6 Mart 2010 Cumartesi

Hindistan 3: Bombay, Matheran ve Goa

Rajastan'ı, tangır-tungur yataklı bir otobüsün içinde, hoplaya zıplaya geride bırakırken, bir yandan ateşim çıkıyor, diğer yandan kırıklık başlıyor. Büyük hata, 18saatlik yolculuk ve ben yine-yeni-yeniden hastayım. Bombay'a varışımız, dilenciler ve lipralı elleri, Colaba'daki inanılmaz rahat, konforlu ve ateş pahası Garden Hotel'e gidişimiz, yatağa atlayışım, 39 derece ateş, hafızamdan silinmiş halde.. Kendime geldiğimde, karnım acıkmaya başladığında ve pencereden dışarı bakacak kadar yürüyebildiğimde 3 gün geçmişti. Bombay da Ajanta Mağaraları'nı göremedim ama gözüm karara karara, başım döne döne India Gate'e, oradan Chowpatti kumsalına gittim, kumlarda çıplak ayak yürüdüm ve sıcacık kapkara sulara ayak sokmaya yeltendim. Bendeki Bombay anıları bu kadar.

Ben öte-dünyadayken neler olmuş neler, diğer gezginlerle karşılaşmışız, onlar bize rüya gibi bir dağ istasyonunu anlatmışlar, tren biletleri ayırtmışız.. Yola çıktık, bana herşey sürreal gözüküyor. Hastalıktan sanıyorum ama kuzeyden 18 saat güneye inmişiz, dünya gerçekten farklı, ağaçlar uzun uzun, insanlar da film yıldızları gibi.. Bir dakika, sanırım onlar gerçekten de film yıldızı! Bombay Bollywood'un merkezi ve turistler bu filmlerde ufaklı büyüklü rolleri kapabiliyor, üzerine de para bile kazanabiliyorlar. Biz kumsalda salına salına yürüdük ama bizi seçen olmadı, yine de deneyin derim.. 500 kişi kadrolu bir hint filminde görünmeyi ve hatta dans etmeyi kim istemez? :)


Bombay'daki Victoria Tren Istasyonu da görülmeye değer.. Burda yaşayan insanlar olduğu fikrine kapıldım, çünkü yerlerde uyuyan, yemek yiyen gruplar vardı. Matheran'a aktarmalı bir tren yolculuğu yapılıyor, yolun son 2 saatlik bölümü inanılmaz heyecanlı ve zevkli. Ufacık "oyuncak" trende tıngır-mıngır dağa tırmanmaya başlıyorsun.. Bazı yerlerde uçurum 30cm yanında ve yüzlerce metre aşağı gözükebiliyor ya da girilen tüneller trenden az bir az büyükçe olabiliyor. Camları açmak rüzgar trenin dengesini bozduğundan yasak. Müthiş bir macera ve kelle koltukta deneyimi. Ama kesinlikle değiyor. Matheran Hill Station benim bu dünyada görüp görebileceğim en güzel dağ tepesi ve en "uzak" köy! Tamamen ormanın bağrında, kuş sesleri ve kullanılan tek taşıma aracı olan eşek anırtıları içinde, ne yöne yürüdüğünüzün belli bir zaman sonra anlamını yitirdiği bir köy bura ve ben 26 yaşıma giriyorum Matheran'daki ilk günümde, Barr Hotel denen 1846 yapımı o inanılmaz rüya gibi veranda ve bahçelerle kaplı, tek konuğunun biz olduğumuz konuk evinde. Yakınlardaki göl, çevredeki tepeler, güneş batışını izlemek için muazzam yerler ama asıl yapılması gereken, güzel kalın bir kitap alıp verandadaki iskemlelere gömülmek ve okumak, okumak, okumak.. 3 gün cennette gibiydim! Aynı oyuncak trenle yine macera dolu bir şekilde kıvrıla kıvrıla aşağıya iniyoruz, ellerimizde birer MIRINDA gazozu, aynen çocukluktaki lunapark gibi. Bu yaşam tarzı burda aynen korunmuş ve büyükler de faydalanabiliyor.

Bombay'dan tekrar bir aktarma yaparak 24 saatlik efsanevi bir yolculuğu daha atlatıp Goa eyaletine varıyoruz. Yine apayrı bir dünya ve burası 40 derece, nemli, tropik ve kuzeye kıyaslama yapılamayacak derecede farklı bir bölge. Goa uzun yıllar Portekiz sömürgesi olduğu için, etkileri hala devam ediyor, özellikle binaların mimari yapısı ve yaşam tarzında. Panaji, yani başkentten 15dk'lık bir minibüs yolculuğu ile Candolim'e geldik ve denize 3dk uzaklıktaki Coqueiral Holiday Home'a yerleştik, temiz ve rahat. Şansımıza en önemli bayramlardan biri olan Holi Festivaline de denk geldik. Holi insanların birbirlerine renkli boyalar attığı ve beyaz kıyafetlerin pembe, mavi ve yeşille boyandığı bir festival. Sokakta olmak boyalı balonların hedefi olmak için yeterli, o nedenle en kötü kıyafetinizi giyin, kameraları evde bırakın ve kendinizi dışarıya atın! Mutlaka birileri iki kaşınızın ortasına kırmızı nokta sürecektir ve geceleri de havai fişek gösterilerini kaçırmayın! Ne kadar süreceği tamamen halka kalmış, 1 gün de sürebilir, 1 hafta da..


Old Goa'da kilise ve katedraller mutlaka gezilmeli, geceleri 3 dolara deniz ürünü ağırlıklı ziyafetler ve gündüzleri kumsaldaki Bono's da kahvaltı (özellikle köpek balığı tostu) ziyafetleri çekilmeli. Bir de yaşlı ingilizlerin üstsüz şekilde sergiledikleri sarkık memeleri olmasa.. Anjuna'da çarşamba günleri yerel pazar kuruluyor ve hediyelik ya da yerel meyveleri pazarlık yeteneklerinizi konuşturarak normalin 1/5ine alabilirsiniz. Yarım gün yetmiyor, benden uyarması!

Bölgedeki bir başka kumsal olan Paldem ise kartpostallardaki gibi, upuzun bembeyaz bir kumsal, sıra sıra palmiye ağaçları ile kaplı. Palmiyelerin hemen arkasında kulübecikler var ve Cozy Nook hamakları ve basit ama rahat klübeleri ile ilk gece tercihimiz oldu. Sabahın erken saatlerinde kumsalda yürüyüş yaparken, kumsalın diğer ucunda Bridge and Tunnel diye biryer keşfettik ve şansımızın yaver gitmesi ile denizin hemen kenarında bir kulübeciği ayarladık. Sonra bir posta daha sahili geçip eşyalarımızı taşıdık ve hemen kendimizi kızgın kumlardan 35 derecelik sulara attık. Tabii serinlemek olası değil ama tüm gün denizde kalmak mümkün, benim gibi bir balığa cennet! Su altında tanıdığım o sesleri duydum ve kafamı kaldırdığımda yunuslarla yüzdüğümü fark ettim! Sahilde ise masaj yapmak isteyen, serin meyve satan ya da incik boncuk satan yerliler dolaşıyor devamlı. Hindistan'da vücudun çıplak gösterilmesi ayıp olduğu için, kadınlı erkekli Hintliler denize de sarilerle giriyor ve biz de mayolarımızla onları kikir kikir güldürüyoruz.


Şansımıza kumsalda bir avrupalı çift Hint geleneklerine göre evlendi ve biz de izledik - nerden bilebilirdim tam 6 sene sonra bir kumsal düğününün de bizim başımıza geleceğini :) Onları izlerken imrenmiştim ve işte böyle doğal olmalı herşey demiştim, hakikaten bizimki de öyle oldu. Onların fotoğrafları hala albümümde üstelik..

Goa seyahatimizin son noktasıydı ve sonrasında Bombay'a geri dönüp oradan da bahreyn üzerinden aktarma ile Türkiye'ye dönmüştüm. Dönüşümün ertesi günü 40 derece ateşle ve hayatımda yaşamadığım türden bir baş ağrısıyla yatağa düştüm ve 1 haftalık serum ve antibiyotik takviyeli dinlenmeden sonra ancak gözlerimi açabildim. Açar açmaz da günlüğümü elime aldım ve yazdıklarımı aynen aktarıyorum:

"... Yoğun bakımdaymışız, ne çıkar.. Hemen değil ama bir yolunu bulup bir an önce yollara düşmem lazım. Kimbilir belki Mayıs, belki Afrika.. Yollarda olmak öyle güzel ki..."

Ceren - 2004.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder