Bu fotoğrafta gördüğünüz yer cennet değil, Stockholm Kütüphanesi. Beni buraya kilitleseniz, hiç sorunsuz birkaç sene geçirebilirim - eğer bir ömür değilse.. Kütüphanelere ilgim çok küçükken başladı; okumayı söker sökmez, kitapların o keskin kokusu genzimi yakmaya ve bu koku çikolatalı süt kokusundan bile daha çok hoşuma gitmeye başladığı zaman. Ailem her yaz beni ananemle dedemin yazlığına taşırken, nerdeyse kendi ağırlığımda bir bavul kitabımı da taşırdı. Yatağımın başucundaki göze koyardım, iki kule; biri okunacaklar, diğeri okunanlar. İki kule ki; biri eksilirken diğeri yükselen. Aralarından da deniz gözükür.
Muhteşem koleksiyonlarım vardı; sadece hikaye kitapları değil, çizgi romanlar da. Vardı dedim; hala içim titrer hatırladıkça.. Annem evde kullanılmayan eşya sevmez, bir yaz oyuncaklarımla kitaplarım yok oldular. Büyümüşüm..... Onları ihtiyacı olan çocuklara vermişiz, onlar oynayacaklarmış oyuncaklarla (tamam bu iyi, zaten sıkılmıştım o çocukça şeylerden) ama kitaplar??? Annem de pişman oldu tabii ama nerden bilsin kadın, onun için çizgi roman okunur biter, çizgi romanın koleksiyonu mu olurmuş?? Oysa bendeki REDKITler şimdi inanılmaz değerli, bendekilerde RED sigara içiyor, saçı sarı.. Sonra saçını siyaha boyadı, sigarayı bıraktı. Neyse ayrıntılarda kaybolmayalım, giden gitti.
Bu bana ders oldu. Sonraki yıllarda kitaplarımı özenle biriktirir, ilk sayfasına adımı ve kitap bittiğinde hangi şehirde olduğumu yazar, alfabetik sırayla kitaplığıma dizer oldum. Evet biraz takıntılı bir uğraş ama küçük yaşta öğrendiğim kaybetme korkusu beni bu hallere soktu sevgili blogger'cıklarım, herkesin bir tuhaf huyu oluyor işte. Benimki(lerden biri) de bu "kütüphane fantazisi". Böyle bir hayalim var, birgün kocaman bir kütüphanem olacak evimde. Bir rahat kocaman koltuk, bir okuma lambası ve binlerce kitabım. Bursa'daki odama girenleri şimdiden "hooo" dedirten ufak çaplı bir kitaplığım oldu bile; sanırım 300-400 civarına ulaştım. Bir de ek dergiler, seyahat kitapları falan var, onları saymıyorum. Bazen odama gelen konuklar "bunların hepsini okudun mu?" türünde anlamsız bir yorum yapsa da (yok kiloyla aldım ben onları, dekoratif amaçlı), genellikle odaya girenler hemen kitaplığa yöneliyor ve kısa süre sonra "aaa ben de çok severim bu yazarı, aaa benim de başucu kitabımdır, aaa bunu sen de okudun mu acaip bişeydi dimi" sözleri uçuşuyor havada. Keyifli.
Bursa'daki kitaplığı Münih'teki evime taşıyamadım. Bunun nedeni; kitaplar çok ağır, kutulamak, kargo falan yapmak lazım, biraz pahalıya mal olacak ve biz her 2 senede bir ülke değiştirdiğimiz için henüz güvenemedim kendime. Ama özlüyorum kitaplığımın kokusunu.. Münih'in en sevdiğim kitapçısı ise Hugendubel; çünkü hem kocaman hem de oturma alanları var. Alıyorsunuz kitabı elinize, bakıyor, kokluyor, okuyorsunuz hatta. Aynen Boston Cambridge'deki gibi. Orda da kitapçılar böyle bir hizmet sunuyorlar; bazı kitapların kabı açılmış oluyor, onları kitapçıdan dışarı çıkarmadığınız ve hasar vermediğiniz sürece gidip gelip o kitapçının okuma koltuğunda okuyabiliyorsunuz. Kendi kitaplığım olana dek, benim için güzel bir avuntu..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder