Daha gün "aymadı" ama içimdeki ses fısıldamıyor, bağırıyor bu karanlıkta: "bugün güzel bir gün olacak!". Ne demiştik; o vazgeçip güzel olana dek, inadına söyleyeceğim bunu. Birazdan havuz açılacak. Büyük ihtimalle bir saate yakın olimpik kısımda, hep yaptığım gibi soldan bir önceki kulvarda tek başıma yüzeceğim. Sonra gün başlayacak, etrafımdaki herkes ve herşey metronom hızında akarken, ben olan bitenin tam ortasında kalmış şaşkın bir salyangoz gibi izleyeceğim, dinleyeceğim, hikayelerimi toplayacağım ve şanslıysam, bugün, sonunda, yeniden, kendim gibi yazmaya başlayacağım..... Ve bu yazı; uzun süre sonra ilk defa, silinmeden kalacak. Hissediyorum.
*
Bizim ailede çok fazla kültür var. Saymaya kalksam en az 10 farklı ırk, dil, din. En büyük aile zenginliğimizin bu çok renklilik olduğunu düşünüyor, her birini gururla taşıyorum içimde. Ama bu çoklu kültürden benim "kendi kültürümü bulmamı sağlayan" biri var ki; onun yeri ayrı. Ananem. Anneannem değil hayır, özellikle, üstüne basa basa: ananem!
Ne yapsa güzel yapan kadınlardandı ama cevizli haşhaşlı çöreği ayrı bir enfes olurdu. Çocukken hiç sevmezdim; görüntüsü hoşuma gitmezdi, kokusu ağır gelirdi, içindeki cevizleri buruk, haşhaşı ise tuhaf, egzotik ve çocuk aklınca "uzak durulması gereken" bir gıda maddesi ilan ettiğimden, ne zaman pişse suratım asılırdı. Halis zeytinyağı ile piştiği için, kokusu da kendi gibi sertti. Mümkünatı yok bana yediremezlerdi: "Kızım bi dilinin ucuyla tat, hiç tatmadan nasıl sevmem dersin?"
Ananemin her yaptığında ailede olay olan, hele babamın pişmesini parıldayan gözlerle, ufacık bir çocuk gibi mutfağın kenarında ve "haşhaşlı çörek varsa başka şey yenmez, beklenir" diyerek gün boyu aç beklediği Haşhaşlı çöreği ben ilk defa yediğimde 31 yaşındaydım! Fırından yeni çıkmıştı, sıcacıktı, yanına demlenen çayla kokusu harmanlanıyor ve insana gitmediği uzak diyarların, çocukluğunda okuduğu resimli çizgi romanların, hatta uzun Ağustos gecelerinde balkona serilen halının üzerine kurulan çocuk yatağında dedesinden dinlediği büyülü seyahat masallarının kokusunu hatırlatıyordu. Hatta denizin sesini.... En çok da denizin sesini. Yoksa 31 senelik inadımı kırar mıydım hiç?
Çörek ağzımda dağılırken, çok zevk aldığım tüm anlardaki gibi gözlerimi kısmış ya da tamamen kapatmış olmalıyım çünkü lokmam bitip de kendime geldiğimde, ailedeki herkes dikkatle yüzüme bakıyor ve muzipçe gülümsüyordu. Haşhaşlı çörek, ailedeki son kalesini de eline geçirmiş, hükümdarlığını ilan etmişti. Çaresiz, bir çay daha koydum...
Ananemin vefatından sonra, gerek teyzelerim, gerek annem, hatta babam bile çok denedi. Onun yaptığı gibi asla olmadı, olamadı.. Aysan'ın sorusuna cevap; gittiğinde onunla birlikte gidiyor herşey, doğru. Ama kalmak... Bıraktığı boşluğa rağmen yaşamak.. En zoru o.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder