25 Nisan 2014 Cuma

Ölümden korkmak / korkmamak

Dün gün boyu karşı arsamızda Grand Designs mahiyetinde sürüp giden ev yapımı çalışmalarının bam bam küt küt sesiyle mücadele ettim. Normalde ben İstanbul'da yaşamış biri olarak gürültü kirliliğine kafayı takmam, öyle tek pırtta uykusu kaçan, tek gümde komşuya dalan biri değilim yani. Ama Münih'e taşınalıberi, özellikle de şehrin çok merkezinde olmayan, kanun gereği max. üç katlı ve bahçeli şirinler köyü misali evler içinde yaşamaya başlayınca, Türkiye ziyaretlerimde de annemlerin benzer bir ortamda bahçeli evlerinde kala uyuya, gürültüye karşı tahammül seviyem azalmış. Oysa her Türk evladı gibi ben de gürültüyü "hayat enerjisi" ile karıştırıyorum genellikle (çoğunlukla da özlüyorum ha, özellikle etrafta zombi savaşı olmuş da bir ben canlı kalmışım hissi veren Pazar günleri ve tatil zamanlarında!) Velhasıl, gürültü kirliliği vardı dün, daha da olacak galiba. Evropalılar yazı falan asıyorlar, şu şu tarihler arası yoğun gürültü kirliliği (kolon indirmece bam bam küt küt) ve takiben şuşu günler arası hafif gürültü kirliliği (evde vida sökme çıkarma işleri vızzt cızzztlar) olacak, kusura bakmayın falan diye. NaĞĞzik insanlar ne de olsa Evropalı, inşaat işçisi bile Cold Play dinliyor.

Grand Designs dedim de abartmadım, hakikaten enteresan bir ev inşa ediyorlar karşıya. Aynı zamanda da bahçeyle uğraşıyorlar. Ev bitince bahçe de yemyeşil hazır olacak. Bizim zengin mahallesinde yeni trend "açık oturma odası" yani dışardan bakınca insanların yediği bezelye bile seçiliyor. Bizde ve evlerin hiçbirinde perde alışkanlığı yok. Aslında evler mimari açıdan akıllı tasarım, kimse kimseyi görmüyor ve insanlar da birbir evlerinin içine bakmıyor (ben arada yoldan geçerken Türk meraklılığı ile bi göz ucu atıveriyorum). Mahallemizin kokoşları böyle süslenip püslenip oturma odasında Biri Bizi Gözetliyor fantazisi yaşıyor ve yaşatıyorlar. Enteresan.

Velhasıl ordan aklıma geldi, nicedir kızı uyuttuktan sonra Grand Desings'ı izlemiyoruz, izleyelim bu gece dedim. İngiltere'de teeee 70'lerden beri süregelen bir diziymiş bu, şimdiki Kevin McCloud sunumuyla oldukça ilginç. Ben çocukluğumdan beri mimariye meraklıyımdır. Düz çizgi bile çizemediğim halde kendi kendime kağıtlara defterlere hep böyle kuşbakışı evler çizer, mobilyalar döşer, peysaj mimarisini eksik etmezdim. Tabii eciş bücüş çizimler ama bebekle oynamaktan çok daha eğlenceliydi benim için. O nedenle seviyorum bu diziyi. Özellikle Grand Designs Abroad'ı da çok sevdim.

Bu bölümde biri 2, biri 4 yaşında iki çocuk annesi öğretmen bir kadınla eşi hayallerindeki evi yaptırmak üzere yola çıktılar. Aynı anda adam kansere yakalandığını öğrendi ve 6 ayda (sadece 6 ayda, oldukça agresif bir kansermiş ve adam çok gençti..) adam öldü. Kadın tek başına dimdik evi yaptırdı ve içinde iki çocuğuyla oturdu. Tabii ben programa odaklanamadım çünkü aklım uçtu, gitti. İlk başta adamı görünce, böyle sen ben gibi sağlıklı turp gibi adam, evin planını anlatıyor Kevin'e. Sonra iki cümlede özetliyorlar; kanseri ne yazık ki tahmininden daha fazla yayılmış ve 6 ay sonunda öldü diye. Bu kadar. Sonra evin mimarisi.. İngiliz tarzı işte, programın odağı kadının iki çocukla mücadelesi değil tabii, evin yapımı. Ev de güzel oldu, bakın burda linki. Özellikle çatısı ilginç, değil mi? Kadın biraz maddi sorunlar yaşadığı için tabii biraz küçüldü ama 300.000 Pound'a (oldukça ucuza) maletti ve güzelce döşedi, sağa sola babanın fotolarını astı, eve yerleşti. Çocuklarını mutlu mutlu büyüttü.

Beni tabii bir dehşet saldı. İnsan "ay benim başıma gelse dayanamam" dememeli, çünkü yukardaki melekler midir nedir onlar bu tip sözlerinizi hemen kayda alıp, sizi bizzat bu durumun içine atıp, "bak işte yaşadın, dayandın" dedirtiyorlar. Karmanın böyle "olumsuza odakla, olumsuz da gelsin yakana yapışsın" durumu var. Aman dikkat yani. Yine de ben kadına hayranlık duydum, ne güçlü bir kadındı o. Bir kere hep olumluya odaklandı ve şansına mimar da işçiler de hep iyi insanlar çıktılar, kadını kazıklamadılar, kadın da onların önerilerine değer verdi. Kadın hem öğretmenlik mesleğini sürdürdü hem iki çocuğunu tek başına büyüttü, programın güzel yanı 1-2 sene geçiyor ev yapılırken malum. Kadın dedi ki "kimse GERÇEKTE sizin ne durumda olduğunuzla ilgilenmiyor, her şeyi siz tek başınıza yapıyorsunuz, yapmak zorundasınız". Bu çok can alıcı bir cümleydi bence.

Ben ölümden korkuyorum. Daha doğrusu, ben hayatımda çok şükür büyüyene dek hiç bir yakınımı kaybetmedim. Hepsi benim çevremde, benimle oldular, büyümemi gördüler. İlk dedemi kaybettim ve o zaman ölüm korkusu saplandı içime. Baya bocaladım o yıllarda, kafamı ölüme taktım, başka şey düşünemez oldum. Belki tüm yaşamın anlamını arama, dünya seyahati, çeşitli çeşitli uğraş ve hobiler edinip çabuk sıkılma, sevgililer bu ölüm korkusundan kaynaklanıyordu. Belki değil, tamamen öyle aslında (bir itiraf daha, J.'nin önderliğinde bu hafta itiraf haftası adeta!)

Hayatım ölümden çok korkmak, hiç korkmamak ve yine çok korkmakla geçiyor. Ölümden korkmamaya Semo'yu kaybedişim neden olmuştu. Birden hayatın anlamsızlığı ve ölümün birden geliverip herşeyi kapatışını idrak ettim ve birden korkmamaya "öbür taraf var, kesin var, yeşil çimenlerde Semo'yla koşacağım ben" fikri hayatımın merkezine oturmaya başladı. Uzun yıllar ölümden korkmadım. O yıllar en zor yıllardı aslında, ölümle içiçe, aklımdan çıkmadan, olumlu düşünebildiğim tek şey "bunu da yaşamalıyım, bunu da görmeliyim ki öbür tarafa gidince anlatacağım şeyler olsun oradakilere" oldu. Bu felsefeye devam ediyorum hala..

Sonra işte gebelik, Maya'nın doğumu. Hayat bir ölçüde değişiyor ister istemez, yeni bir renk ekleniyor diyelim. Olumlu ya da olumsuz getirilere odaklanmak yine insanın elinde. Ama tek bir şey var ki; insan yine ölümden korkmaya başlıyor. Bu sefer ben ölmemeliyim; onu büyütmeli, yetişkin hatta yaşlı bir insan olduğunu, kendi ayakları üzerinde durduğunu görmeliyim korkusu başlıyor. Dediğim gibi aslında karmaya fırsat vermemek lazım bu tip konularda, tabii ki annesiz büyüyen milyonlarca çocuk var, hayatta dimdik durabilen, sevgiyi anneden olmasa da başkalarından alabilen, güçlü insanlar olabilen. Yine de işte, insan çocuğu küçükken hasta olmamalı, ölmemeli dostlar. Bir blogger yazmıştı, kimdi hatırlayamıyorum (hatırlatırsanız hemen düzeltir adını eklerim, emeğe saygısızlık olmasın) "Ölüm anneye yakışmaz" diye. Katılıyorum.

13 yorum:

  1. Belki başkaları yadırgar ama senin beni anlayacağını biliyorum, başkaları için kıyaslanamayacak bir şey belki ama, senin düşündüklerini çoğu zaman kedim için düşünürken buluyorum kendimi. Ölümden zerre korkum yok, öleceksin bitecek işte.Anestezi almış gibi, derin bir uykuya dalar gibi. Ben ölürsem kim bakar ona diye düşünüyorum :) Benim gibi kimse bakamaz diye düşünüp üzülüyorum sonra. Sokaklara atılmış, tüyleri keçeleşmiş halde hayal edip türk filmine bağlıyorum olayı :D Kedi anası da olsam, ben de bir anayım ama dimi :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kediyle (tüm ev hayvanlarımızla yani) bebeğin hiçbir farkı yok be Kitapsız Kedicim.. Aynı his, aynı özen, aynı endişe hali.. Tabii layıkıyla bakana, yoksa hayvana da çocuğa da sözde annelik yapan çok insan bozması var.
      Yalnız dediğim gibi düşünme bunları, benim çok ağzım yandı, valla bak olumsuzun hayalini ayrıntılı kurunca oluyor o, evren mesajı yanlış alıyor, tersten yolluyor mu nedir offf

      Sil
  2. bizim de seninle bir karmamız var galiba cerenim..aynı konuda yazı yazacaktım bugün ne acaip sen benden hızlı davranmışsın

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. O kesin! Bazen kıskanmıyorum da çok imreniyorum senin o güzel ifadelerine, o "ah işte tam da benim düşündüklerim"i benden çok daha güzel yazmalarına falan :) Yazın bol olsun karmakardeşim!

      Sil
    2. canımsın <3
      yalnız bu evropalılara niye kılım şimdi iyice netleşti..adamların amelesi bile coldplay dinliyormuş peeeeehhhh çocuğuna elma diyen adamdan hayır mı gelir allasen:)

      Sil
  3. Münih'e taşıma aşamanız ya da oraya yerleşme ile ilgili deneyimlerinizin yazdığı bir başlık var mı blogunuzda ? Ben ara'dan search ettim ancak bilemedim, kişisel merakımdan sormak istiyorum, öyle bir durumum olacak gibi görünüyor. :) Teşekkürler şimdiden.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yok galiba, ben de hatırlayamadım, dur bir de ben aratayım.. Münih harika bir şehir, hiç soru işaretiniz olmasın, gönül rahatlığıyla taşının :) Herhangi bir soru / öneri isterseniz yazabilirsiniz.

      Sil
    2. Evet çok mutlu olurum, çünkü inceden bir evlilik ve yerleşme durumları var gibi görünüyor. Şimdilik çok erken olsa da bir ön araştırma yapıyorum deneyimi olanlar ile konuşuyorum. Sizin blogunuzu zaten bir süredir okuyordum, böyle bir durum olunca sormak istedim. Sanırım yazı yok ama özelden bir e-mail göndermek isterim ilerde. Çok teşekkürler :)

      Sil
    3. Tabi, her zaman.. Kolay gelsin, iyi başlangıçlar dilerim :)

      Sil
  4. Ben de cok korkuyorum. Hastanede refakat geceleri korkum doruga cikmisti.
    Bir de ben Izmir'den kalma aliskanlik, sahil yolu boyunca acik perdeli evlere bakardim. Acik perdeli evlere bakarim, insan varsa bakmam.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. :/ Bu gece de bende birşeyler var, içim böyle hop hop bir sıkıntı var hayra yoralım.. Güzel de bir gündü oysa :(
      Perde efil efil baktırıyor :)

      Sil
  5. Bir de Discovery Channel'da Ağaç Evi Ustaları var, ben de onu pek seviyorum :)
    http://www.discoverychannel.com.tr/programlar/agac-evi-ustalari/

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ya biliyorum, ben de bayılıyorum ona.. Link için de teşekkürler :)

      Sil