Matematik, ekonomi, psikoloji ya da felsefe bilimlerinden her hangi birine biraz ilginiz varsa ya da nobel ödüllü kuramcı John Nash'in şizofreni ile deha arasında gidip gelen hayatını anlatan 2001 tarihli "Beautiful Mind"ı izlediyseniz; ünlü "Oyun Kuramı"nı da bilirsiniz. Aslında Nash'ten 10 yıl önce, Neumann ve Morgenstern tarafından 1944'te kaleme alınan Oyun Kuramı; temelde bir kişinin kazandığı, diğerinin kaybettiği yani sonucu 1-0 olan oyunlara dayanır ve tek boyutlu düşünce sisteminde, ilkel sosyal yapılarda geçerlidir. Mesela; daha uzun süre eğitim gören bireyin iş yaşamında daha fazla kazanç sağlaması. Sosyal yaşamda bu denli durağan bir yapı elbette olanaksızdır çünkü bireyin iş yaşamındaki kazancı sadece eğitime değil; kişilik yapısı, çoklu alanlardaki yetenekleri ve hatta şans faktörü gibi birçok değişkene bağlıdır. Ayrıca gerçek hayatta herkesin kendinden beklenildiği gibi davranma olasılığı mümkün olsa bile, bu sistem kısa zamanla tekdüzelik ve kısırdöngü yaratacaktır. Dolayısıyla evrimsel açıdan sürdürülebilir değildir. Bu nedenle Nash ortaya şu kuramı attı; kişiler oyunda en yüksek kazancı sağlamak için, sadece kabul gören en uygun stratejiyi seçmezler. Aynı zamanda diğer oyuncuların stratejileri de göz önünde bulundurulur ve çoğu zaman az kazançlı ama garantili bir denge yaratılır. Bu fikir ve devamındaki çalışmalar, Nash'e nobel ödülünü, ekonomiye başta olmak üzere temel ve sosyal bilimlere de farklı bakış açıları getirdi. Teoride en azından..
Gerçekte ise, şu an içinde bulunduğumuz ekonomik sistemin çivisi çıkmış vaziyette ve bunu kısmen Nash'in dengesinin bozulmasına bağlayanlar da var. Şöyle ki, günümüzde birçok devlette bankalar sistemi tamamen özgür ve merkezi bir sistem tarafından denetlenmiyor. Bu da bankaların kendi belirledikleri platformlarda diledikleri gibi at koşturmalarını sağlıyor. Buna en güzel örnek; önüne gelene kredi kartı, ihtiyaç kredisi vs. sağlamak. Nash dengesine göre ideal hayatta her iki tarafın da kazandığı (win-win) sistemler, gerçek bankacılık dünyasında mümkün değil. Bankalar her şekilde kazanan taraf oluyor. Örneğin; riskli kişiye kredi verirken, kişinin ekonomik krize gireceği ve krediyi geri ödeyemeyeceği durum, klasik sistemde bankanın da batması anlamına gelecektir. Bu nedenle banka kendi iyiliğini düşünerek, riskli kişiye kredi vermez. Fakat günümüz sisteminde riskli kişi, banka için çok daha kıymetli kişidir, çünkü banka sistemi kendini sigorta denen sistemle destekler ve kişi batsa bile sigortadan kendini kurtarır. Bu durum banka için "win-win" sistemidir ve kişiye ne olduğu artık önemsenmez. Fakat günümüzün global sisteminde, bankalar gittikçe zenginleşirken, sigortalar sistemi batmakta; dolayısıyla çaktırmadan adım adım küresel ekonomik krizin eşiğine gelinmektedir.
Basından takip ediyorsanız, ufak satır aralarında küresel ekonomik kriz lafları ediliyor bir süredir. Avrupa Birliği'ndeki ülkeler bir bir iflasın eşiğinde olduklarını itiraf eder oldular. Ekonomistler Mayıs 2012'de ciddi bir kriz beklentisini uluorta konuşmaya başladılar. Bazı yaşlı Avrupalıların evlerine erzak ve nakit depolamaya başladıkları söyleniyor. Bu belki abartılı bir durum ama şu da bir gerçek ki, sigorta sistemi çöktüğü takdirde, borçların olmayan bir kaynaktan ödenemeyeceği anlaşıldığında, yine sıradan insanı ciddi bir ekonomik kriz bekliyor olacak. Bu ne zaman olacak, orası kestirilemiyor.
Beni sarsan bir başka gerçek ise, denetleme mekanizmalarının bu kadar zıvanadan çıkmış olması. Yani düşünün bir, bankalara ya da ülke ekonomilerine yönelik bazı derecelendirme sistemleri var ve bunu koca dünyada 3-4 kurum gerçekleştiriyor. Bu kurumların üst düzey yönetimine bakıldığında, bankalarla ya da politikayla iç içe isimler varken, kurumların bağımsızlığından ne kadar söz edilebilir? Ya da geçenlerde Fransa'da yaşanan kriz mesela; derecelendirme kurumlarından birinin yaptığı "ufak" bir sistem hatasıyla, Fransa'nın derecesi mesela AA yerine A notu almış. Uzmanlar hemen fark edip de itiraz edip düzelttirene kadar, Fransız şirketlerinin küresel pazardaki değerleri düşüş gösterdi ve birkaç saat içinde ülkedeki işletmeler ciddi sıkıntı yaşadılar. Yani denetleme mekanizması, gerçekte olmayan bir kriz çıkarttı ve bu gerçek bir krize dönüştü. Şimdi böyle bir sistem varsa, sistemle bu kadar iyi oynayabilen insanlar bunu kendileri için win-win durumuna neden dönüştürmesinler? Zaten dönüştürüyorlar, biz uyurken...
Herneyse, ben anlamam ekonomiden ve büyük olasılıkla burada yazdıklarımın bir kısmı da yanlıştır, bana güvenip Eurolarınızı yastık altı falan etmeyin. Zira ben de inanmıyorum bu çapta küresel bir krizin yaşanacağına ve hepimizin aç ve açıkta kalacağına (benim kişisel apokaliptik hayalim aslında ekonomiden çok virütik temalar içeriyor, yani küresel bir virüsün hepimizi bitirmesi hali bence daha gerçekçi.. Buna da bir ara değinir hepimizi gererim, merak etmeyin). Ama ekomik krizin nedenleri konusunda güzel bir belgesel var, ekonominin kuru dilinden çok uzakta ve bilgilendirici, hatta ürkütücü - Inside Job - tavsiye ederim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder