Fazla okumuştu. Şehrin tüm kitabevlerini bilirdi (akranları birer birer "dünya evi"ne girerken). Geç kalmıştı (düpedüz evde kalmıştı). Oysa yıllardır kendine dopdolu bir masal evi kurmuştu (pembe panjuru olmasa da olurdu). Kendiyle dopdoluydu (yalnızdı, özellikle bitmek bilmeyen kış gecelerinde).
Güzeldi aslında; sade ve duru bir güzelliği vardı (fazla göze batmazdı). Akıllıydı, becerikliydi, kadir bilirdi (kadere de inanırdı, bazı şeyler kısmet işiydi). Bembeyaz, upuzun elleri vardı (elleri çok üşürdü). Sayfaları çevirirken nazik, yumuşak, şefkatli ellerdi bunlar. Bir de, ayda bir, bir büyük kutu Madlen Çikolatası satın alırdı; her gün bir tanesini seçer, çabucak (gizli bir zevkle) ağzına atar, yavaş yavaş (tadına vararak) çiğnerdi. Bu onun (hayatı çekilir hale sokan) küçük oyunlarından biriydi. "Tehlikeli Oyunlar"dan hiç değildi (ilk gençliğinden beri Oğuz Atay'a hayrandı).
Yaşadığı bahçeli evi severdi (yaşadığı şehrin gürültüsü ve karanlık sokakları korkuturdu onu). Yanıbaşındaki minderde uyuklayan bir kedisi olsun istemişti hep (tüye karşı alerjik astımı vardı). O kalın, bitmek bilmeyen kitaplarını okurken, pencerede ıslak yollar oluşturan ince ince bir yağmur yağsın isterdi. Üniversiteyi iyi bir dereceyle bitirmişti (bölüm birincisiydi) ama Latin Dili ve Edebiyatı mezunu olmak, yaşadığı ülkede çok fazla kapı açmamıştı ona. Birkaç sene iş aramıştı, sonra babası rahatsızlanınca ona bakmak için bırakmıştı (annesini hatırlamıyordu, kardeşi yoktu, Alzheimer hastası babası da geçen sene ölmüştü; koyu yeşil bir hırka ile yüklü bir miras kalmıştı geriye). Kanaatkardı, fazla masrafı yoktu.
Bir limon ağacı vardı bahçede, bölgenin sert iklim koşullarına rağmen ayakta kalan bir limon ağacı (meyve verdiği görülmemişti). Uzun dallarını kendi ellerine (yalnızlığını kendi yalnızlığına) benzetirdi.
Bir sabah cansız bedenini buldular o ağacın dallarında.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder