30'lu yaşlarımda, artık vücut ile evrendeki nesneler arasındaki mesafeli ilişkiyi öğrenmiş olmam beklenirken, sakarlık konusunda sonu gelmeyen vodviller yazıyorum. Örneğin şu an üzerimdeki elbisede, deterjan reklamlarının baş rol oyuncularından sayın vişne lekesi, sayın çimen lekesi, sayın makina yağı lekesi ve sayın kan lekesi bir aradalar. Çünkü bir kutu vişne taşıyarak bisiklet sürerken, yandan gelen arabanın paniğiyle kendimi çimenlerin üzerine atıyorum, dizim kaldırıma sürtüyor falan filan. Her daim üzerimde bir çürük, bir sıyrık, hiç olmazsa bir morluk oluyor. Fakat asla söz geçirmeyi öğrenemediğim, vücut genelimden bağımsızlığını ilan etmedeki azmi ile takdire şayan "küçük parmağımın büyük gizemi" hakkında serzenişte bulunasım var bugün.
Bu küçük parmak; nerde bir ağır mobilya köşesi görse, kendini ona dokundurtmadan, dolandırtmadan edemiyor a dostlar! Sizinki de böyle mi? Ben sıksık yüzüm limon ekşisi, yoginiler misali tek ayak üzerinde, iki elimle ayak parmaklarımı avuçlar ve sessiz Munch çığlıkları atar halde takılıyorum evde. O nasıl bir acıdır! Yemin ediyorum tümden ayağını, kolunu, kafanı çarp; o kadar acımıyor, nasıl bir şeydir bu!?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder