Kadının tuhaf bir huyu - daha - vardı. Ona bir atasözü öğretirseniz, onun geçerliğini sınamak için bazen yıllar boyu istatistiki bilgiler toplar, çoklu regresyon analizine tabi tutar, ve hatta sonunda bilimsel açıdan gayet nesnel ve genellenebilir sonuçlara varırdı. Mesela "ayva çok, kış uzun olacak" demeye görün, beş sene boyunca ayva üretimi ile havanın derecesini takip eder, notlar alır, kararlar verirdi. Öyleydi o, değiştiremezdiniz.
Adamsa.... O da ayrı hikaye ya, kısaca, kadının aksi gibiydi ama kağıt üzerindeki, hesap kitap defterlerindeki aksi değil, aynadaki aksi. Birbirlerini bulmaları 50 senelerini aldı ama, kader... Bilirsiniz, böyle insanlar önünde sonunda birbirlerini bulur.
Adam çaycıydı. Hayır bayım hayır, çayhane işletmecisi değil, çay tiryakisiydi. Kadınsa..... O ayrı hikaye ya, kısaca, sade Türk kahvesi içerdi kadın. Ama tek bir tane, o da mutlaka kahve-altı. Afyonu patlasın diye. Hayata rağmen, hayata tahammül edebilsin diye.
Adamla kadın, birbirlerini buldukları dünya üzerindeki ortak 50. senelerinde, birlikte çok çaylar ve kahveler içtiler. İstanbul'un altını üstüne getirdiler. Oranın çayı buruk, buranın kahvesi telveli derken derken; ufacık bir esnaf sokağında, demircilerin hemen gerisinde, her tür kırtasiye malzemesini bulduğunuz o tuhaf tuhafiyecinin hemen karşısında hem çayının hem de kahvesinin kusursuz olduğu ufacık tefecik, içi dolu turşucuk bir "cafe" buldular. Adı hoşlarına gitmedi, günler boyu hayali adlar takıp hikayeler yazdılar ama, alıştılar sonunda. İnsan nelere alışmıyor....
İkisinin ortak tuhaf huyu - bir de - kitap koklamaktı. Bunu ilk buluşmalarında farkettiler. Adamın getirdiği kitabı kadının eline alır almaz koklamasıyla oldu bu da. Adamın çatık kaşları hafifçe oynadı, dudakları belli belirsiz kıpırdadı onu izlerken. Kadınsa, bundan bir hafta sonra ikinci buluşmalarında fark etti bu huylarının ortak olduğunu. Adamın kitabına - kadın kendisine verilen hiç bir hediyenin altında kalmak istemezdi - karşılık getirdiği kendi kitabına uzanan adamın, kitaba teşekkür bile etmeden önce burnuna götürüp koklamasından anladı. Bu ilişki fırtınalı olacaktı.
Dünya üzerinde 50 sene geçiren insanların anlayışlı halleri vardı adamda. Halbuki aynı haller kadında olunca, yorgunluk olmuştu adı. Düpedüz haksızlıktı ya; kır saçların erkekler ve kadınlar için farklı betimlenmesi gibi, bu haksızlığa da alışmıştı kadın. Dedim ben; insan çok şeye, belki de her şeye alışıyor, önünde sonunda.
Kadınla adam, birbirlerini sevdiler elbet ama farklı sevdiler. Kadın, kadınca sevdi. Adamsa adamca. Ortada buluşmak mümkün olmadı. 51. yaşlarına ikisi de yalnız girdiler. Halbuki aynı günde, aynı şehirde - ve uydurdukları hikayelerine inanırsak, aynı hastanenin doğum kliniğinde biri Zeynep diğeri Kamil künyesiyle - doğmuşlardı ve "bundan sonra hep birlikte kutlayalım doğum günlerimizi" diye söz vermişlerdi birbirlerine. Olmadı.
Saçma bir meseleden büyük fırtınalar çıkardılar bir gün. Kalktı gitti kadın, dönüşü mümkün olmadı. Gel demedi adam. Adama göre aralarında konuşulacak hiç bir şey kalmamıştı. Kadın da alıştı buna. Artık siz de biliyorsunuz; nelere alışılmıyor ki...
Adam 30, kadınsa - ülke genelinde yapılan istatistiklere uygun olarak erkekten ortalama 2 sene uzun - tam 32 sene daha yaşadı bu dünyada. İkisi de, iki yıl farkla aynı günde göçüp gitti. Ama bu tuhaf ve dahi genellenemeyen istatistiki bilgiden kimsenin haberi olmadı. Bu satırları yazan kişi, bu hikayeyi sadece hayal etti belli ki..
..
.
Belki de, paralel bir evrende hiç gitmedi kadın, geri dön dedi adam, özlüyorum dedi, sensiz çayın bile tadı yok dedi. İşte o an koşarak döndü kadın, bir sade kahve söyledi, sustu, başka bir şey söylemedi. Koydu elini adamın yanağına, onu ilk defa öptüğü günki gibi öptü.
Tam 30 sene birlikte yaşadılar. İki yıl arayla aynı günde göçüp gitmelerini "aşktan bilen" ise, bari bir çocuğu okutalım diyerek liseden doktoraya kadar okuttukları, haftasonları yurttan yanlarına kalmaya gelen, birine demli bir çay, diğerine sade bir kahve ve üç kişilik masaya da siyah zeytinli, kızarmış ekmekli, beyaz peynir ve üstüne kekik serpilmiş domatesli mükellef bir kahvaltıyı "tatlılarııım, haydi, kahvaltı hazııııııır" diyerek hazırlayan o kız evlat? Elif.
Elif diye bir kızımız olsun. Romantik bir filmin gösterildiği bir sinema dönüşü olsun o da.
Ya da bir bale dönüşü. Bunu istiyorum ben.
Sen ne güzel bir Elif doğurursun. Başına kırmızı kurdeleler bağlarsın.
Evet, Elif. *
Elif karşılaştırmalı edebiyat alanında doktorayı bitirdikten sonra, hikayeler yazmaya başladı. Ve tam bugün, aynı gün doğan ve aynı gün ölen koruyucu ebeveynleri hakkında bu hikayeyi yazdı. Herkesin haberi olsun diye. ..ve oldu.
*Cemal Süreya, on üç günün mektupları.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder