikkat eden herkes, dönemin yazarlarını az çok okumuş, bu yazarların kimlerle arkadaşlık yaptığını, kimlerle flört ettiğini az çok bilen herkes, bu mektubun tavrından, kullandığı kelimelerden, "ruhundan" diyeyim, aslında Leylâ Hanım'ın bu mektubu "kime yazdırdığını" çok kolay anlayabilirdi. Resmen elimde bir magazin dosyası tutuyor gibi hissettim ki normalde ben tek satır magazin okumayan, ünlülerin ismini bilsem görüntüsünü bilmeyen biriyim.. Offff. O zaman bir sıkıntı çöktü içime ama başlamışım merak da ediyorum ne olacak bu adamların ve kadınların hâli..

Tezer..

35. sayfa civarı yaşadığım "aydınlanma" sonrası tabii diğer mektupların da az çok kimler düşünülerek tasarlanmış olduğunu anlamaya başladım. Bazen 2-3 şairi bir araya katıp tek bir Ahmet yapmış bazen çok bariz bir İhsan var, Zeki yine çok bariz, kadınlar biraz daha gizli tabii ama kadınlar erkeğe dönüşmüş, erkekler kadına, velhasıl-ı kelâm, Leylâ Hanım gayet yaşadığı edebiyat çevresine giydirmiş bu "Mektup Aşkları" isimli kitabı.

Fakat, beni yakaladığı nokta bu hoş oyun değil, kadınların iç dünyasındaki zenginlik çok öne çıkarılırken, erkeklerin aslında hep aynı oyunu oynadıklarının altını çizmesi de oldu. Yani aslında doğru, o kadar çok şair ve yazarımızın mektupları basıldı ve o kadar çok kadına, o kadar çok aşıklar ki.. İnandırıcılığı yok. Ya da aşk, erkekler için gerçekten gelip geçici bir heves, Ayşe, Fatma sadece figüran olarak değişiyor (allahım 42 yaşında fark ettiğim şeye bakın :)) aklın neredeydi C.!) Neyse bu kitabı bu nedenle sevdim, tüm o okuduğumuz mektup aşklarının aslında sadece mektup üzerinde kaldığını bu kadar cesaretle gösterdiği için. Hakikaten o dönemin "ahlâk anlayışı" da düşünülürse, bence çok "cesurca" yazılmış bir kitap bu.

Fakat..

İlk cümleme dönersek.. Maalesef, içimdeki umudu, sanırım oldukça kaybettirdi bana. Aşka dair, iki insan arasındaki duyguların karşılıklı olabileceğine dair üç beş kırıntı vardıysa da, bu kitaptan sonra sanırım o da uçtu.. 

Mektup yazarlarından biri olan - ve kendime benzettiğim - Ferhunde'den dinliyoruz: ".. beni yaşamaya iten temiz bir duygunun, sevme duygusunun katledilişi, güzel bir şeye bilerek kıyılışı, gaddarlık.. 

biz nasıl ve neden inandırıldık dostum? peki ama aşk gerçekten yoksa, benim içimde küçücük bir kızkenden beri varolan o duygu neydi? o bile aşkın varolduğunu ispata yetmez mi? yoksa sadece biz kadınlara mahsus bir duygu mudur aşk?

*

Daha beteri, Jale'nin kitabın sonunda "kötü kız Sacide"ye yazdığı tek bir mektup, aslında her kadının eninde sonunda "aşk"ın, kadınlığın ve anlamın ne olduğuna dair geldiği noktanın çok güzel, sade ama net şekilde dile getirilmesi: "Nedir asıl sorun diye düşünüyorum. Asıl sorun? Asıl sorun? Asıl sorun tek başına ayakta durabilmekte, yalnızlığı öğrenebilmekte mi? Asıl sorun sevgisiz yaşayabilmekte mi? Sevgisiz kalıp direnmeyi, sevgisiz kalıp yine de boyun eğmemeyi, dilenmemeyi öğrenmekte mi? Asıl öğrenmemiz gereken şey sevgisiz bir yaşam düzeni mi?"

Vay be...

Aşkı arayan, bulamayan, onun yerine iki yüzlülüğü, aldatılmayı ve kandırılmayı bulmuş tüm kadınların vardığı nokta demek ki bu: aşka inanmamak. Yalan yok, bu kitap bu noktaya getiriyor ve orda bırakıyor insanı ama işte dedim ya, ben her şeye rağmen aşka inanan kadınlardanım ve Ferhunde gibi, dışımda ne olursa olsun, içimde hissettiğim duyguya inanıyorum ben.. Olayın erkek kısmını bilemeyeceğim, onlar için aşk bence de daha yüzeysel ve fiziksel bir duygu ama biz kadınlar için aşk doğal akan bir nehir.. Ne kadar içine yaprak da düşse, çamur da karışsa, o nehir kendi doğallığı içinde akıyor yani, baraj da yapsan durduramazsın.. 100 sene 200 sene sonra baraj kalmaz ama nehir devam eder.. O nedenle yani ben aşka inanmaya devam ediyorum. Ama Tomris'çe ediyorum ;) İçimdeki aşkı tüm hayata yayarak, baktığım her şeyde aşkı görerek, dünyayla flört ederek..

Tomris..

52 yorum:

  1. efsane bir yazı olmuş bu C.ciğim. Seninle şöyle bir akşam elimize çay olur şarap olur, içeceklerimizi alıp bu kitaplardan, kadınlardan, adamlardan, şairlerden ve aşktan bahsetmek istedim.

    Ben Leyla Erbil'in Ahmed Arif'in "leylim"i olduğunu öğrendiğimde ağlamıştım. Bu müthiş şiirlerin odağında karşılıksız bir aşk olduğu fikri çok ağır gelmişti. "Mektup aşkları"nı daha sonra okudum ve yine çarpıldım. Çok ağır geldi çünkü işte dediğin gibi, kim kimdir çok barizdi.

    bu kitabu ekmekçim blogunda yazdığında şöyle bir yorum yazmışım, ki sanırım hâlâ aynı histeyim:

    "cancanım,
    bu aşkta kim haklı, kim haksız sorgulamam bile. senle aynı fikirdeyim, aşkın haklısı haksızı olmaz. ben "leylim leylim"i okurken ahmed arif icin "ne kadar buyuk bir karsiliksiz askmis bu" diye uzulurken leyla erbil icin de "ne zordur kimbilir boyle bir aska karsilik vermemenin insana yukledikleri" diye üzülmüstüm.

    ama benim "mektup aşkları"nı okurken icimin burkulmasinin nedeni şuydu: mektuplar çok özeldir ya,bu kitaptaki "ahmet" karakterinin şimdi "leylim leylim"i okuyunca ne kadar "ahmed arif"e benzedigini gördüm ve ahmed arif yerinde olsaydım benim bir vakitler sevdigim kişiye yazdığım mektupları bir roman kahramanını yaratmak için kullanmasından daha da kotusu o kahramana romanda yaptırdıklarından hoşlanmazdım...budur yani durumum :)

    neyse simdi "eski sevgili"yi okuyorum. bu kitap da ayri ozel cunku ahmed arif leyla erbile yazdigi son mektupta eski sevgiliyle ilgili olarak "adını -sonsuz sevgili- koysaydin keske" diyor. acaip bir askmis bu...cok etkileyici. okuduklarima gore bu oykudeki kahraman da cokca ahmed ariften esinlenilerek yazilmis zaten..." diye yazmışım.

    Ay çok konuşasım (yazasım var) aslında, susayım artık :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Zalım Leylâ :)
      Çok konuşanları çok severim ben, hiç susma.
      Bu da son okuduğum mektuptur vallahi, sinirleniyor ve üzülüyorum kadınlara da adamlara da.. Edebiyatlarının önüne geçmeye başlıyor kişilikleri ve hayatları, hiç sevmediğim iş.

      Sil
    2. Ama ama, onlar da insan zaten! :))
      Sadece hissettiklerini, yaşadıklarını daha etkileyici bir dille anlatabiliyorlar ve belki de biraz daha şairane duygularla bakıyorlar aşka.
      Bilemiyorum...

      Sil
    3. İşte artık nasıl insanüstü bir yere koyuyorsam :))

      Sil
    4. Dün aklımdaydı, yazmamışım. Bu yazı çok güzel, gerçekten. :)
      Hep dursun burada, lütfen. ;)

      Sil
    5. <3 dursun tamam söz :)

      Sil
  2. "Aşka dair, iki insan arasındaki duyguların karşılıklı olabileceğine dair üç beş kırıntı vardıysa da, bu kitaptan sonra sanırım o da uçtu..." En azından bu konuda anlaşmaya biraz daha yaklaştık sanırım:)) Ama ben yine de aşk konusunda kadın ve erkek arasında bir fark görmüyorum. Her iki cins de yeri geldiğince virüsü kapıp hastalanabiliyor:) Pandeminin sadece kadınları öldürmediği gibi:))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sizin bahsettiğiniz marazî aşk, kara sevda :) Benim bahsettiğim aşkın hastalıklı hiç bir yanı yok; aksine bir genişleme, bütün olma hali. Dolayısıyla kıskançlık, paylaşamama, ya benimsin ya kara toprağın türü duygularla alakası da yok, aksine hakikaten seven tamamen özgür bırakır aşık olduğu kişiyi diye de düşünüyorum ama sanırım işte bu sevgi oluyor sizdeki lügâtta :) Yani aynı duyguyu farklı kelimelerle ifade ediyoruz. Çünkü benim sevme dediğim sizde galiba like anlamındaki hoşlanma oluyor. Ay aklım karıştı yine :)))) Ama sanırım aşk karşılıklı değil, karşılıklı olan sevme (like) artık bunu kabul ediyorum, en azından o konuda anlaştık galiba :))

      Sil
    2. Ay ya da ben hiç aşık olmamış da olabilirim bu hastalıklı duyguları hiç hissetmedim çünkü :)))) bak şimdi aklıma bu seçenek hiç gelmedi. Ama yani insanın çocuğunu arkadaşını sevmesi ile birine tutkulu bi sevgi duyması arasında bir fark var yani işin ille marazî boyuta varmasına gerek yok arada bir duygu var temiz ve sevgiden yoğun

      Sil
    3. Marazi tarafı sadece kendine zarar vermesi, acı çekmesi. Karşılık beklemeksizin adeta karşısındaki insana tapması, kılına zarar gelmesini istememesi. Bu duyguyu en iyi anlatan şarkı "Nikah Masası":) Yani sen mutlu ol yeter, gerekirse ben senin nikâh şahidin bile olabilirim. Sevgi (bence like'ın üzerinde, love da diyebilirim bir ölçüde) karşılık bekler, temelinde akıl vardır, beklentini karşılamazsa döner gidersin. Hangisi daha sağlıklı?:))

      Sil
    4. Vallahi şu an çok mantıklı geldi sözleriniz :))
      Bazı annelerin çocuklarına duydukları (ve çocuğu boğan) sevgi gibi o zaman bu aşk illeti? O annelere sormak lazım bu soruyu belki o zaman çözeriz :)))

      Sil
    5. Mr. Kaplan sevgi karşılık bekler diyorsunuz, alamazsa çeker gider diyorsunuz ya orada sizi anlayamıyorum. Karşılık isteyen sevgi değil bence çok sevdiğim insanlar var, sadece iyi olsunlar yeter. Varsın beni sevmesinler. Ama aşk öyle değil, aşk karşılık bulamadıkça alevleniyor, yakıyor, delirtiyor, illa ki karşılık istiyor. Nasıl olur da o benim gibi yanmaz dedirtiyor insana? Düpedüz delilik hâli! Aşık olunca tek istenilen o da aşık olsun. Yansın, tutuşsun, düşünmeden bir saniye geçiremesin. Öyle değilse aşk değil zaten. Bence tabi :)

      Aşk, tamamen mantık dışı, yoğun, tutkulu, sancılı bir şey. Oysa sevgi mantık çerçevesinde, sakin, güvenli. "Nikah Masası" şarkısına gelince, unutulmayı kabullenememiş birinin sözleri o sözler. Hâlâ "sevgilim" diyor! Hiç de karşılık beklemez bir hâli yok bence. Karşılık beklemiyor olsa dönüp arkasını efendi efendi gider, huzursuz etmez. Şahit olacak kimse kalmadı da eski sevgili mi olacak şahit? O sözleri yazan kişi mantığın sınırını aşalı epey olmuş bence :)))

      Sil
    6. Sevgi ile aşk karışıyor yine dikkat :)
      Marazî aşk (ya benimsin ya kara toprağın / sensiz öleyim daha iyi durumları) - Aşk (benim dediğim ilâhi ulvi asla negatife geçemeyen duygular, siz bu yok ya da hastalık diyorsunuz) ve sevgi (yakınlık, bağlılık, karşılıklılık) karışıyor dikkaaaat :)) Bir de sevgisiz maddi manevi çıkar ilişkileri var tabii ona hiç girmiyorum.

      Sil
    7. Kediciğim senle çok paralel düşünüyoruz, tek ayrıştığımız nokta yine aşk her zaman "ben sevdiysem o da sevsin, ben yandıysam o da yansın" olmaz diyorum ben, yani aşkın her zaman mantık dışı olduğunu düşünmüyorum, tam tersine, biraz tanrısal geliyor bana, tanrının küçük sureti gibi birşey oluyorsun sevince, her şey mübah oluyor, kabulün oluyor, işte mr.kaplan'a orada katılıyorum ama o buna da hastalıklı bir şey diyor, bense değildir diyorum :)
      Sevgi konusunda ise tamamen aynı düşünüyoruz. Aşkı sevgiden ayıran sen ve mr kaplana göre marazilik, bana göre ise tutkusallık ve tanrısallık.
      Sevgilim der çünkü kendisi için bitmemiş duygu.. Marazi değil, ulvi bir durum. Gönülçelen'de çok güzel paragraflar var, bulayım da yazayım. Tam bu duruma dair.

      Sil
    8. Geliyor hazır mısınız :)) Salinger Gönülçelen (Çavdar tarlasında çocuklar)den geliyor, benim anladığım anlamıyla aşk:
      - Aşık olan zaten alacağını almıştır, artık bir şey istemez, bundan geri o verecektir, hep o verecektir.
      - Yarın ahirette bana sorsalar ki, dünyada ne gördün diye, hatırımda tek bir şey kalmış olacaktır, sevgi.
      - bu kadar güzel, parlak ısı olan bir şey nasıl olur da can yakar? Tecrübeme inanamadım, bir daha uzandım, bir daha yandım. Bir daha, bir daha.. bu ateş benim sınavımdı.
      Şimdi de diğer yandan bakalım:
      Yine Salinger'den, Orhan Pamuk'un da masumiyet müzesini hatırlatan bir başka paragraf, bu da sizin anladığınız anlamıyla, benim marazî dediğim aşk:
      - "senin öteberini çalmaya başladım. eldiven, mendil, firkete, ağzlık, elime ne geçerse.. bu eşyanı kâh öpüp kokluyor kâh ısırıp dişliyordum. Atölyedeki şömineye atıp yaktığım, zevkle seyrine baktığım da oldu. Kısacası derdim şuydu: benim olmanı istiyordum. Öyle ki dış dünyaartık senden bir şey alamasın. Senin güzel yüzünü kimse görmesin, halavetli, vakarlı perdelerle dalgalanan sıcak sesini kimse duyamasın. Sen de kimseyi görme, muhavviyene bile benden başkası girmesin. Geçmişin, geçmemiş olsun! Bugün düşünüyorum ve anlıyorum ki, ben farkında olmadan seni yoketmeyk, seni öldürmek istemişim!
      - ben burada ah edersem onun böğrüne bıçak gibi saplanacak, ne kadar gözyaşı dökersem onun gözü nuru o kadar sönecek. Tılsımlı kaytanla birbirimize bağlıyız. ben yanacağım oyanacak. Ben çekeceğim o çekecek.
      - Bir insanın diğer bir insanı bu kadar düşünmesi Yaradan'ın gücüne gider, böyle sevgi olmaz.
      İlginç bir kitaptı, bu konuda yazılmış en iyi kitaplardan biriydi bence çünkü iki yandan da bakabiliyor ve sonunda sevgiyi tam benim anladığım şekilde ilahî bir noktaya bağlıyordu (biraz mevlananın sevgi anlayışına da paralel bu)
      velhasıl-ı kelam, sanırım herkes bu aşk ve sevgi konusunu kendi yaşadığı ölçüde kavrayabiliyor, en üst mevki de sanırım tanrısal bir sevgi (annenin yavrusuna duyduğu bir sevgi buna dek belki o bile değil, bzim muhayyilemizin yettiği anlam bu belki). gelebildiğimiz üst mevki neyse aşk tanımımız da o. Kimi için bu acı veren, kimi için acının bir üstü kabullenme, içine alıp eritme (bendeniz hahaha şaka yapıyorum ama evet biraz ona yakın olduğunu umuyorum aşkın ben) ve kimi için de gerçek anlamda "anlama ve ilahî bir sıfat verebilme" olduğuna inanıyorum, bakınız Hz. Muhammed "tüm cehennemi sadece benimle doldur da kullarını uzak tut yarabbim" diye ağlamıştır diye rivayet edilir..

      Sil
    9. Aslında aşkı anlamaktan ziyade aşk konusunda birbirimizi anlamaya çalışıyoruz sanırım:) Size ve Mrs. Kedi'ye bu konudaki fikirlerim bazen yaklaşıp bazen uzaklaşıyor. Bir ara sizin aşk dediğinize ben sevgi, sizin sevgi dediğinize ise ben aşk diyorum gibime geldi ama tam olarak da öyle değil.

      Yukarıda Salinger'den yaptığınız alıntı bana uzak değil ama Orhan Pamuk'un Masumiyet Müzesi'nden verdiğiniz örnek bana göre aşk değil. Belki ben marazi durum derken böyle bir şeyden bahsettiğimi düşündünüz. Sonradan yaptığının farkına varıyor ve itiraf ediyor. "Bugün düşünüyorum ve anlıyorum ki, ben farkında olmadan seni yok etmek, seni öldürmek istemişim!" Aşk, benim anladığım, karşındaki kişinin kılına zarar vermeyi aklının ucundan geçirmez. Bütün zararı kendinedir. Şöyle ki, Nikâh Masası örneğindeki gibi aşık olduğu kişi başka biriyle evlenirken bile nikâh şahidi olmayı kabul eder. Aşık birinin çekebileceği bundan daha büyük bir acı olabilir mi? Peki bunu niye ister? Çünkü anlamıştır ki karşısındaki insana istediği mutluluğu kendisi veremeyecektir. Aslolan karşısındaki insanın mutluluğu, gerisi teferruat.

      Bu tür ilişkiye örnek olarak birkaç tane verebilirim. Sözgelimi "ilâhi aşk". Günümüzde pek görülmez ama Yunus Emre'nin aşkı böyle bir aşktır. Mevlâna konusuna girmeyeyim, zira orada Şems faktörü var:)) Her zaman değil ama bir annenin çocuğuna olan karşılıksız, yoğun sevgisi aşka örnek verilebilir. Size güncel bir örnek vereyim bir de. Bazı vatandaşların Tayyip Erdoğan'la olan ilişkisi meselâ. Çıkarı olanlar değil, beş kuruşluk fayda sağlamamış adam, yoksulluğu onun yüzünden ama ondan başkasını gözü görmüyor. Dolayısıyla bu tür ilişkiyi mantıkla izah etmek ekseriya zor oluyor. İlâhi aşkta Tanrı aşık kişiye ne kadar zulüm reva görse, aç bıraksa, her türlü belâ karşısında sessiz kalsa yine de bunu Tanrı'nın bir hikmeti olarak görür. Ha, ben bunu mantıksız görürüm, inananlar belki bu işte mantık bulabilirler. Bir çocuk, annesine zulmetse, yüzünü kızartacak en kötü davranışta bulunsa (meselâ seri katil olsa) yine de kılına zarar gelecek diye içi cız eder. Tayyip Erdoğan örneğinde aynı şey geçerli, bazılarına dese ki, bana bir bacağını kes ver, sizi temin ederim bunu yapacak olan çıkar:)

      Diğer bir konu aşk ısmarlama olmaz. Birini tanır onu sever ve dost olabilirsiniz. Ama hadi aşık olayım, epey ara verdim dediğinde gelmez. Öyle bir andır ki o, bir bakışla adeta virüse yakalanmışçasına tutulursunuz. Sanırım gençler bu konuda henüz bağışıklık kazanmamış olmalı. Aslında yaşa başa da bakmaz ama yaş ilerledikçe sanki biraz daha dirençli oluyor insan. Herkesin karşılaşacağı bir şey de değil bu zaten.

      Yanlış anlaşılmasın, aşk güzel bir şeydir. Acı çektikçe öyle bir zevk verir ki insana, hiçbir şey duramaz karşısında. Kara sevda dedikleri budur:))

      Sil
    10. Vallahi bu son yorumda katılmadığım bir konu bulamadım :)) Kendimi alkışlıyorum.

      Sil
  3. Önce destan yazdım şu yorum kutusunun içine sonra sildim hepsini çünkü hepsi tamamen kişisel fikirler yani nesnel değil. Aşk ve sevgi söz konusu olunca nesnellik ve uzlaşma çok zor :D Neyse... Aşk mektuplarını seviyorum çünkü okurken o duyguları hissetmek hoşuma gidiyor. Güzel yazılmış/çekilmiş aşk hikayelerini de severim yine aynı sebepten ötürü :) O heyecan,tutku, özlem... Bulunca kaçırmamak lazım zira zor bulunuyor ve bulunsa bile kısa sürüyor o hisler :D

    YanıtlaSil
  4. Otobiyografi tadı olduğu için seviyorum mektupları. Orhan Veli'nin bahsettiğin kitabını okuduğumda, aşktan çok maddi durumu kötü ve sürekli talep eden bir adam kaldı aklımda, hayatı gerçek kılan detaylar yani. Sonra da, ister istemez şiirleri o gözle okumaya başlıyor insan, biraz daha iç yüzünü bilerek. İyi mi kötü mü bu bilme hali, onu bilmiyorum işte!

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Aynen! Yazmak istememiştim ama aynen! Gözümdeki dev Orhan Veli birden kadına “az para yolla da mektuba pul alayım” diyen birine döndü yahu :( Kötü tabii ki, nesi iyi?

      Sil
    2. Eline üç kuruş geçince hemen yiyip bitiren bir adamcağız. Üzüldüm ben. Ama kızdım da çünkü Nahit Hanım’a çatıyor herkes adamın aşkına cevap vermemiş.. Daha ne yapsın kadın, tamam güzel güzel yazmış gönlünü hoş etmiş ama bi noktada da kadın mantığını kullanmış başına geleceği görmüş. Kadın ne yapsın a dostlar :))

      Sil
    3. Acıma hissi çok yoğun oldu bende, bir de O.Veli değil de başka bir adam olsa dövme isteği:) Hep talep, hep şikayet!
      Şiirlerindeki o mizah da, hep yokluktan belki de! Severim kendisini :)

      Sil
  5. Aşk nedir? Standart bir kek tarifi midir. Yoksa?..

    O nedenle karaktere göre şekilenen ve tariflenen bir şeydir der geçerim ve bütün aşklarımı hâlâ aşkla severim. Yazdığım ve bana yazılan tüm mektuplarımı da... hatta bir sevgililer günü yazısında altını çizdiğim duygularım benle birlikte mezara gidecek kadar netimdir.

    Cümlelerden bir kısam:

    "Çok şey ve çok ad geçti ruhumun derinlerinden... Ve bugün, hepsinin izlerini sevdim. Onlar, beni ben yapmış sevgililerim. Bazen söylenmemiş tüm sözlerimi; her birinin ellerini avuçlarıma alıp gözlerine söylemek isterim."

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hürmetle anmak sanırım bu :) Aşk bittiğinde sevginin devam etmesi çok hoş tabii. Böyle de olmalı..

      Sil
  6. Ben de başkasına ait aşk mektuplarını okumaktan hoşlanmam galiba. Bir kere okumakla o duyguları anlamak mümkün olamaz, yaşayanlar da tam manasıyla anlatamazlar.
    Aşka inanan gruptayım. Hem erkek hem kadın için aşk vardır ve upuzuuun yıllar sürebilir. Bulanlar şanslı, bulamayanlara anlatmak zor.

    YanıtlaSil
  7. Cemal Süreyya'nın karısını dövdüğünü öğrendiğimden beri erkek şairlerin aşk şiirlerini okurken, iki yüzlülüklerine gülüyorum.
    Çenebaz

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Al işte, konu buraya gelmesin isterdim ama "şair kimliği" ile "insan kimliği" çok farklı olabilir sanatçının. Şairliği 10 numara insanlığı sıfır otur da olabilir. Ben şahsen bunların ayrılması taraftarıyım. Bir yazarımız vardı, taciz davaları sonrası kitapları toplatıldı, şimdi rus edebiyatı okullarda okutulmayacakmış, bunlar ne saçma işlerdir. eseri yazarından bağımsız olarak algılamak bence tüm okurların görevi olmalı..
      Maalesef ben de duydum bu olayı, hattâ başka vukuatları da var o zamanlarda yaşasa şu an kitapları toplanacak derecede. Ama dedim ya, şair kimlik ayrı insanlık ayrı.
      Ama kadınız, insanız, hak hukuk bileniz, elbet gözümüzden de düşüyor o ayrı :( en iyisi kör sağır dilsiz maymunu oynamak işte, yazısını oku insanlığına, kim olduğuna takılma...
      zor konu.

      Sil
    2. Kör sağır dilsizi oynamak derken tepkisiz kalmak demek istemedim aman ama tepki kitaplarına değil de insanlığına verilmeli, ikisi bağımsız ele alınmalı ve insanlığı dava edilip cezasını bulmalı demek istedim.. Zor konu gerçekten....

      Sil
    3. Sadece C. sizinle aynı fikirdeyim:)

      Sil
  8. Muhteşem bir yazı olmuş. Duygularımı en iyi, bu yazıyı seslendirerek anlatabilirdim. Buyrunuz efenim link :)
    https://open.spotify.com/episode/1AIctGxjHPWPlSmmglw9uF

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Demin sana kişisel olarak da teşekkür ettim, gerçekten çok duygulandım ama buradan da belirtmek istiyorum; hakikaten sen okuyunca ben de farklı hisler duydum, yazıyı almış ve daha üst bir konuma yükseltmişsin sevgili Momentos'um. Hakikaten bir arkadaşımız demişti ya "ben mi yazmışım bunu?" oluyormuş insan! Çok utandım, çok gururlandım, tuhaf bir duygu yaşadım ismini koyamadım ama çok teşekkür ederim hakikaten çok güzel okumuşsun.. Sesine emeğine sağlık..

      Sil
    2. Spotify dışında dinlemek imkanı var mı acaba?

      Sil
  9. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. İlk cümlende ağzımdaki lokma boğazıma kaçtı :)))))) meraklı değilim ama tüm ayrıntıları bileyim :))))) ay ilahi yaaa.
      Bak benim dedikodu anlayışım şu: yüzüne söyleyemeyeceğim hiçbir şeyi ardından söylemem ;)

      Sil
  10. Aşk nedir? Sevme isteğinin ardındaki heyecandır. Sonuçta ben öyle bakıyorum bir yerde duygu gibi insanı mutlandıran bir olay. Heyecanlandırın. Bu konuda Işıl Özdentürk'ün geçen yıl sevgililer gününde yazdığı yazı ar bulursam sana göndereyim. Aklımda kaldığı kadarıyla şairler yazarlar aşk üzerine yazacak biz okuyacağız hayallere dalacağız. Bu hayat nasıl çekilecek Ferhat Şirin için dağı delmiş içindeki enerjiyi işe yarar hale getirmiş. İşin esprisi bir yana hayatı diğer yanda anlamlandırıyor.Sevgiler.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sevme ihtiyacı demişsin. Doğru. Çoğu insan sevilme ihtiyacı diyor ama sevebilmek daha büyük ihtiyaç ve daha az rastlanan bir durum!

      Sil
  11. "Ne kadınlar sevdim zaten yoktular/böyle sevmek görülmemiştir" diyor ve susuyorum.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. :) ah evet iyi hatırlatma oldu bu da doğrusu

      Sil
  12. Aşka her şeye rağmen inanmanız güzel:) Ama karşı tarafın bu duyguyu yüzeysel ve fiziksel olarak gördüğüne inanmak, bile bile lades demek gibi:) Bir erkek için aşkın kalıcı olduğu zaman bence 60'larından sonrası:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. İnanıyorum vallahi :)
      Fiziksel arayış bitince mi diyorsunuz? Belli yaştan sonra yani arayış yerine eldekini, alışkanlık, güven ve rahatı tercih etmekle, "aşk" ya da "sevgi"nin daha stabil bir hâl alacağını demek istediniz sanırım.
      Yoksa erkeğin hormonal yapısı o yaşa dek tek eşliliğe izin vermez mi dediniz :))

      Sil
    2. Benim son yazdığım "Aşkın kalıcı olması" cümlesi yanlış olabilir, çünkü kavramlar aslında blraz karışık. Yani 60lardan sonra birşeylerin kalıcı olduğu kesin ama adı farklı birşey olabilir :)

      Gerçekleri yazmak lazım :) Tanımlar üzerinden havalı cümleler yada hayaller kurarak olaya bakarsak, anlamaya çalışırsak biraz yanılırız gibi. Çünkü toplumda, hayatın içinde kitaplardan farklı bir yaşam tarzı var. Ataerkil toplumlarda - ki, biz buna uygun bir ülkeyiz- tam da dediğiniz gibi bir durum var, fiziksel. Kendini medeni olarak kabul eden toplumlarda da bu durum bence yüzeysel :) Yani aslında yorumuma verdiğiniz ve sorduğunuz iki durumda bence gerçek :) İstisna var mıdır? İlla ki :)

      Sil
    3. Fiziksel / Yüzeysel, çok doğru bir gözlem sanırım :)

