2 Ağustos 2014 Cumartesi

Tek kişilik ruh

Orhan Pamuk "Sessiz Ev" romanında, karakterlerden birini betimlerken "Tek kişilik bir ruhu vardı. Kendi olmayı beceriyordu. Ben olamıyorum.." der. Bu cümle benim beynime kazılı roman cümlelerinden biridir. Yıllardır dilime gelir gider, beni yalnız bırakmaz, durur dinlenir, yine üzerinde düşünürüm. Tek kişilik bir ruh, sadece kendi olabilen bir insan. Kılıktan kılığa girmeyen, olduğu gibi görünen, samimi, içten, belki doğruculuğu yüzünden dokuz köyden kovulmuş, yalnız bir insan gelir aklıma. Bu insanı severim. Bu insan "benim insanım" çünkü.. Benden biri, bizden biri..

Ruhumuzu yalınlaştırmak; doğu felsefelerine, özellikle de ilgimi çeken Zen Budizmi'ne göre, yaşam ödevlerimizin en başında geliyor. Ruhun Tanrı'dan kopup geldiğine, ondan bir parça olduğuna, "bir an" için yaşayıp, yaşam boyu öğrenip, tekrar ona döndürüleceğimize inanıyorum. Doğu felsefelerinde buna ek olarak "tekrar (tekrar?) ona döndürüleceğimiz" sıklıkla inanılır, öğretilerde ve hatta kutsal kitaplarda yazar. Kur'an'da da bu cümle geçer, okuyanlar bilir. Bunu tek bir yaşam olarak alır müslümanlar, çok tanrılı dinlerde ise daha sarmal bir yapı olduğu için belki, bir çok yaşam olarak düşünülür ve ruhun en basit noktadan başlayıp her bir yaşamda öğrendikleriyle gittikçe yüceldiği ve en sonunda Nirvana'ya ulaşarak bir daha yaşama geri gelmeden tanrı'ya kavuştuğu düşünülür. Yani dünya yaşamı bir "an"dır ve bu an sadece öğrenmek ve ruhu yüceltmek için yaşanılır, olanlardan ders alınır, çeşitli sınavlardan geçilir ve tabiri caizse "uzmanlaşana dek" bu yaşam örtüsü yeniden yeniden kuşanılır. Yani öğrenmek ve uzmanlaşmak, daha yüce bir ruh olmaktır yaşamın amacı. Tek tanrıya inandığım halde, itiraf edeyim bu "yaşamda öğrenme" konusuna ve öğrenilecek şeyin de sevgi ve yalınlık olması gerektiğine inanıyorum. Bahsetmiştim, bence "hayatın anlamı" sevgiyi ve yalınlığı anlamak, sindirmek, yaymak. Velhasıl, "tek kişilik ruh" betimlemesi bu nedenle benim için çok anlamlı, güçlü bir betimleme.

İnsanın yaşamında kuşkusuz "diğerleri"nin etkisi azımsanamaz ve sosyal gelişimin ötesinde, psikolojik gelişiminde de "başka ruhlar"ın yeri büyük. Ama yine de insanın kendi kendine, sadece kendisiyle başbaşa yaşamındaki huzuru (ya da daha yalın olmak gerekirse, iç huzuru), sanırım en önemlisi. Kimseye bağlı olmaksızın "ben" olabilmek, kendini birinin karısı, birinin annesi, birinin işvereni ya da çalışanı olarak görmeden, salt bir birey olarak varolabilmek ve kendi kendini tanımaya çalışmak, iç huzurunu sağlamaya çalışmak; sanırım bunlar hayattaki diğer amaçlarımız, anlamlarımız. Bir başka ruha "çıtçıtlanmış", "düğmelenmiş", "yapıştırılmış" olmadan, tek kişilik bir ruh olabilmeyi öğrenmek..

Hamiş: Fotoğraf bizim ön bahçedeki ufacık havuzda bu haftasonu birdenbire açıveren nilüfer (ya da lotus çiçeği..)

2 yorum:

  1. Bu konuda başarılıyım bak, cidden tek kişilik bir ruhum var benim. Kendimle huzurluyum, mutluyum. Dediğin gibi, birilerinin eşi, birilerinin annesi sıfatları olmadan yaşayamayacak, bir sıfır, hiç olacak o kadar çok insan var ki etrafımda. Çok seviyorum seni okumayı. Yine çok güzel bir yazı olmuş.

    YanıtlaSil