Afrika'nın bana / bize en güzel getirilerinden biri Mauricio oldu. Kucaklaşıp ayrılırken dediği gibi, belki bulutların üstündeki ülkede görüşmek üzere..
60'lı yaşlarında, kıvırcık simsiyah saçlı, simsiyah gözlü bir adamdı Mauricio. Pretoria'da kaldığımız butik otelin ufacık bahçesinde kahvaltı ederken karşılaştık. Yanınızda çocuk olunca insanlar daha kolay iletişim kuruyorlar sizinle. Köpekle de böyleydi. Bir sıcak hava esiyor, bir karşılıklı "iyi başlama" oluyor, bir daha insancıllık, yumuşaklık oluyor iletişimde. Mauricio'yu ilk gördüğümde de böyle bir gülümseşme oldu aramızda ve masasından kalkıp masamıza gelip, kızımın çenesini okşadı ve: "Portekizli mi bu, çok güzel gözleri var" dedi. "Hayır yarı Türk yarı Alman" dedim ve safça sordum "Siz nerelisiniz?". Güldü ve tabii "Portekizliyim" dedi. Ve ekledi "Alman değil bu, bizim gibi, Akdenizli. Biz başka türlü bakarız. (Ve göz kırparak:) Bizim gözlerimiz konuşur".. Bu adamı seveceğimi o anda anladım.
Mauricio tam 35 senedir Afrika'da. Üstü başı bildiğiniz Afrika'ya misyona gelmiş "beyaz adam" kılığı, yani yeşile çalan krem rengi keten pantolon, bol cepli, kolları dirseklere dek kıvrılmış, aynı renk bir gömlek, keten şapka ve kahverengi ayakkabılar. Bir savaş muhabiri, safari tur lideri ya da uluslararası casus gibi.. Sanırım bu kıyafetten 7 tane falan var, başka şey giydiğine de, giysilerinin kirlendiğine ya da koktuğuna da şahit olmadım. Her sabah kahvaltıda ve akşam çayından yemeğe ve uykuya kadar birlikteydik. Gün içinde her birimizin çok yoğun bir programı vardı. Biz turistik işlerle, o ise uluslararası şirketinin Afrika bürokrasisiyle ilgileniyordu. Ghana'dan Kongo'ya, G.Afrika'dan Namibya'ya, Eritrea'dan Fildişi sahiline, bulunmadığı yer kalmamış 35 senede ve Afrika hakkında gerek politik, gerek coğrafi, gerek sosyolojik muhteşem sohbetler ettik, çok şeyler öğrendik ama bunların yanı sıra Maurice'in en küçüğü 4 senedir kanserle mücadele eden 4 çocuğunu ve karısını yılda ancak bir iki hafta görerek geçirdiği 35 senenin yükünü incecik sarma sigarasıyla nefes nefes içine çeken ve geri üfleyen buğulu gözleri etkiledi beni.. Neden insan böyle bir yaşamı 35 sene yürütür? Bunca özlem, yarım yamalak yaşanmışlıklar, kızımı her sevişinde, kucaklayışında kendi kızlarına duyduğu özlem.. Portekiz'den bu kadar uzakta bir hayat..
Maurice'in sadece bir işadamı olduğuna inanmıyorum tabii. O kadar saf değilim. Ama ne olursa olsun (ki bu öğrenmek istemediğim kadar kirli bir gerçek büyük ihtimalle) bizimle geçirdiği zaman içindeki kimliğinden çok etkilendim. hani bahsettiğim "benim insanlarım"dan biri işte, bunca uzakta ve bir daha karşılaşmayacasına.. Kim bilir belki bir başka hayatta ya da dediği gibi, bulutların üzerindeki ülkede..
Ondan öğrendiğim bir sürü şey arasından size de iki üç satır:
- Dünyayı görmek, insanı tanımak; en sonunda sadece kendini tanıyabilsen bile bir kazançtır.
- Hiç bir şeyi, özellikle de işi, ailenin önüne koyma. Yaşlılıkta yalnızlık en kötü şeydir.
- Çocuklarlayken yaşlı köpeklere güvenme. Genç köpek herşeyi unutur, hoşgörülüdür, oynamayı sever ama yaşlı köpek yılların getirdiği bir dünya görüşüne ve daha az esnekliğe sahiptir. Yaşlı köpekler çocukların çevresinde rahat değildir, dolayısıyla ne yapacaklarını tahmin edemezsin..
- Afrika'da kendine güvenli ol, yoksa kokunu alırlar. Sadece hayvanlardan bahsetmiyorum.
- Beyaz adam için her geçen gün daha kötüye gidiyor Afrika, sonunda özüne dönüyor, en baştan olması gerekene dönüyor. Yüz yılda beyaz adamın tek bir getirisi olmadı bu kıtaya.
- (Çocuğu) bırak, kendi başına olmanın tadını öğrensin, yoksa nerede kiminle olursa olsun mutlu olamaz.
- Kaldığın otelde iki kişiyle samimi ol, aşçı ve temizlikçi. İkisi de hem sağlığın, hem de öğrenmek istediklerin için en önemli kaynaklardır.
- Gün batımını görmek istiyorsan, bu kapıdan çık, şu koridoru geç, iç bahçeye çık, duvarın arkasından, dikenli telin arkasından, elektrikli telin arkasından ve diğer elektrikli telin arkasından, ve diğer elektrikli telin arkasından, ve diğer elektrikli telin arkasından.. İşte orada Afrika'nın en güzel gün batımını göreceksin (fotoğraftaki bu işte, sizin için..)
Çok güzel bir yazı olmuş Ceren, eline sağlık. Özellikle son kısmını çok beğendim. sevgiler...
YanıtlaSilDerya adamdı :)
SilFotoğraf şahane aldı götürdü beni yazın. Bir çok madde içinde kendi başına olmakla ilgili kısma takıldım, daha önce de düşünmüştüm üzerinde. Yalnız kalmayı bilmeyen yalnız kaldığında kendiyle geçinemeyen insanlar başkalarıyla hiç geçinemez. Ama insanların çoğu yalnız kalmKtan öyle çok kaçınıyor ki :(
YanıtlaSilEvet evet, ben yalnızlığıyla mutlu şanslı azınlıktanım, değerini biliyorum.. Kalabalık içinde yalnız olmaktansa tek başına kalabalığı yaşamak şans ve güzel bir duygu :)
SilBiz başka türlü bakarız, gözlerimiz konuşur bizim demiş ya! Bittim bu tespite. Evet öyle, gözlerinden okumaya alışmışız biz karşımızdakini. Bir de yaşlı köpek ironisi, kendine güven, yalnız olmanın tadı (yani kimsenin sevgi ve onayını aramamayı öğrenmek), kaldığın otelde iki kişiyle samimi ol ve güneşin batışı ironileri... Şahaneydi, iyi ki bizimle paylaştın...
YanıtlaSilTeğet yaşamlar..
SilÇok etkilendim Ceren...
YanıtlaSilBen de..
Sil