Geçen hafta, Avustralya'dan tüm eşyalarımı ve belgelerimi alan iki bavulla ayrıldım. Hayattaki tüm varlığım; kıtalar arası yolculuk yapan, yeni bir yaşam kurmamı sağlayan, psikolojik olarak bağlandığım ve gerekli saydığım tüm mal ve maneviyat varlığım iki bavula sığdı..
İşin daha tuhaf yanı, "gerçekten" önemli olan eşyalarım - fotoğraf makinam, 17 senelik günlüğüm, çocukluğumdan beri yanımdan ayırmadığım teddy-dog Herby'm, diplomalarım, bilgisayarım, cüzdanım, pasaportum, telefonum ve mp3-çalarım - ufak sırt çantama sığdı ve benimle birlikte kabinde seyahat etti..
Ünlü zenginlerimizden birine ait güzel bir hikaye vardır; zenginimiz hasta yatağında oğluna der ki: "beni mutlaka ayağımdaki çorabımla gömün, ne yapın edin, bu benim için çok önemli, o çorap ayağımda olsun!" Zenginimiz ölür, oğlu cenaze hazırlıklarında imama bu dileği iletir, imam der ki "mümkün değil, dinimizde çorapla gömülmek yoktur". Oğul yalvarır yakarır, herşeyi dener, kabul ettiremez. Zenginimiz çorapsız gömülür. Cenazeden sonra vasiyet açılır, bir mektup çıkar oğula, yazar ki "gördün mü oğul, bir çorabı bile götüremedim mezara, nerde kaldı mal mülk.. ona göre yaşa, bir çorabı bile götüremeyeceğini bilerek.."
Güzel bir hikayedir, iki bavulla gelirken bunu düşündüm. Öte tarafa bir çöp bile götüremiyoruz ama bu tarafta da aslında önemli saydığımız mal-mülk dediğimiz, eninde sonunda bir sırt çantasını doldurmayan şeyler demek ki.. Tuhaf değil mi?
cok bilgece bir 'hayat dersi' notu yazmissin canim benim! hayat dersi derken kendim de bir garip hissedip kikirdadim! yeni maceralarin icin bol sans dilerken, bir sirt cantasina sigdirabildigin mal varliginin otesinde, dunyanin her yerinde seni cok seven bir 'insan varliklari yatirimi'n oldugunu da hatirlatmak isterim.
YanıtlaSil