Sonbaharın kendini açıkça hissettirmeye başladığı, hafif esintili, kızıl bir İstanbul akşamında yanımda el bagajı olarak sadece “kıymetli” paletlerim, not defterim ve uçuş belgelerimle yine yollara düşüyorum. Hedef: 2001 yılında UNESCO tarafından barış şehri ilan edilen Mısır’ın incisi Sharm El-Sheikh. Yıllar önce beni büyüleyen klasik Mısır gezimde (Piramitler, Krallar Vadisi, bedevi yaşamı, papirüs atölyeleri ve Kahire’nin mistik El-Khalili hanı) Sharm’a sadece 3 gün ayırabilmiş ve kalbimi bu şehirde bırakarak dönmüştüm. Bu sefer tüm ilgimi Kızıl Deniz’e, rengarenk resiflere ve inanılmaz güzellikteki deniz canlılarına vereceğim. Bu seferki bir yol hikayesi değil, bir derin mavi hikayesi..
Sina yarımadasının güney ucunda, sapsarı çöl yaşamı ve dünyanın en güzel mercan resiflerinin tam kesişiminde bulunan Sharm, çok değil sadece 30 sene içinde sakin bir balıkçı köyünden uluslararası otellerin mantar gibi belirdiği turistik bir kente dönüşmüş. Dalış turizmi bölgenin temel geçim kaynağı haline gelirken, Kahire ve Luxor gibi tarihi bölgelere düzenlenen günübirlik charter seferler turist kitlelerini cezbetmeye başlamış.
İçinde “temel yaşam malzemelerim: mayo, palet ve gözlük” ile sakin kumsalda okunmak üzere birkaç kitap, hafızası tıka basa dolu mp3 çalar ile üç-beş kıyafetimin bulunduğu ufak çantamı dönen banttan kapıp havaalanından çıkıyorum. Sıkı bir pazarlık ve ramazan kutlamaları sonrasında el sıkışıp 5 dolara anlaştığım güler yüzlü taksi şöförüm beni 15 günümü geçireceğim otelime bırakıyor ve ben odaya girer girmez hemen çantamı yere fırlatıp güneşin son ışıklarından yararlanmak üzere koşa koşa kumsala iniyorum. Evet, sonunda Kızıl Deniz’deyim!
Adını, mevsimsel olarak beliren ve suyu güneş altında kızıl bir renge dönüştüren bir tür plankton olan algae’lerden alan bu iç-deniz aslında turkuaz ile lacivert arası bir renk. Sahil boyunca uzanan rengarenk mercan resifleri onlara dokunduğunuzda ölüyorlar, bu nedenle resiflerden uzağa doğru inşa edilen platform üzerinden koşar adımlarla en uç noktaya gidiyor ve oradan da cup! diye denize atlıyorum. Eylül sonunda deniz 27, hava 35 derece, nem % 0. Artık engin mavilikteyim, su altında gözlerimi açıyorum ve burası benim “kişisel cennetim”, aynen seneler önce hissettiğim gibi! Çevremde çizgili, puantiyeli, morlu sarılı kavuniçili yüzlerce (evet, yüzlerce) balık. Onları beslemek “hazır yemek alışkanlığı” geliştirmelerine ve agresifleşerek küçük el parmaklarınızı yoklamalarına neden olacağı için yasak. Elinizde ekmek parçalarıyla turizm polisine yakalandığınızda ceza olarak ciddi bir mebla ödemek zorunda kalabilirsiniz. Güneş dağların arkasından batarken ben de istemeyerek denizden çıkıyor ve balıkları akşam yemeklerini aramak üzere resiflerde bırakarak kendi akşam yemeğimin peşine düşüyorum.
Ertesi sabah, bütün deniz aşığı balıkadamlar gibi ben de bütçeme ve zamanıma uygun bir dalış paketi aramak üzere bölgenin ana merkezi Naama Bay’e gidiyorum. Bölgede her seviyedeki dalgıçlara hitap edebilecek batıklar, mercan resif bölgeleri ve su altı mağaraları var. Ayrıca sualtı dünyasına merhaba demek isteyenler için çeşitli seviyelerde kurslar ve lisans alabilmek de mümkün. Suya sabuna dokunmak istemeyenler ya da yaşı kursa uygun olmayanlar ise tabanı camdan yapılmış teknelerle günübirlik gezilere katılarak büyülü dünya hakkında bir fikir sahibi olabilirler.
Oniki gün boyunca evimden uzaktaki evim olacak dalış teknem “Eleonora” ile tanışıyorum, benim gibi çeşitli ülkelerden Sharm’a tatile gelip bir daha ayrılmak istemeyen dalış hocaları ile ekipteki diğer dalgıçlarla hemen tanışıp kaynaşıyoruz. Ekibin kaynaşmasını ve seviye ile ekipman kontrolünü sağlayan deneme dalışından sonra, Eleonora bizi güvertesine atıp hepimizi laciverte boyuyor.
Sharm’da temel dalış noktaları Ras Mohamed koruma alanı ve milli parkı, Tiran adası ve başta Thistlegorm olmak üzere çeşitli batıklar. Depremler sonucunda yer yer 400 metre derinliğe ulaşan bu bölgede dikkatsizlik, acemilik veya derinlik sarhoşluğu gibi nedenlerle oluşabilecek kazaları önlemek amacıyla dalış limiti yerel kanunlarca 30 metre olarak belirlenmiş ve dalış ekipleri buna titizlikle uyuyorlar. Nerede dalıyorsanız dalın, rengarenk mercan resiflerinin yanı sıra rengarenk resif balıkları, paranoyak halde anemon alanını koruyan palyaço balığı, koca burunlu napolyon, kıpkırmızı iğneleriyle büyüleyici aslan balığı, koca çeneli müren, sinirli bakışlarıyla stingray, umursamaz deniz kaplumbağaları, oyuncu yunuslar ve nadir olarak yürek hoplatan şahane köpekbalıklarını görmek mümkün. Hava şartları ve akıntıya bağlı olarak gidilen çeşitli dalış alanlarından inanılmaz fotoğraflarla dönebilir, batan bir geminin devasa pervanesinin arasından yüzerek geçebilir, kendinizi birden koca bir baraküda sürüsünün tam ortasında bulabilir ve balıkların meraklı bakışlarına regulatörünüzden çıkan hava kabarcıklarıyla karşılık verebilirsiniz. “Finding Nemo” filminin başrol oyuncularıyla tanışabilir, katıldıkları gala yemeğini görüntüleyen şanslı basın mensupları arasında yerinizi alabilirsiniz. 200 metrede yatan Yolanda gemisinin adını verdiği resifte, bu geminin kargosundaki yüzlerce klozetin 17 metre derinlikte çevreye saçılması, yıllar içinde klozetlerin içinde çeşitli mercan ve anemonların hayat bulmasına ve dalgıçların bölgeye porselen bahçe adını vermesine neden olmuş. Fotoğraf makinanızın denklanşörü tam zamanlı mesaide..
Gün boyu dalışlar arasında teknede güneşlenmek, tahinli-humuslu mezeleri mideye indirmek ve denizde geçen bir günün batışını yerel birayla ve ekip arkadaşlarınızın eğlenceli gözlemleriyle tatlandırmak asla kaçırmamanız gereken deneyimler. Dalış sonrası haliniz kalırsa gece Naama Bay’deki yerel bedevi çadırı görünümündeki nargile bahçelerine, barlara gidebilir, her Cuma gecesi düzenlenen çöl partilerine katılabilir, nerden bulduğunuzu anlamadığınız son enerjinizle tanura dansı edebilir, alkol duvarını aşıp ayak bileğinize korkunç bir dövme yaptırabilir ya da tüm gün dalmak bana yetmedi diyerek kafa fenerinizi kapıp sadece gece beliren yengeçleri ve gece canlılarını görmek üzere kıyıdan bir dalış daha yapabilirsiniz.
Vurgun riski nedeniyle uçuşumdan 24 saat önce derin maviyle vedalaşıyor, en yakın zamanda geri döneceğime dair söz veriyorum. Güneşin doğuşunu Yosun tepesinde izlerken aklımda ve kalbimde sadece dünyanın en güzel derin mavisi, büyüleyen ekosistemi, dalış ekibindeki tüm kültürel farkları eritip hepimizi mavide harmanlayan dalış sporunu mümkün kılması ile barış kenti Sharm var. Biliyorum ki, “kişisel cennetim” dediğim bu kente çok yakında geri döneceğim!
Ceren - 2006.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder