20 Mart 2020 Cuma

Şi'ra

Gece saat 23.30'u geçmiş. Sahaf kokusundan ve her tür kokudan yalıtılmış, soğuk koyu gri bir metalden fırlayan beyaz harflerden mütevellit kitabımı okuyorum. Işıklar kapalı. Okuyarak - düşünmeyerek - uykuya düşmeyi umuyorum. Ara sıra kulağıma çalınan ambulans sesleri dışında tek bir çıt yok. Onu da duymam ya, algıda seçiçilik yapmasam..

Gözümün sol köşesinde bir parlaklık olunca, dikkatim istemsizce sol karşımdaki çatıya kayıyor. Biri mutfağa girdi, ışığı açtı. Normalde çevremde yaşayan diğer insanların ev rutinleri ilgimi çekmez ama bu gece, sıradan bir insan sıcaklığını aradığımdan, merakla izliyorum. Uzun beyaz bir gecelik giymiş, ben yaşlarda bir kadın. Başında bu uzaklıktan rengini göremediğim ama pembe olduğuna nedense emin olduğum yuvarlak, eski tarz bigudiler var. Belli ki onlarla yatacak, zar zor uyuyacak ama sabah kalktığında kendiliğinden buklelenmiş saçlara kavuşacak. Sadece aynada kendine bakarken "halâ güzelim.." demek için yapacak bunları. Yere doğru eğildi, kısa süre sonra yeniden doğruldu. Her ne düşürdüyse, ağır ve köşeli olmalı; fazla uzağa yuvarlanmadan yakaladı çünkü. Kırılmayan bir eşya. Ben bunları düşünür ve onu izlerken, o benim varlığımdan bile habersiz, kim bilir neler düşünerek gece rutinini yerine getiriyor. Bu yavaş hareketlerde, bir alışkanlığın bıkkın izleri var.


Arkasını döndü, uzaklaştı, ışık kapandı. Oysa ben kapatamadım beynimde oynayan filmin ışığını. Gözlerimi yeniden soğuk metal kitaba eğemedim. Karanlık bahçeyi izledim bir süre. Çok değil daha iki ay önce, soğuklar başlamadan önce kirpinin öldüğü noktada şu an bir hareketlilik var. Bir yaz gecesi serinliğinde açık bıraktığım pencerelerimden, gözlerimi kapar ve kulaklarıma iyice odaklanmayı başarabilirsem, hışır hışır sesler duyacağıma eminim. Ama bu gece sadece hayal edebiliyorum; soğandan diktiğim sarı çiçekler inanılmaz bir hızla büyüyor. Bu öğleden sonra 1-2 tanesi toprağı yarmıştı bile, sabaha sapsarı olur o köşe. Sırada glayörler.. Rengârenk.

Başımı biraz yukarıya, gökyüzüne kaldırıyorum. Nicedir cesaret edememiştim buna. Gökyüzüne bakmaya. Düşünmeden, sadece izlemeye.

Bulutsuz, simsiyah bir gece işte. Çok nadir bu coğrafyada, bu mevsimde böylesi. Tam o sırada dikkatimi çekiyor. Çok parlak! Gözümü alamıyorum bir iki saniye. Karanlıkta uzun süredir okuduğum için, tam sabitleyemiyorum retinamın gerisinde ters duran bu cismi. Sanki iki küçük nokta, yanyana. Olabilir mi? Yıldız mı, gezegen mi emin olamıyorum ilk bakışta. Bir süre izliyorum. Kuzey yıldızı değil. Sirius geliyor aklıma. Sirius, Şi'ra yıldızı. Orion'un köpeği. Hikayesi çoktur. Bu geceye uygun düşebilir. Aksi gibi, gökyüzünü de tamamen göremiyorum ki tanıdığım yıldız kümelerini kerteriz alıp bulayım doğru adı... Babam olsa!


Babam yok ki yanımda, nereye baktığımı anında fark edip gülümseyerek söylesin isimlerini birer birer.. Babamın yanımda olmayışına, yıldızın (yoksa gezegen mi?) ismini bilmeyişimden fazla üzülüyorum. Elim cep telefonuma gidiyor. Saat babamın gökyüzünde daha da geç ama en azından halâ aynı gezegenin aynı gökyüzüne bakıyoruz, ancak bakmayı bilen gözlerce sezilecek kadar ufak bir farkla üstelik..

Boşver saati diyorum, halâ aynı gökyüzü altındayken, bu fırsatı kullanıyor ve yazıyorum: "Baba, uyanık mısın.....?"

..


Babamdan, baktığım "yıldız"ın Sirius değil, yıldız da değil, Venüs gezegeni olduğunu öğrendim dün gece. Ayrıca onu yıldız sanmamın çok da büyük bir yanlışlık olmadığını, benim gibi bir çok insanın ona bu nedenle "Çoban Yıldızı" dediğini de öğrendim. Bir de "artık geç olduğunu, yatmam dinlenmem gerektiğini" elbet.. Yazının konusu olmasını planladığım Şi'ra ve hikayeleri ise bir başka yazıya kaldı....

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder