Bizim "mozaik mozaik" diye birbirimizi uyuttuğumuz güzide memleketimizde bir milliyetçilik akımıdır gidiyor ve aklı selim hepimiz endişe duyuyoruz. Bu konuda benden çok daha akıcı yazan onlarca yüzlerce kişi var ve 90'ların başında patlayan Türk Popu'nun o acaip şarkı sözleri polemiği sırasında Serdar Ortaç'ın "Türkçe'de kullanılabilecek tüm kelimeler, farklı gramatik permütasyonlarla denendi, artık matematiksel açıdan daha önce kullanılmamış bir cümle kurmamız mümkün değildir" demesi gibi, ben de bu konuda daha ne denebilir, yazılabilir, çizilebilir bilmiyorum. O nedenle ben yine kendi bakış açımdan yorumlayacağım bu sıkıntılı durumu.
Elalemin sigara yakıp, komşunun dedikodusu ve memleketin nasıl kurtarılabileceği arasında gidip gelen kısır sohbeti sırasında yaşanan o "bilinç tutulması" anlarında, ben ve benim gibi toplumda "tek tahtası eksik" tabir edilen asosyal insanlar şu konuları düşünürüz:
1. Işık hem dalga, hem tanecik ise; bu iki birimi içeren bir başka belirleyici olmalıdır.
2. Yıldızlardan gelen ışık bize milyonlarca yıl sonra ulaşabiliyorsa "sevgilim bak bu bizim yıldızımız olsun mu?" dediğimiz yıldız aslında çoktan sönmüüş olabileceği için, aslında var mıdır, yok mudur?
3. Bu kadar yılda hepimiz iyice birbirimize karışmışken, hala öz-türk, öz-müslüman, öz-hakiki "ben ve ötekiler" tartışması yapmanın manası nedir? Herkesin tek renk ve doku olduğu bir ülkede nasıl yaşanır, bu sefer kime ve neye kafa takılır?
İşte kafam bu sorularla dolu halde yürürken çok sevimli iki "kafadar" çıktı yoluma. Bizim memlekette "akbaş" tabir edilen, orta boy boz sokak köpekleri vardır, bilirsiniz. Son derece karışık bir ırktır tabii ki ve sokaklarımız ve hayvan barınaklarımız onlarla doludur. "Niteliksiz köpek" bile dendiğini duydum bu güzel hayvanlara. işte bunlardan biri, fıkır fıkır bir boz erkek köpek hoplaya zıplaya, dili dışarda geldi yanıma. Kulak arkasını biraz sevdirdi, sırtının ortasında o "ulaşılamaz alan"ını kaşıttı ve kuyruğunu sallayıp burnunu değdirdi koluma, klasik. Hemen arkasında onun bir boy büyüğü, tasmalı, bol kaslı, parlak tüylü, dik kulaklı, türünün belli ki secereli bir bireyi olan bir alman çoban köpeği (shepherd) vardı. O da erkek. Erkek köpekler pek geçinemez, özellikle ssahipli olanlar dayılanır, o nedenle biraz endişeyle izlemeye başladım ilişkilerini. Bu iki kafadar hemen koklaştı, ön ayaklarını yere indirip kıçlarını tepeye dikerek "oyun pozisyonu" na geçtiler, içim rahatladı.
Ben tabii sanıyorum ki bizim akbaş oğlan, alamancı Hans'a (adını tabii ki bilmiyorum, sahibi yoktu etrafta ama ben onda ırkından ötürü bir Hans'lık ya da Helmut'luk sezinledim) imrenerek bakacak, heybetli ve temiz ya.. Biraz alttan alacak, belki kıskanacak, hayran olacak. Olay tam tersi tabii ki. Hans akbaşın etrafında pervane. O nereyi koklarsa, bu da heyecanla atlıyor, hep bir adım arkasında. Denize girdi akbaş, hans korktu ve bekledi kıyıda. Akbaş oralı olmaz bir tavırla, burnu kuyruğu dikmiş havaya. Hans ezik büzük peşinde, el etek öpme halinde, yalaka. Demek ki hayvan aleminde görünüş, büyüklük, secere yalan dedim kendi kendime. Tabii ki öyle olacak aslında çünkü genetik açıdan akbaş çok daha mükemmel yapıda. Doğada ne kadar karışırsa ırklar, genetik açıdan o kadar güçlü oluyorlar. Safkan ırkların zekası daha düşük, çok sık hastalanıyorlar, türlü sorunları oluyor. Ama melez ırklar her açıdan daha şanslı ve çok daha uzun ve sağlıklı yaşıyorlar - tabii bizdeki gibi sokakta kalmadıkları sürece.
Tüm bunları düşünürken; bu tek renklilik, hepimiz Türk'üz mantığı nasıl saçma geliyor değil mi? Daha ötesi, genetik araştırmacılar toplumda eş seçmeyi incelerken şunu bulmuşlar: beden kokusu birinden hoşlanmanın en temel belirleyicisi ve insanlar eşlerini seçerken onlara hoş gelen beden kokusu, aslında genetik açıdan onlardan en farklı bireylerdeki koku oluyormuş. Bu da akrabalar arası (ensest) ilişkileri engellemek, gen havuzunu olabildiğince genişletebilmek ve farklılaştırabilmek için doğanın bize ufak bir kıyağı işte. Anlayabilene tabii.
Son zamanlarda bakıyorum, bizim memleket tek tip olmaya özendiriliyor. Zaten düşünmeyi imkansız kılan tek tip eğitim ve kültürün dayatılması ile davranış açısından herkes aynı hale getirilmişti de, bunun üstüne bir de herkes aynı fiziksel özellikleri taşır hale gelmeye başladı. Erkeklerde kirli sakal, gömlek kolları kıvrılmış; kızlarda düz siyah saç, uçları katlı kesim, üstte gözün birini ya da tümünü örten kahkül. Hepsinde aynı bayık bayık bakış (bu da TV dizilerinden özeniliyormuş). Kabus gibi! Arada böyle kırmızı bir saç, turkuaz bir eşarp, bembeyaz mini mini bir şile bezi elbise uçuşsa diye arıyor gözlerim ama ne yazık ki herkes tıpatıp aynı. Kıyafetler aynı. Eskiden utanırdık biz aynı kazağı giyen birini görünce, şimdi moda böyleymiş, askeri üniforma gibi. İçim daralıyor bu tek renklilikten.
Kocamın muhteşem saptamaları var Türkiye ile ilgili, arada yazıyorum biliyorsunuz. Bunlardan bir tanesi, mesela uzun yolculuklarda yol kıyısına kurulu standlar hakkında. Bana şöyle soruyor: "neden 1km boyunca tüm standlarda kavun satılıyor da birinde de karpuz olmuyor? O karpuzcu ne çok kazanır halbuki" diyor. Haklı, şimdi ne denir buna? Kavun mevsimi desen, e karpuz da aynı mevsim. Daha komiği, mesela Ege yollarında arka arkaya 10 standta sadece incir ve içi doldurulmuş peluş koyun oyuncak gördük. Ama hep ikisi bir arada. Neden böyle hakikaten? İncir + peluş koyun. Ama incir + peluş ayı ya da üzüm + koyun ya da daha radikal bir şekilde karpuz + yel değirmeni yok! Acaip.
Acaba tek renkli sosyal yapının bir başka göstergesi mi bu, yoksa ben bir "boyalı kuş" olarak her tozdan nem kapmaya mı başladım bu sistemin içinde?
Hamiş: Bunu yazdım, bitirdim, otobüsteyim. Önümden şortlu sevgilisinin elini tutmuş halde, sadece gözleri gözüken kara çarşaflı bir kız geçti. Geçerken de eteğini topladı sürünmesin diye ve dize kadar gördüğüm görüntü: Yeşil Converse ayakkabı, çorapsız dize kadar açık bir bacak.. Güler misin, ağlar mısın şimdi?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder