İngilizcesi Enlightened Despot. Bu tanımı ilk kez Amin Maalouf'un bir romanında okumuştum. Sonra wikipedia'dan tam anlamına baktım ve pek kitaptaki anlamıyla ilişkisi olmadığını görünce biraz daha araştırdım, özellikle kavramın tarihsel geçmişi ilgimi çekti. O zamandan beri de üzerinde çok sık düşündüğüm bir konu oldu, özellikle de şu son dönemlerde. Sadece politik evrende değil, sosyal yaşamda da sık sık bu aydınlanmış zorbalarla karşılaşıyoruz. Bazen yan komşumuz, bazen okulda öğretmenimiz, bazen eşimiz, babamız, annemiz, kardeşimiz. Biraz felsefe, tarih, sosyal bilimler ve sanat okumuş yazmış, üç beş sanat eseri, bir iki ülke görmüş, bununla da kendini "aydınlanmış" sanan ama gerçekte yaşam ve eğilimleriyle sadece kendi doğrusunu savunan ve bu doğruyu kendisi dışındaki herkese empoze etmeye çalışan insanlar.. Her alandalar.
"Doğru" nun tek olduğunu sanarlar. İyilik, güzellik ve doğru; evrensel ve tektir diyen modası geçmiş anlayışa inanırlar. Benim gibi düşünen yaşasın, benden farklı olanın vay haline derler. Benim düşüncelerim, benim inançlarım, benim tutum ve yargılarım.. Benim tanrım, benim dinim, benim mezhebim, bizim gibiler.. Benim ailem, benim çocuğum, benim mallarım, mülklerim.. Benim sağlığım, benim yaşam alanım, benim refahım.. Ben, ben, ben. Gerisi ne olursa olsun. Biz klinik psikologlar bunu narsistik kişilik bozukluğu, büyüklük sanrısı, psikoz başta olmak üzere çeşitli psikolojik hastalıklarla ilişkilendiriyoruz ama hadi siz kısaca bencillik, kendini beğenmişlik, saygısızlık da diyiverin. Tanımlamalar o kadar da önemli değil..
Bir insan cahilse, düşünmeden inanan türde bir insansa, görmemişse, okumamışsa, bazı sosyal veya ekonomik sıkıntılar nedeniyle kozasından çıkamamışsa; anlarım. Ama okuyan, kendi ayakları üzerinde duran, gören, gezen, araştırma özgürlüğü olan bir insanın bu kadar dar kalıplar içinde kalmasını anlayamıyorum. Nasıl olur da sadece benim doğrum, gerçek doğru diyebiliriz? Doğru, iyi, güzel; bu kavramlar içinde bulunduğumuz çağa, mekana, rollerimize ve daha bir çok fiziki, sosyal ve psikolojik değişkenden etkileniyorsa.. Evrensel, tek bir doğrudan, iyiden, güzelden söz etmek mümkün müdür?
Empati.. Karşındakini anlamaya çalışmak. Sana çok ters olsa bile bakış açısı, onun düşüncesine saygı duymak. Eylemine demiyorum, düşüncesine. Eylem farklı bir konu, bir tek cana zarar geldiğinde, eylemin iyisi olmaz, tümü yanlıştır diye düşünüyorum. Ama düşünce, özgürdür; ifade özgürdür; haber alma ve tartışma, özgürdür; protesto etmek de özgürlüktür. Bunun aracı yakıp yıkmak, zarar vermek olmadıkça.
Aydınlanmış despotlara geri dönersek.. Evet heryerdeler. Herşeye karışma özgürlüğünü kendilerinde görüyorlar. "Onu öyle yapma, bunu böyle yapma, şu şekilde olmaz, bu şekilde yapılmaz". Yeni anne olursunuz, herkes sizden iyi bilir emzirmeyi, bebeği giydirmeyi. Çocuksanız, herkes size: "koşma, terleme, yapma, etme" demeyi çocuk eğitimi sanar. Yeni işe girersiniz, çalışma arkadaşlarınız hemen "o öyle yapılmaz, böyle yap" der. Peki neden? Böyle gelmiş böyle gidecek; sizinki daha pratik, daha çağdaş, daha mantıklı bir yöntem olsa bile. Üzerinizde hakimiyet kuran, kendini sizden daha güçlü gören bir "zorba"; hele ki o konuda kendini bir de "aydınlanmış" görüyorsa; bu böyle olacak, doğrusu budur, bitti.
Doğru bile olsa, siz o yoldan gitmeme hakkına sahipsiniz. Siz kendi hatalarınızı yapma, bundan kendinizce birşeyler öğrenme hakkına sahipsiniz. Bir insan sizden daha deneyimli, daha aydın diye sizin "hata yapma" özgürlüğünüzü elinizden almamalı. Hata yapma, düşme, kalkma.. Öğrenme. Hayat bu.
Aydınlanmış zorbaların hakimiyeti altında mutsuzuz. Onların doğrusu, onların inancı, onların ilke, tutum ve alışkanlıkları altında kendimizi bulamıyoruz. Siliniyoruz. Eziliyoruz. Biz sisteme uydurulunca, bu sefer farklı düşünen, farklı yaşayan, farklı tutum ve davranışları olan insanların sindirilmesine göz yumuyoruz. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın, aman evladım sen karışma.. Öyle böyle; insanlar en ufak şeyden birbirlerine girmeye, "öteki"ni anlamak ve tanımak istememeye, biz ve onlar olmaya başladılar. Bugün geldiğimiz noktanın artık bir açıklaması yok; kutuplaştırılmış toplum, nefret söylevleri, sabrı taşan, yıkımın bir adım önünde duran bir ülke. Mutsuz insanlar. Mutsuzuz. Sevgisiziz.
İyice dibe batmadan bazen suyun yüzeyine çıkmak mümkün değildir. Amerika'nın "Seal" denen donanma komandolarını düşünün. Bu askerler eğitimlerinin bir parçası olarak elleri kolları zincirlerle bağlı, vücutlarına ağırlık bağlanarak havuza atılırlar. Eğer suyun yüzeyinde çırpınırlarsa, bir süre sonra yorulur ve dibe batarlar. Ama eğer battıkları noktada ayaklarıyla dibi iterlerse, o zaman yüzeye çıkarlar. Dolayısıyla bu eğitimde batmayı öğrenmek ve her sefer dibi daha güçlü iterek, her sefer daha yükseğe çıkmak amaçlanır. Bu fiziksel ve psikolojik donanma eğitiminin bir parçasıdır. Zorluklarda hep aklıma bu Seal'ler gelir.
Aydınlanmış zorbalara karşı durabilmek için, ne kadar dibe batmış olsak da, dipten kendimizi yüzeye itecek gücü bulmalıyız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder