19 Ağustos 2025 Salı

Ağustos Ortası Raporu

Ağustos 1 dedik mi, Bavyera eyaletinde okullar kapanıyor. Almanların herşeyleri gibi yaz tatilleri de planlı programlı, yollarda ve mekanlarda doluluk yaşanmaması için, eyaletlerin hepsi aynı anda tatile çıkmıyor. Kuzeydekiler, biraz da hava durumu nedeniyle tabii, bizden neredeyse 1 ay önce çıkıp Ağustos ortası okula dönüyor mesela.. En geç çıkan, en güneydoğudaki Bavyera eyaleti... Ağustos 1'de tatil başlıyor, 6 hafta boyunca yani Eylül 15'e dek sürüyor tatilimiz. 

Normalde hemen Türkiye'ye kaçardım ama bu sene tatilin ilk 18 günü Almanya'da kalmayı tercih ettim. Biraz buranın yazını yaşamak istedim (ama Murphy ters köşe etti, şu son birkaç güne dek 14 derece yağmurlu havayla diz dize göz gözeydim), biraz da çocuklar ısrar ettiler, arkadaşlarıyla planları vardı. Fakat açık söyleyeyim son 3-4 gündür o kadar zorlanıyorum ki, depresyonun dibine vurdum (resmen ölümü, ölmeyi falan düşünüyor, huzurla ilişkilendiriyorum yahu! Karnımda kırmızıdan mora çalan, garip, ben gibi bir şey çıktı, hem korkuyorum hem de tuhaf bir huzur kaplıyor içimi!)

18 günün en güzel günü <3 açıkhavada film

Neyse bu hafta geliyoruz memlekete inşallah kısmetse. Karnımdaki şeyi de göstereceğim tabii. Umarım kötü bir şey değildir çünkü eminim tuzlu suyla ilk temasımda hayat birden 180 derece değişecek, birden aşırı mutlu, neşeli bir insan olup "aman da hayat ne güzel, yaşamak ne güzel" olacağım...... Neyzen Tevfik ne der: "Ben kaç kişiyim?" (Bunu "bende kaç ben var" olarak yazacaktım ama şu "ben" konusu, bu sıra tekin bir konu değil.... :P ah şu çift anlamlı kelimelerimiz ah).

Bu 18 günde neler yaptık bak:

İlk hafta hava buzzzz gibi ve yağmurluydu. Bay 8 yaş önce "İlk Yardım Kursu"na gitti, sonra "Çakı Ehliyeti" aldı :))) Bir gün babasıyla işyerine gidip stajyer oldu, bir gün de babası ve kuzenleri önderliğinde doğadan mantar toplama aktivitesine gitti (gece de yediler bu mantarları ama ben dedim aman sakın ha, "babana bile güvenme, ölürsün valla" neyse benim oğlan dışındakiler tüm mantarları afiyetle yemişler - kimse de ölmedi, şaşkınım). Bayan 12 yaş ise, "yıl içinde çok yoruldum, yıprandım, dinleneceğim" diyip, tüm hafta boyunca evde keyif yaptı. Bu şu demek oluyor: 11'e dek uyanmamak, tüm gün pijamalarla takılmak, yatakta, hamakta ya da salon koltuğunda yatıp bacakları havaya dikerek kitap okumak (ne enfes şeydir, bilirsin..) İlk hafta, bu şekilde gayet güzel geçti bitti. "Aman da ne kadar güzelmiş Almanya'da tatil" türü cümleler yazmışım defterime, şimdi bakınca ağlamaklı oluyorum :))))

İkinci hafta, Bayan Sosyal Kelebek pijamalı ev hayatından sıkıldı tabii. Bu sefer de paso sosyal aktivite içine girdi. Şansına hava da düzelince, arkadaşlarıyla buluşmalar, piknikler, havuza gitmeler, göllere gitmeler, gece birbirlerinde kalmalar derken çocuğu 7 günün anca 3 günü falan görebildik.. Fakat bu sefer de oğlum "evcilleşti". Ama oğlan çocuğunun evcilleşmesi malumunuz, kız gibi önce kitap kurduna dönüşmek, koza kurup sonra da sosyal kelebek olarak hayata uçmak şeklinde olmuyor. Sabahın 7'sinde kalkmak ve totosu oturak görmeden akşamın 8'ine dek koşturmak anlamına geliyor. Üstelik 5 dakikada bir anneeeeeaaaaağ sıkıldığğğğğğğm. 

ana oğul saçlarımızı pembeye boyadık, nasıl olmuşuz?
:))) şaka şaka, app ayol.
ama ben şahsen sevmedim de değil!

"Anneaaağ" kişisi de bu sene "kariyer meraklısı" oldu malum, benden hizmet bekleyen bir sürü danışanım var, gün içinde en az 4-5 saat çalışmam gerekiyor, danışanlara "kusura bakma kardeş, 6 hafta depresyonunla, anksiyetenle sen kendi imkanların dahilinde ne yaparsan yap, ben tatildeyim haydi baaaay" denmiyor.. 

Baktım olmayacak, 10 günlük bir plan yaptım yavruya. Planlama uzmanı anneyiz ne de olsa.... :))) Maksat: Namım yürüsüüüüün. Evladıma çizelge çizdim. Günde 11 tane yapması gereken iş var: açık havada zaman geçirmek, anneye ev işlerinde yardım etmek, spor yapmak, 30dk kitap okumak, 5 adet matematik problemi çözmek, 30dk nintendo oynamak, 1 saat tv izlemek, 1 porsiyon sebze yemek, oyuncaklarla oynamak, ailecek oyun oynamak ve 30dk anneyle kucaklaşmak :)) 

Tabii ebeveynlik demek %50 tehdit, %50 rüşvet demek, bilirsin... Ben de rüşvet olarak şunu sundum: 11 madde, 10 gün yani 110 madde eder. Eğer bu maddelerin 50'si başarılırsa 5 euro ödül (sadece tv izlemek, nintendo oynamak bile 2 maddeden 20 puan ediyor yahu!), 50-80 arası başarılırsa 10 euro ödül, 80-100 arası başarılırsa 20 euro ödül ve 110'u birden başarılırsa taaaaaam 25 euroluk ödül :))) Allahım benim gibi sosyalist biri nasıl buncağız kapitalist yavrular yetiştiriyor yahu?! Utanç tablosu ama başka türlü olmuyor yahu yeminle olmuyor! Bir de ihtimal vermedim, bu bir iki gün yapar sıkılır kesin yırtarım dedim... Tabii evlat kapitalistin önde gideni, 110'unu birden başardı babasını satiim ya!

sıkılan çocuk yaratıcı olur, 
bizimkinin yaratıcılığı bile kapitalist yahu!

Öyle böyle 18 günü bitirdik görüyorsun..... Hayattayız. 

İnnnşallah yakında Bursa'ya ve oradan da İzmir'e varabilirsem, ben de birilerinin çocuğu, birilerinin özlediği arkadaşı, birilerinin kıymetlisi gibi davranabilirsem, biraz kendime gelirim diye umuyorum. Biraz da tuzlu su, güneş, baygın sardunya ve zeytin kokusu, Ağustos sonu geceleri, süt süt ot kokusu..... Çok özledim çok.... İnşallah sağlıkla, neşeyle, huzurla geçer şu 3 haftalık tatilimiz, inan çok ihtiyacım var sevgili blogcuğum, çok.......

Haydi kal sağlıcakla, Ağustos sonu rahatlamış, huzuru bulmuş vaziyette buluşalım yeniden canım blogcuğum.....

3 Ağustos 2025 Pazar

45 Dakika Yazıları - Ağustos 1

Evi mislerrrr gibi temizledim. Kahvemi aldım. Sağıma soluma baktım "biri için gerekli miyim?" diye.. A a, nasıl olduysa; hayır gayet gereksizim! Kızım odasında "takılıyor", oğlumla eşimin 12 derecelik ve durmaksızın sağanak yağışlı haftasonuna şuursuzlukla denk getirip gittikleri çadır kampından dönmelerine de 45 dakika var. E bu bir işaret değilse nedir? :) O zaman haydi; silmeden, düzeltmeden, bilinçakışı....

Birkaç haftadır, böyle boşluklar buldukça izlediğim önü topu aslında 6 bölümcük bir dizi olan "A Man in Full"u sonunda bitirdim. Buram buram tertosteron dizisi, hakikaten tuhaf bir dünya bu erkeklerinki.. Ne anlamsız hırslar, ne anlamsız göstermeler, gösterme çalışmaları.... Kadınlarda da var elbette ama erkeklerin testosteronla kaplanmış gösterme halleri daha da abartılı. 

Raymond Peepgrass karakteri inanılmaz ürkütücüydü benim için, dizinin sonuna dek "bu adam seri katil olacak, dizi birden dönecek" diye bekledim durdum. İnek yalamış saçlar, o tuhaf gözlük, hem fiziksel hem duygusal anlamda fakir evindeki büyük hırs kavgaları; her şey seri katilliğe doğru gidiyordu. Fakat ne acaip bitti :)) Spoiler vermeyeceğim. Dizinin adı da son sahneye dek benim "ampülü" yakmamıştı, sonra "haaaa a man in full e.... imiiiiş" diye uyandım; ki son sahne acaip komikti, düşündükçe yeniden gülüyorum. Eşime tavsiye ettim, sana da ne bileyim, eder miyim, bilemedim.. Testosteronun gittiği uç noktaları, Amerika'nın turuncu belasının kafasından geçenleri ya da çevrendeki bazı erkeklerin saçma sapan hırslarını anlamak istiyorsan, iyi anlatıyor. Kadın karakterlerse çok zayıf (ki zaten erkek egemen dünyada bu şekilde algılanıyoruz), ona takılacaksan hiç izleme.

Fakat Raymond, bence başlı başına yeni bir dizi olabilecek çapta bir karakterdi. Aynen Breaking Bad'den Better Call Saul'un çıkması gibi, buradan da bir Raymond çıksa izlerim ben.... Oldukça derin bir karakterdi, aktörü tarafından da çok iyi oynanmıştı, fakat derinliği bu dizi içinde yeterince anlaşılamadı...

Karakter aslında hikayeden daha önemli geliyor bana. Bunu tam bir ay önce düşündüm ve dedim ki "neden sürekli hikaye yazmaya çalışır herkes, aslında bence çok daha ilginci karakteri yazmak, derinlemesine.. hikayesi nasılsa gelir peşinden". Aynen böyle düşündüm evet ve o anın galeyanı ile de bir blog açtım: Küçük Beyaz Taşlar

Bu blogta yolları bir şekilde benimkiyle kesişen irili ufaklı karakterler (beyaz taşlar) olsun dedim. Tabii kolay değilmiş, önce kimden başlayacağım sorunsalı beni tam 1 ay oyaladı. Önem sırasıyla değil, rastgele yazmak istiyorum ama ilk aklıma gelenler hep hayatımdaki en önemli insanlar ve birini yazsam diğeri eksik kalacak falan filan derken daraldım.. Hatta öyle bir noktaya geldi ki, kapatıp gitmeyi düşündüğüm andaydım. Sonra neyse bizim İsviçreli çözümü sundu: benden başla :)))

Başladım bakalım... Hiç bilmiyorum nereye dek gidecek. Açtığım sayısız blogtan bazısı tutuyor, bazısı zaman içinde kayboluyor. Temel nedeni elbette benim maymun iştahım ve meselelerimi birbirlerinden kesin çizgilerle ayırma merakım.. Ama bu kötü bir şey değil bence, dinamizm..

İngilizlerin bir lafı vardır; eline çekiç alan her yerde çivi görür diye. Ben de bu sıra her yerde bir hikaye karakteri görmeye başladım, sanki seçip seçip önüme yolluyor hayat bunları. Üstelik bazısına çok öfkelendiğimde de belki bu öfkeyi yazmaya kanalize edebilirim, bu adam / kadın neden böyle diye düşünmektense, yazarak bulabilirim belki nedenini... Ya da dümdüz, gördüğüm şekliyle yazarım çevremdeki insanları. Her insan bir roman derler ya; bence roman olmasa da, en azından bir romanın yan karakteri her insan. Ve bazen romanın kendi hikayesinden çok karakterleri aklımızda kalır.. dedim ve başladım. Bakalım nasıl olacak, ilgilenirsen beklerim.

Aha kahve yine soğumuş. Ve bizimkiler zili çalmak üzere..... Tam zamanı: bzzzzt.