      Sil
  13. of yine dallı budaklı bir konuya parmak basmışsın. Kitabı okumadım ama biliyorum. içeriğine bakınca Ahmet Arif aşık olan ve yüz bulamayan taraf sanırım. Leyla ERBİL hatta küfürlü dilinden dolayı hep uyarıyormuş yazıyor biri. senin aşka olan inancının kalmayışını tam anlayamadım. Karşılık bulamayan aşklar acınası oluyor ama olmayan da ne yapsın. şair ya da yazarları gözümde hiç büyütmem hatta çoğunun hastalıklı ruhları olduğuna inanırım. illa ünlü olması da gerekmez biraz yeteneği, sanatçı özelliği olan nice tanıdığım özel yaşamlarında hep sorunlu. çünkü çoğunda büyük bir ego var. burada bunu ayan beyan görmenle aslında insanın ne olursa olsun aciz bir varlık olmanı farketmenden doğan bir şaşkınlık var bence.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bu başka bir kitap, bu kurmaca mektuplar.
      Ahmed Arif'in Leylim leylim'ine mektupları değil..
      Kitabın sonunda aslında içindeki tüm kadınların aşka inancı kalmıyor, hepsi evleniyor mutlular vs ama..
      karşılık bulamayan aşkların acınası olduğunu da düşünmüyorum (ay ne dersen ters çıktım hahaha ama valla denk geldi, güzeldir ters fikirlerin tartışması değil mi) aksine bence karşılık bulamayan aşklar kişinin kendi içine bakabilmesi fırsatını sunar, gerçekten yaşadığın duyguyu ve bu duygu üzerinden kendini anlamanı sağlar (tabii iş psikopatolojik yani karasevdaya varmazsa..) bence çok büyük bir şanstır bunu yaşayan kişi için, değerlendirebilirse.
      Sanatçılarla içiçe yaşıyorum ve sorunlu değil de "genel topluma" uyumsuz diyelim çünkü onları sorunlu diye damgalıyoruz 100 sene sonra bir bakıyoruz o savundukları değerler toplumun değeri olmuş, onlar 100 sene öncesinden gelmişler toplumun.. bu ego değil bence, bu bir tık ileride olmak.
      İnsanın hem aciz hem de tanrısal bir gücü olduğunu düşünüyorum canım Buket, sen de bunu yazılarında belirtiyorsun, etrafa bakıp da tanrıyı görememek, sevgiyi hissedememek mümkün değil ama insan sonuçta insan, hatasıyla eksiğiyle.. Tam olmaması zaten onu güzel yapan :)

      Sil
  14. Son 3 günde 3 Leyla Erbil kitabı bitirmişken:)

    YanıtlaSil
  15. Ahh ne güzel yazmışşsın. Yazıyı birkaç gün önce gördüm ve okumak için sakin bir kafaya gelmemi bekledim. Çünkü en sevdiğim yazarın Tezer'in resmini görmüştüm.
    Öncelikle yazını çok beğendim. Tezer ve Leyla'nın dostlukları hem edebiyat olarak hemde insan olarak imrenilesi bir dostluk bence. İkisi de kadınlığın ne demek olduğunu ve acılarını sonuna kadar kadınca haykıran insanlar. Tezer mesela kaç kere aşık olduğunu sandı. En son aşkında ise ölümünü gördü ve korkmadan dostu Leyla'ya söyledi. Aşka inanırdı, aşık olmayı da çok severdi. Bazı kadınlar "aşk" ı çok başka yaşıyor. İmreniyorsun aşık olma ve sevme hallerine. Kendim için bilmiyorum, aşık mıyım, alışkanlık mı, vazgeçememe mi, hala oturtamadım. Ama aşkın acısına inanıyorum. Acısı ve verdiği tecrübe muazzam.
    Erkeklerle ise duygusal olarak kesinlikle aynı olmadığımızı düşünüyorum. Erkek kardeşim, sevgilim, erkek arkadaşlarım resmen onları bazen gözlüyor çaktırmadan testler yapıyorum. Duygusal olarak hiç benzeşmiyoruz. Bir kitap var ya "Erkekler Mars'tan, Kadınlar Venüs'ten" resmen böyle iki farklı gezegenden gelmiş gibiyiz. Kitabı okumadım ama duygusal gezegenler farklı.
    Yazını çok sevdim, emeğine sağlık canım.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Tezer Özlü benim de sevdiğim yazarlardan. Kesinlikle kadınlığın anlamı, kadın erkek ilişkileri üzerine düşünürken okumamız gereken isimlerden biri..
      Ben okudum o kitabı, son derece basite alıyor herşeyi. Kendimi erkek kafasına daha yakın bulmuştum, ona da cevabı hazırdı yazarın: “klasik” kadınlık rollerine bürünürsen geçer bu ikilem ve sancı :))) Oldu gözlerim doldu yazarcık.. Hiç okumana gerek yok yani, ben hiç de öyle ayrı gezegenlerden geldiğimize inanmıyorum, sadece kadınların iletişim sistemleri erkeklerinkinden farklı, bu nedenle mesajı almada ve yollanan mesajın anlaşılmasında problemler yaşanıyor, olay tamamen bu. İnsanca iletişim kurulabilirse özümüz de içimiz de dışımız da aynı diye düşünüyorum

      Sil