Hoş Geldin Ağustos!
En sondan başlayacağım. Çünkü Temmuz’un son gününde, finalde yani, hissettiğim duygu dehşet mi desem, şok mu desem, Temmuz yine yapacağını yaptı mı desem? 31 Temmuz 2021 hayatımın "asla unutulmayacak" günlerinden biri olarak tarihe şöyle geçti:
Afrikalı gariban kadının biri gözlerimin önünde, araba garajına inen merdiven boşluğunda doğurdu!
Alışverişimi yapmış, 4 yaşındaki oğlumla arabama inerken merdiven boşluğundan gelen çığlıklardan korktum önce, itiraf edeyim. Yerde hafif pembeli sular görünce de kesin içti içti kustu, belki de şizofrenik, atak geçiriyor, bulaşmayayım şimdi diye düşündüm ama yine de bir şey dürttü içimden ve kapıdan içeri baktığım o 1-2 saniyede, kadının yüzündeki ifadeden her şeyi anladım! İnsan yüzü gerçekten her şeyi anlatıyor, kelimelere ihtiyaç yok..
Afrikalı bir kadın, mülteciydi sanırım, yerel kıyafetler içinde rengarenk, merdivene oturmuş acı ve korku içinde nasıl çığlık çığlığa bağırıyor! Böyle anlarda sakinliğiyle ünlü ben bile ne yapacağımı bilemedim; kadına mı koşayım, 112'yi mi çağırayım, bağırtılara ve kana korkan kendi çocuğumu mu yatıştırayım.. Hemen üst kata koştum, benim gibi bağırtılara gelen bir aileyi kadının yanına koydum. Biz paramediklerle geri gelene dek yani 10dk içinde kadın doğurmuş, geldiğimizde kucağında Afrika karası, simsiyah saçlı ufacık bir bebek.. Paramedikler hemen kapıyı kapattı rahat müdahale edebilmek için, bebeğin hiç sesi kıpırtısı yoktu, ölü müydü sağ mıydı onu bile göremedim. Yalan yok, bakamadım da..
Hayat ne tuhaf, merdiven boşluğunda doğmak ne acaip. Kendi oğlumu nasıl yatıştırayım bilemediğim için, kucakladım çıktım, arabaya bindiğimde tir tir titriyordum... Bu tip olayların genelde "Ölümlü" şekli bulur beni; kazalar, ani ölümler, kucağımda can vermeler, çaresizlikler.. "Doğumlusu" ilk defa başıma geldi, şaşkınım. Doğum olumlu, en azından umut dolu bir olay olsa bile, çok sarsıldım.. İnşallah oğlumu yatıştırmak için uydurduğum "en iyi senaryo" yaşanmıştır ve bebek iyidir, evindedir şimdi. Aklımda dönüp duruyor bu olay hâlâ etkisi geçmedi..
Bunun dışında aslında Temmuz çok sakin geçti. Bakalım bu ay neler yapmışım :)
ÇALIŞTIM:
Temmuz'u tek kelimeyle özetlemek gerekirse şu kelimeyi seçerim: çalıştım. Pandeminin başından beri ilk defa bu kadar yoğun çalıştım ama HİÇ şikayetçi değilim. Aklımı doldurmak, bir süredir dağınık, oradan oraya uçuşan düşüncelerimi işe odaklamak bana iyi geldi. İnsanlar durduk yere işkolik olmuyor..
Uzun zamandır katılmam gereken iki vaka analizine (terapistlerin bir araya gelip onları zorlayan / geliştiren vakalar hk. birbirlerine sunum yaptıkları bir ortak çalışma) katıldım. Bazı geceler çocuklar uyuduktan sonra toplantılarım oldu ki bu yıllardır yapmadığım, "çok yorgunum" diye yapmaktan kaçındığım bir şeydi ama içimden bir şey "doğru zaman" diyor, haydi bakalım.. Varoluşçu Terapi sürekli karşıma çıkan ve beni çok heyecanlandıran bir alan, kendi alanımdan biraz uzak ama "ölüm korkusu" ve "yas süreci" konusunda yıllardır Bilişsel Terapilerde eksik hissettiğim, zorlandığım noktalara ilaç gibi geliyor.. Bu konuda bu sene kendimi geliştirmek ve sertifika içeren bir kursa katılmak istiyorum. Kafayı çizip alan bile değiştirebilirim aslında, o kadar hoşuma gidiyor ve beni heyecanlandırıyor ki! Ama şimdilik "yan dal" olarak götürmekte fayda var.
Türkiye'de beraber çalıştığım bir hoca var, onunla sık sık yazışmak da çok iyi geldi bu ay. Sizi bilmem ama ben 40 yaşımda bile hâlâ mentorlara ihtiyaç duyuyorum, sanırım aynı yoldan daha önce yürümüş birilerini görmek, konuşmak, bana iyi geliyor.. Duygusal meselelerimde de böyle bu.. Fakat dikkat ediyorum, mesleğimde de "yaşadığım" bir konuda danışmanlık vermek, teoride çok iyi bildiğim ama deneyimlemediğim bir konuda vermekten çok daha doğal geliyor bana. Bu nedenle asıl alanım anksiyete, depresyon, ortam değişimlerine uyum sorunları, ebeveyn-çocuk bağlanma süreci gibi konulara kaydı yıllar içinde :) Fakat asıl ölüm, ayrılık ve yas süreçleri beni heyecanlandıran, aslında korkutan, belki ihtiyacım olan "mesleki challenge".. Çünkü damdan düşenin halini en iyi..... belki. Kendi travmalarımdan bir "anlam" ve "yarar" çıkarma isteği de olabilir bu tabii.
AŞI OLDUM:
Bu ayın ilk günlerinde ve son günlerinde iki aşımı da 3 hafta arayla oldum, bitirdim, şükür. Bende yan etki yapmadı ama eşim ikinci aşıdan sonra baya perişan oldu (corona geçirirken de o benden daha fazla etkilenmiş hatta hastanelik olmuştu bilmem alakası var mıdır). Aslında sonradan "yahu saksıyı hiç çalıştıramıyorum, bende de yan etki çok oldu deyip yan gelip yatsaydım ya iki gün" dediysem de :))) Fırsat çoktaaan geçmiş gitmiş oldu.
AĞIRLADIM - AĞIRLANDIM:
Bu ay sürekli misafir ağırladım. Yemekli, yatılı, pastalı kekli, genç yetişkin çocuk hatta dört ayaklı her türlü misafir. Eğlenceliydi aslında ama sürekli yatak yorgan yıkamak ve kurutmaktan helak oldum. Fakat tuhaf bir keyif de aldım, sanki Corona öncesi eski zamanlara dönmüşüz gibi.. Çocuklar da bir iki defa partilere kutlamalara katıldılar. 1,5 senedir yok böyle kutlamalar burada. Hatta eşim bir de düğüne katıldı (çocuk kabul etmedikleri için ben "yırttım"). Çocuk kabul edilmeyen düğünleri çok anlamsız buluyorum ama sanırım düğün sahibi kendi çocuğu olunca anlıyor bunu.. Ama düğün sevmediğim için, çocukları bahane edip katılmamayı da çok şahane buluyorum :))
YEDİM (Ama yetmedi!):
"Lüks" kelimesi malum, yaşadığınız yere göre değişiyor. Simitle beyaz peynir ikilisi de benim için lüks.. Aslında ofisime bisikletle 5dk uzaklıkta bir Türk simitçisi var ve tam çıtır İstanbul simiti yapıyorlar! Fakat haftaiçleri öyle yoğun oluyorum ki, bir türlü yolum düşmüyor. Fakat simit özlemim öyle bir noktaya ulaştı ki, bir Pazar sabahı atladım bisikletime, hem de buz gibi (11 derece!) yağmurlu bir havaya da 30dk bisiklet sürmeye de aldırış etmedim, koştum simitçime. Simitleri ve ben sevmesem de bizimkilerin çok sevdiği peynirli su böreğini çıtır çıtır alıp eve getirdiğimde ise..... beni acı bir sürpriz bekliyordu: Hain köfte simitçi, beni yanlış anlamış ve 3 simit yerine 1 simit koymuş pakete! O 1 simiti 4 parçaya, kalbimi de bin parçaya bölerek........ Ah ah....
HAYAL KURDUM:
Dunvegan, İskoçya'da.. Nasıl güzel gözüküyor değil mi? Burada kadrolu prenses olarak yaşamak hayalleri kurdum, hatta fotoğrafın sağ alt köşesinde denize doğru uzanan şeyi "su kaydırağı" olarak hayal ettim falan.. Yeniden hayal kurmaya başlamış olmak aslında beni mutlu eden.. Öyle uzun zaman olmuştu ki kendimi "nasılsa olmayacak, vaktini hayalle harcama" diye ketleyeli, halbuki hayal kurmak belki de yaşamın biricik ve tek "destekçisi".. Ne kadar imkânsız, o kadar özgür! Hayal kurmak stresli olduğum dönemde bana çok iyi geliyor, düşüncelerimi konudan uzaklaştırıp dağıtmaya yarıyor, bunca zamandır neden kendimi uzak tuttum bu hayat kurtarıcıdan bilmem. Sanırım bırakamadım kendimi, daha ciddi daha yetişkin daha gerçekçi konuları düşünmeliyim dedim. Oysa hepimizin biraz "gerçeklerden kaçmaya" ihtiyacı var!
ÇOK ŞAŞIRDIM:
Oğlumun çocuk bahçesinde bulduğu bu tüylü vatandaşa bayıldım. Böyle tüylü bir tırtıl acaba nasıl bir kelebek olacak diye düşündüm :) Ne kadar muhteşem canlılar var etrafımızda, sanki bu dünyaya ait değiller gibi. Ya da biz ait değiliz... evet.
ÇOK SEVDİM:
Bu ay kendime tam sevdiğim renkte kavuniçi güller bulup aldım. Hava serin olduğu için, vazoda tam 21 gün dayandı bu güller! 21 gün boyunca her baktığımda mutlu oldum.. Hep "küçücük şeyler" aslında bizi mutlu eden, sevindiren, yaşamaya devam ettiren..
ÇOK GÜLDÜM ve hak verdim evet değiştirmeliyiz :))
Michael McIntryre'ın "password" hakkında söyledikleri uzun zamandır en çok güldüğüm şey oldu. Şuraya iliştireyim videoyu. Adam doğru söylüyor, bence kulak verin derim :))))
OKUDUM:
Bu ay yine sanki sadece bana konuştu bazı kitaplar.. Sanki ben sordum, onlar cevapladı..
"Bunların hepsi ay ışığının yüzünden oluyor, aşırı parladığında okyanus huzursuzlanıyor, usul usul salınmak yerine çırpınmaya başlıyor" - Pessoa, Huzursuzluğun Kitabı.
"Mucizeler beklemeye hakkımız yok mu? diyordun. Zaten kala kala bir o hakkımız kaldı galiba. Bu üzüntülerden yorulur da belki günün birinde isyan eder, böyle bir mucizeyi kolaylaştırabiliriz." , "Ne olacak bizim bu halimiz Nahit? Yaz geçiyor sen gelmiyorsun. Belki bir gün geleceksin ama o kadar geç gelmiş olacaksın ki seni gördüm mü görmedim mi, doğru dürüst anlayamadan kalkıp geri döneceksin. Benim için tahammül edilmez bir devir daha başlayacak. üstelik o devir kim bilir ne kadar uzun sürecek. Hayatımızın hiç düşünmeden feda edebileceğimiz seneleri o kadar çok mu? Ömrümüzü hep böyle birbirimizden uzak mı geçireceğiz?" , "Sükûnet bulmamız için bir arada olmamız lazım. Yazı ile halimizi anlatamıyoruz." , "Hasretim canına tak etmeden bana mektup yazma demiştin. Hasretim daha senden ayrıldığım gün başladı, artarak devam ediyor, her yerde seni arıyorum.." - Orhan Veli, Yalnız Seni Arıyorum (Nahit Hanım'a Mektuplar)
"Above all, he said to himself, he needed to slow down and start telling stories again, to work his way back into a world populated by minds other than his own." , "Forge on. Write your heart out and do not worry." - Auster, 4.3.2.1
"İnsan neden acaba bir yandan da yıkmaya, her şeyi kaos haline getirmeye bayılır? Üzerinde uğraştığı yapıyı bitirmekten, gayesine ulaşmaktan içgüdüsel olarak ürkmesinden mi kaynaklanıyor bu yoksa? sadece uzaktan sevmek, sadece yapmak ama içinde yaşamak istememek. Kimi insan gayeyi değil, gayeye giden yolu sever." - Dostoyevski, Yeraltından Notlar.
FARK ETTİM:
Hayatımdan tek bir insan çıkınca bu kadar yalnızlaşacabileceğimi hiç düşünmemiştim.. Bu çok korkutucu bir his.. Bu ay, kendimi oyalamayı bıraktım, bu korkumla yüzleştim ve bu sayede de porselenden yapılmadığımı fark etmeye başladım. Çok sevdiğim birini kaybedince, içimde esen rüzgârlardan çok korkuyorum ben. Kendimi yapayalnız, kırılgan hissediyor, kırılıp döküleceğimden, bin parçaya ayrılıp bu sefer kendimi toparlayamayacağımdan korkuyorum. Gidişlerden değil de, ardında kalan acıdan korkuyorum.
Oysa acıyı yaşamak lazım.. 4 ay oldu ama çok özlüyorum Elif'i, bazen canım ondan başkasına tek bir kelime yazmak istemiyor, hâlâ gördüğüm her güzel şeyi ilk onunla paylaşma "içgüdü"mden sıyrılamadım.. Meselâ şu. Bir akşam saatinde şans eseri önüme çıkan bu ufak göl kenarı, kelimelere dökemeyeceğim kadar ona ve bana ait bir yer gibi geldi bana.... Güneşin şefkatli sıcaklığı, yeşilin tonu, suyun dinginliği, tahta iskele ve bir saat sonra sağanağa dönüşecek gri bulutlar. Keşke dedim, keşke burada olsaydın..
Ama bu ay, bu duygularla savaşmaktan, dikkatimi dağıtmaya çalışmaktan vazgeçtim. Canım ondan başkasına yazmak istemedi mi, yazmadım.. Günlerce yazmadım. Bu iyi geldi, kendimi zorla neşelendirmedim, canım ağlamak istediğinde ağladım, onu özlediğimde "seni çok özledim" yazıp ufak bir kağıda, bizim ufak dereciğe bıraktım. Tuna Nehri'ne karışan, sonunda da Karadeniz'e dökülen o ufak dereciğe.. Ona yazmadan ona yazmanın bir yolunu buldum böylece..
Bu ufak kağıtçıkları dereye bırakırken şunu hissettim: Elif'in gidişi bana sanki bir olgunluk kattı, sanki benden daha önce gidenleri bile anlamamı sağladı, yumuşattı özlemleri, insanca yaklaşmamı sağladı. Bu benim için gerçekten çok büyük bir adım aslında, sessizce ve yapayalnız yürüdüğüm yaşam yolunda....
ve.. son olarak DİNLEDİM:
Bu ay fazla müzik dinlemedim, genelde radyo (Avusturya radyosu FM 4) açıktı. Fakat şu podcast'i dinledim ve konu biraz eski olsa da yaklaşım çok hoşuma gittiği için paylaşmak istedim:
Spotify - Managing our COVID Anxiety with Kimberly Johnson. (Hello Monday with Jessi Hempel)
Haydi bakalım Ağustos, bize güneşli ve neşeli günler getir, e mi?
Harika bir yazı. Simit olayına üzüldüm, tırtılı sevimli buldum..
YanıtlaSilFikir senden :)
Sililk bu blogta gördüm
Silhttps://ezgissimo.blogspot.com/
sonra
http://oytunlahayat.blogspot.com/ gördüm bende onlardan yapmaya başladım..
En sevdiğim kısımlar:
YanıtlaSil"Çünkü damdan düşenin halini en iyi..... belki"
"O 1 simiti 4 parçaya, kalbimi de bin parçaya bölerek........ Ah ah...."
"Burada kadrolu prenses olarak yaşamak hayalleri kurdum, hatta fotoğrafın sağ alt köşesinde denize doğru uzanan şeyi "su kaydırağı" olarak hayal ettim falan.. Yeniden hayal kurmaya başlamış olmak aslında beni mutlu eden.."
"Hep "küçücük şeyler" aslında bizi mutlu eden, sevindiren, yaşamaya devam ettiren.."
"Hasretim canına tak etmeden bana mektup yazma demiştin. Hasretim daha senden ayrıldığım gün başladı, artarak devam ediyor, her yerde seni arıyorum.." - Orhan Veli, Yalnız Seni Arıyorum (Nahit Hanım'a Mektuplar)"
Ve son olarak Ağustos bize "bizi" getirecek umarım 🤞🏻🍀🍀🍀 (Parmaklarımı kilitledim, 4 yapraklı yoncalarla şans diliyorum :)
Amin amin!!!!!
SilDopdolu bir ay olmuş ne kadar güzel. :) Başınıza gelen olayı okurken kendimi yerinize koydum da insan cidden ne yapacağını bilemez herhalde. Doğumdan çok korkan biri olarak inanılmaz travmatik geldi :) Bu arada kedicik ne kadar tatlı :)
YanıtlaSilVallahi öyle. Ben iki tanrie normal doğum yaptım epiduralsiz ağrı kesicisiz ortaçağdaymışız gibi ama ben de korktum kadının o halinden..
SilBence yalnızlıkla terbiye edilmek (doğru yaş, konforlu mekan ve ekonomik koşullarda)çok öğretici ve özgürleştirici. Bir dönem 2- 3 ay kimseyle görüşmeden (zaten yakınımın olmadığı bir şehirdeydim), evde tek başıma, yoğun stres ve gelecek kaygısı altında günde 8- 10 saat ders çalıştım. Stresten ve yalnızlıktan ağladığımı, intihar etmek istediğimi hatırlıyorum. Kaçabilecek, içimi dökebileceğim kimsem yoktu. Olsaydı da aklım kaygılarımdaydı ve boşa harcadığım her dakika ders çalışmadığım için vicdan azabı çekiyordum. O ara benle aynı süreçte olan bir arkadaşla mesajlaşıyorduk ve tak diye bir gün gerilip küstük. Şimdi küsmenin zamanı mıydı? Derken sınav günü geldi çattı, kış ortasında elimde notlarla Ankara yollarına düştüm, sonuç olumlu oldu. Ondan sonra ben aynı ben olmadım. Kimseye ihtiyacım yok, tek başına bir adaya da koysalar idare ederim ve hatta aman kimseyi işime karıştırmayayım da densiz densiz konuşup sinirimi bozmasın, beni kısıtlamasın noktasına geldim. Öyle yalnızlık deyince tetiklendim sanırım, benim de paylaşasım geldi :))
YanıtlaSilDüğünlerini çocuksuz yapanlar hiç çocuk olmamış mı yav? Öyle yetişkinler var, kendi çocukluklarına dahi anlayışları var. Tuhaf.
d.
Bunları yaşamanıza üzüldüm. Yalnızlık kendi arzumuz olduğunda güzel tabii.
SilSize Orhan Veli’den şu satırları yazmak istedim: Nahit, yalnızlıktan sıkıldığını söylüyorsun. Buna biraz da kendinin sebep olduğunu, o sıkıntıyı biraz da kendinin yarattığını bilmem kabul etmek ister misin?
;)
Sevgili C.ciğim,
YanıtlaSilDün Londra'daki yeğenimle konuşuyorduk, baktım evin içinde polarla oturuyor, yağmur ve serin hava nefes aldırmamış günlerdir. Ona söylediğim dileğimi senin için de tekrarlıyorum, memleketimizdeki cayır cayır havalardan sizin tarafa 10'ar derece yollamak imkanımız olsa keşke. Siz de mutlu olurdunuz, biz de... :)
Yazının başında oğlunla beraber yaşadığınız olay, gerçekten şok edici. Umarım, en iyi senaryo gerçek olmuş olsun.
Yazının devamını günlük okur gibi tamamladım. Umarım yeni ay sana keyifler ve güzel enerjiler getirir.
Sevgiler. :)
Ülkenin gündemi de havası da içimizi ve dışımızı yakıyor evet :( Burada hakikaten evde kazakla oturuyoruz. Kış soğuğu üstüne yaz soğuğu hiç çekilmiyor, herkes hortlak gibi D vit eksikliğinden ve moraller bozuk. Annemlere dedim ki ben gelene dek o 38-40 derecelik havayı muhafaza edin, 1-2 gün şöyle cayır cayır yanmak istiyorum! :)
SilYazıyı geniş bir zamanda bir daha okuyacağım ama bir daha simitçiye gidince tazesinden on tane kap gel buzluğa at.Kahvaltı hazırlarken çıkarsan hemen çözüyor ve mis gibi kokuyor,ekmekte ve simitte taze koymak şartıyla buzlukta çok güzel stok oluyor.Ben burada sevdiğim bir simitçi var yolum düştükçe alıyorum bende ayranla bayılırım
YanıtlaSilDenedim :( berbat oldu kazık gibiydi. Farklı şekillerde de denedim mesela torbayla güneş altına çözülmeye koydum, 10sn mikrodalgada çözdürdüm, geceden çıkardım buzdolabında beklettim her şekli denedim. Hep aynı sonuç…
SilBen de çok severim simit ayran :) Hatta bişey itiraf edeyim valla misafirliğe gitsem börekler poğaçalar kısır vs hiçbiri değil önğme bi simit bi beyaz peynir bi domates salatalık maydonoz önüme de bi açık çay tamam :))))
Enteresan,ya dolaplarımızın dondurma sitili farklı yahut simitlerin kimyası.nerede neyin lüks olacağı konusuna katılıyorum ♥️
SilNe ilginç ve bence güzel bir olay. Bende eminim çok panik olurdum. Hayalinize bayıldım. Tırtılın nasıl bir kelebeğe dönüşeceğini düşündükçe umutlandım. Kendinize yaptığınız jest de çok hoş olmuş. :) Yeni bir ay hoş gelsin o zaman.
YanıtlaSilÇok teşekkürler, umarım hepimiz için!
Sile meraklanmaya başlamıştım artık, yazmayınca. ama bir yazmışsın, pir yazmışsın, okumaya doyamadım.
YanıtlaSilafrikalı kadının doğum hikayesi okurken bile heyecanlandırdı beni. dilerim hem anne hem bebeği iyidir :)
zor zamanlarda çalışmak insana çok iyi gelen bir şey bence. iyi yapmışsın. bu arada sen "yas" deyince, şengül hablemitoğlu'nun "yas" adında bir kitabı çıktı. almadım ama güzel olduğuna dair bir iki duyum aldım. aklında olsun
aşı olmana çok sevindim, antikorun bol olsun :)
ah bu istanbul simidi aşkı...izmirde olduğum ve yanım yörem "gevrek"ken, rüyama girdi istanbul simidi :) yaşamayan anlayamaz :P
kadrolu prensesin kadrolu arkadaşı olmak için dilekçemi nereye vermem gerek şeker, yönlendir beni :) kaydırak şart yalnız!
nahit hanıma mektuplar beni çok hüzünlendirmişti. ezelden beri mektup yazmayı da, almayı da, sevdiğim yazarların, kişiliklerin yazdığı mektupları edebi bir tür olarak okumaya da bayılırım...böyle içimi çok acıtan mektuplar ahmed arif'in leyla erbil'e yazdıklarıdır sanırım...
ay özlemişim seni kuzum, iyi ki yazmışsın :)
Çooook teşekkürler dolu dolu bir yorum olmuş :) kitaba bakacağım çok sevgiler
SilSelam Ceren kimi özel odalarda kimi merdiven boşluğunda dünyaya gelirken eşit koşulda gelmiyoruz. Senden haber almak güzel. Simit bulmak ama bir tane ne değerli oluyor değil mi? Çok ilginç buzluktan çıkan simitler güzel olmuyor. Ben çıkartıp tavada ısıtıyorum. Neyse gel buralarda bol bol ye. Sevgiler. Güzel tatlı şirine.
YanıtlaSilTavada üstüne kapak koyarak çok hafif ateşte değil mi? Onu da denedim, ben beceremiyorum belki de.. Ananem yapardı çünkü çıtır çıtır olurdu ama Ankara simiti, onun hamuru içindeki pekmezi vs galiba biraz farklı. Hoş onu da çok severim. Hatta Karadenize özgü susamsız simidi de severim :)) Börek çörek kek falan hiç işim olmaz ama simit denince gözüm dönüyor! İnşallah evet, Türkiye dışında olmuyor tadı bazı Türk yemeklerinin. Hep diyorum simit bulsan yanında peynir yok, peyniri bulsan çay yok, çayı bulsan bu sefer beraber sohbet ede ede yiyeceğin senin kadar o tadın kültürünü anısını bilen yok yani bir türlü hepsi bir arada olmuyor o nedenle zorlamanın da alemi yok, en iyisi Türkiyeye geldikçe….
SilDaha sık okumalıyım seni :)
YanıtlaSil4. Ay başlığını görünce, ne yalan söyleyim, içim sıkıştı, anam bu kız hamile mi dedim :))))
Sonra her şeyin bende hamilelik çağrışımı yapmasına güldüm. Bu sıra her miniş göbüşlüyü hamile sanmalar filan..
Neyse bu olumlu halini sevdim, daim olmasını dilerim..
Çalışmak gerçekten iyi geliyor. Ve varsa fırsat okumak..
Ayşe
Hahaha keşke! Ama artık yaş 42.. Bu kadar geç olmasaydı en büyük pişanlığım 3.yü yapmamak ;)
SilCorona göbeği var herkeste ama haklısın, ben de ikilemde kalıyorum hatta 18 ve 12 yaşında iki çocuklu bir tanıdığım şişmanladı sanmıştım, doğurdu! :))) sorulmuyor da hamile misin şişman mısın..
Amin diyeyim bu ay dökümleri bana iyi geliyor..
O doğuma rastlasam ne yapardım bilmiyorum. Ekranın karşısında okurken bile dehşete düştüm:) Umarım anne de bebek de iyilerdir.
YanıtlaSilUmarım!
Silİlk olay şoke edici, iyi düşünelim sonlarını..
YanıtlaSilAşının ikinci dozunda daha çok ağrım oldu geçmiş olsun..
Tırtıl ne değişik, şaşırdım:)
Hayal kurmak iyi geliyor, birinin yokluğuna alışmak zaman alıyor ve yazmak o duygularla yüzleşmek biraz daha iyi hissettiriyor..
Yeni ay da mucizeler ve küçük sevinçlerle gelsin…:)
<3 teşekkürler! Umarım!
SilSevgili C, bu sabah uyanır uyanmaz bu yazını okudum ve bana çok iyi geldi. Rastladığın doğum mesela neden sana rastladı? Başkalarına yardım etme misyonu olan insanlara denk gelir böyle şeyler, bu aslında evrenin de kişiye ihtiyacını sunmasıyla alakalı. Umarım oğlun bu çığlıkların sonrasında güzel bie şeyi karşılamak için öncesinde yaşanan zorluk olduğunu anlamıştır.
YanıtlaSilOrhan Veli'nin Nahit hanıma mektuplardan oluşan kitabını okuduğumda bu Nahit hanım kimmiş diye aylar süren bir araştırmaya girmiştim, hala etkisindeyim o kitabın nedense. Çok kızgınım Nahit hanıma, Allah affetsin beni:(
çalışmak hepimizin şifası sanırım, öyle güzel özetlemişsin ki bende böyle yazmalıyım dedirtti. İnsanın kendine dışarıdan bakabilmesi apayrı bir olgunluk gerektiriyor.
Fakat postun en değişik fotoğrafı hayatımda ilk kez gördüğüm tırtıl.
Zaten tüm sorunum o misyon ;)
SilOğlum olayı birkaç gün sorguladıktan sonra (sen de beni doğururken böyle ağladın mı, maya ilerde çocuğu olurken böyle bağıracak mı gibi) sanırım kendisi çocuk yapmamaya ikna olarak bu işi dosyalayıp dolabına kaldırdı :))
Nahit Hanıma niye kızgınsın, onun elinden gelen bir şey de yokmuş kadın evli barklı, adamın aklı bir geliyor bir gidiyor, gönlü bir birine bir ötekine, tamam Nahit’i “muse” olarak kullandığı ve ondan beslendiği kesin ama Orhan Veli’ye güvenilir mi sence ;)
Lütfen sen de yaz.. Severek okurum hem de insana iyi geliyor…
Tırtıl muhteşemdi, ne güzellikler var etrafımızda!
Nahit hanım hem evli hem Orhan Veli'yi sandal sefasında kadınlar varmıydı diye kıskanıp burnundan getiriyor, ayrıca adam parasız pulsuz kalıyor yalnız kalıyor ama Nahit hanım bırakıp kocasını gidemiyor, nasıl aşık:( kızasım vardı belki bilmiyorum geçmiyor kızgınlığım, sanki yanında olsa o çukura düşmezmiş, ölmezmiş gibi bir his var içimde, biliyorum elbette öyle değildir ama. Şunu da görüyorum oysa bu mektupları Nahit hanım saklamış Orhan Veli tarafından nerede bu mektuplar belli değil hoş adam gencecik ölüverdi ama... Böyle işte...
YanıtlaSil