Öyle enteldi, öyle enteldi ki; herhangi bir sohbeti beş dakikada Almadovar'ın filmlerine getirebilirdi.. Başka konularda fikir beyan ettiği de pek görülmezdi aslında. Biliyordum, çünkü bizim ülkede mesleki konferanslara (sunum yapan üç-beş ilim insanı dışında) hep aynı tipler katılır; pek iş yapmayan ama başkası ne yapmış bilmek isteyen tipler.
Orada durmuş, (ellerini kollarını sallayarak) hayran olduğu filmlerin birinden bahsediyordu ve çevresinde hatırı sayılır ölçüde insan biriktirmişti. Mesleki camiada moda olan top sakalı ve kalın çerçeveli siyah kemik (yakından incelenirse plastik olduğu anlaşılabilen) gözlükleri vardı. Saçları yeni kırlaşmaya başlamıştı ve çok çalışarak biryerlere gelmiş olan bağımsız orta yaşlı (toplumda "geçkince" diye tabir edilen) kadınlar için çekici bir adamdı. İyi marka şarabın su gibi akıtıldığı ve başka da bir özelliği olmayan, son derece sıkıcı mesleki toplantılardan birindeydik ve ben yalnızken her zaman yaptığım gibi insanları inceliyor, kendi kendime onlar hakkında hikayeler yazıyordum. Söylediklerinden çok abartılı el kol hareketleri dikkatimi çekiyordu (anlattıkları sıradandı ve ilgimi çekmiyordu). İçimden "bu adamın evinde üçten fazla kedisi var ve geceleri kareli, bordo bir robdöşambr giyiyor" diye geçiriyordum. İkram edilen Rose'de iş yoktu, ilk kadehten sonra kaçmaya niyetliydim.
Sonra; "oku kızım, mesleğin kolunda bir altın bileziktir" sözleriyle yetiştirilmiş (ve aile içinde asla yüzlerine vurulmasa da; okumayı biraz fazla "kaçır"ıp, bu nedenle evlilik trenini de "kaçır"dığından şüphelenilen) geçkince (ve hepsi çakma sarışın) kadınlar grubundan yükselen (ve bu sosyal tabakanın cilveleşme anlayışı olarak tabir edilen) şuh kahkahaların arasında, adamın tok sesiyle dile getire-yazdığı (tek renge ve tek dokuya indirgenmiş) kelimeler kulaklarımı doldurdu. Adam "asla kelime fikrin önüne geçmemeli" diyordu (Andre Gide'den çalmıştı bu fikri); kırmızı tırnaklı, uzun topuklu, bodur (..tavuk her daim piliç) ilim kadınları hayranlıkla başlarını sallıyorlardı. Adam "Almadovar'da da böyledir" diyordu; evde gizli gizli Türk dizilerini izlemekte olan kadınlar başlarını sallıyordu. Adamı kaç kişi dinliyordu? O an belki de adamı dinleyenin birtek ben olduğumu düşündüm, oysa adamı dinlememek için özel bir güç sarfediyordum. Onu ve onun gibi binlerce topsakallı, üç kedili, Türk yazarlarından Elif Şafak ve Tuna Kiremitçi'yi seven, her sene yaz aylarında annesinin Ayvalık'taki yazlığında emekli teyze ve amcalarla okey oynayan, tabii ki orkide yetiştiren (ve tabii ki orkidelere dipten su verilmesi gerektiğini bilen) tüm o insanları dinlememek için..
Adamın boş konuşmaları, kadınların kahkahaları ve rose'nin kalitesiz tadı canımı sıktı; arkamı döndüm, çıkıp gittim..
Ya; CERENMUS;
YanıtlaSilNereden düşünebiliyorsun böyle? 3 kedili deyince gülmekten yerlere yattım, sabah sabah hiç bu kadar gülmemiştim...
Adamı da çok güzel tasvir etmişsiniz, inanıyorum ki düşündüğünüz tiptedir mutlaka.