Köye adını veren tarlalar dolusu nergisin tam toplanma zamanıydı. Söz vermiştim sana, bu sefer kaçırmayacaktım zamanını. Bir tutam olsun toplayacaktım, göz hakkı diye, ilk daldığım tarladan. Üstümde efil efil bir elbise olacaktı, serinliğe kalırsam diye bir de kırmızı, yün hırkam.
Bir tutam olsun toplayayım derken, dayanamayacak, Hasan Ağa'ya yardıma soyunacaktım. Hasan'A, Fatma Yenge, kızları, gelinleri hatta o ele avuca sığmayan sarı torun bir kaç saat içinde hep beraber sökecektik koca tarlayı. O güleç Egeli şivesiyle el edecek, "gıııı, gelive gari de yevmiyeni verem, gelive.." diyecekti. Tutuşturuverecekti elime koca buketi.
"Hasan'A! Ben ne yaparım bunca nergisi? Yazıktır, satarsın, sen bana bir demet ver yeter.." diyecek olursam "Ellerin gızı, hala konuşupduru, bakem de ayağmın altına alıverem.." diye kızmış gibi yapacak, sırtıma babacan vuracak. "Eve götürüve, mis gibi koksun evin, hadi alıve gari!" diyecek.
Alıverecektim elbette. Almaz mıyım..
Denizin yanındaki kıvrımlı patikadan neşeyle tırmanarak, ellerim kollarım nergis dolu gelecektim sana. Beni gördüğünde yüzünde oluşacak şaşkın ifadeyi düşünüp keyiflenecektim yol boyu. "Yine yazıyordur..." diyecektim. Denize karşı oturmuştur kamelyada, önünde bir kupa çay, soğumuştur, buz gibi olmuştur. Farkına varmamıştır, yazıyordur..
Oysa seni bahçede, zeytin ağaçları arasında sigara içerken bulacaktım. Yakalanacaktın bana, acemice saklamaya çalışacaktın izmariti. "Yapma, söz verdin.." diyecektim, kırgın. Ama dayanamayacaktım, içim almayacaktı sana yüzümü düşürmeye. Çünkü onu düşündüğünü anlayacaktım.. Denize bakarak, babanı düşündüğünü. "Bak ne var bende!" diyecektim en şakacı sesimle. Yüzün aydınlanacaktı hemen, "Nereden topladın bu kadar çoğunu, nasıl taşıdın?" diyecektin. Yemyeşil gözlerini kocaman açacaktın, pırıl pırıl parlayacaktı yüzün, şakaklarındaki gümüş teller, hafif beyazlaşmış üç günlük sakalın, tüm bu beyazlığa tezat simsiyah kalın çerçeveli okuma (ya da benim yakıştırmamla: yazma) gözlüklerin. Senden bana gümüş gibi parlayan bir ışık akacaktı. Denizin üzerine düşen yakamoz gibi bir ışık nehri... İçimdeki denizde gümüşten balıklar oynaşacaktı.
Nergisleri elimden alacak, küçük küçük buketlere ayıracak ve eline ne geçerse ona; vazolara, bardaklara, kavanozlara koyacaktın. Yetmeyecekti.. Bütün ev nergis kokacaktı, başımızı döndürecek kadar taze, yoğun bir koku kaplayacaktı tüm odaları, avluları.. Hiç bitmesin isteyecektim yazdığın o kitap. Bu evde sonsuza dek yaz, akşam olunca hikayeler anlat bana. Bir kedi gibi kıvrılayım, kucağına başımı koyayım, dinlerken uykulara dalayım. Tek isteğim bu olacaktı..
Bu hikâye 3 Mart 2020 için, kendime..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder