28 Temmuz 2025 Pazartesi
Temmuz Raporu
21 Temmuz 2025 Pazartesi
Menopoz Menarşa karşı
14 Temmuz 2025 Pazartesi
Bekarlık Sultanlık - Vol. 2025
Bekarlık sultanlık diye aratınca, blogta toplam 4 tanecik yazı çıktı karşıma. İlki Haziran 2020 (3 gün), ikincisi Haziran 2022 (4 gün), üçüncüsü Kasım 2022 (6 gün) ve dördüncüsü Temmuz 2024 (2 gün). Yani 12 yıllık ebeveynliğimizde, eşimin ben olmadan çocuklarla geçirdiği gün sayısı: 15. Hadi buna 2'şer 3'er günlük Türkiye kaçamaklarımı da ekleyelim, toplasan en cömert hesapla, maksimum 30 gün eder. 365 x 12 = 4380 gün içinde 30 gün!
Eşimle ikimizin çocuksuz olarak başbaşa geçirdiğimiz gün sayısını yazıyorum, sıkı dur (4380 gün içinde): 5 gün!
Bu şartlar altında benim aklımı yitirmemiş olmam, eşimle hâlâ evli olmamız falan, hattâ kibarlığı bırakalım, bence çocukları doğramamış olmamız, doğradıktan sonra el ele neşe içinde dağlara doğru koşmamış olmamız, bir mucize değilse nedir sevgili blogcuğum?
Çocuklarımı seviyorum, yanlış anlaşılmasın. Ama ben aslında hiç iki ayaklı anneliğine uygun biri değilmişim (ve de evliliğe şşşt) ama açıkcası hayatımda yaptığım en anlamlı şeyler de yine bu iki yavru sanırım. Arada delirtseler de, iyi ki varlar. Kesinlikle hayatıma "ses" (gürültü öhöm) ve "neşe" (histeri öhöm) getirdikleri bir gerçek. Ama bir "gereklilik, bir -meli -malı eki mi çocuk yapmak?" dersen, "hiç değiiiiil hiç değiiiiiil" diye haykırırım, 2 saniye bile düşünmem.. Asla değil. Hayatta çocuk dışında pek çok güzellikler, pek çok anlamlar var.
Eğri oturup doğru konuşalım. Hayatın "Çocuk Büyütme Evresi" denen evre, çok sıkıntılı be blogcuğum..... Yemin ederim "40'ı çıksın rahatlayacaksın"la başlayan lakırdı, Almanların "küçük çocuk küçük dert, büyük çocuk büyük dert" atasözünü gerçek manasıyla "ön ergenlik"le tatmış olmamla son buldu; anladım ve kabullendim: bu iş öyle 18'le 25'le falan da bitmeyecek....
Lakin aklımızı yitirmeden annelik de mümkün olmalı, değil mi? Misal babalardan feyz alabiliriz. Bakın en yakınımızdaki şahane örnek! Birebir kopyalayın huylarını, rahat edin.. Misal benim bey acaba bu 4380 gün içinde kaç defa tek başına seyahatlere tatillere gitti, ben çocuklarla Türkiye'deyken kaç haftalar bekarlık sultanlık yaşadı? Hiç olmasa, benimkinin en az 8-10 katıdır.. Tamam her sefer bana "sen de git..." dedi Allah için. Beni kısıtlayan o değil. Ama olmuyor işte. Olamıyor.... Annelik kafası ayrı bir kafa. Kurtulamayız. Kabullenelim. Arada "reset" atıp devam edeceğiz...
İşte o resetler, benim bu "bekarlık sultanlık" günlerim... Sonuncusu bu haftasonu başıma geldi. Hepi topu iki güncük bir mola ama öyle iyi geldi ki...
Eski yazılarıma baktım da, özellikle 2022 Haziran'dakiyle kıyaslayınca, pek "gerçek potansiyelime" erişememişim bu sefer, ama yine de güzel zamanlar geçirdim... Yalan yok, çok ama çok çok iyi geldi.... Müteşekkirim...
Bu sefer Vipassana yani sessizlik yogası yapamadım çünkü köpek ve tavşanlarla sürekli kadim bir sohbet içindeyim "kuzucuğuuuuum, canıııııığm, nazlı kızıııııığm, şişko oğluuuum" şeklinde bir başlıyorum... Çiçeklerle bile konuşan biriyim ben, hatta itiraf edeyim kendimle de çok konuşurum "evet C. hanım, iyi nane yediniz" falan, bir de böyle sizli bizliyimdir.... Eminim ben içimden konuştuğum bazı zamanlarda dışımdan da konuşuyorumdur :)))) Amaaaağn, boşver.... Delilik en güzeli. Ama bu nedenle Vipassana yapamadım bu sefer, çünkü etraf "can" doluydu..
Fakat yine de, en azından şunları yapabildim, hamdolsun:
- İlk gece: Avokadolu salatamı ve şekersiz ve kafeinsiz kolamı tepsime alıp, koltukta film keyfi
- İkinci gün: tek başıma 5 saatlik bisiklet turu, tarlalara dalıp çiçek toplamak, piknik
- İkinci günün gecesi: cağnım B. ile ön bahçede "kız yemeği" ve şaraplı sohbet keyfi
- Son gün: Arka bahçedeki salıncakta 3 saat kesintisiz kitap okuma ve spontan öğle uykusu sonrası buzlu kahve keyfi!
Daha da devam ederdim ama dediğim gibi, 20 saatte ancak bunlar olabildi. Allahım daha da ver, daha da yapayım, vallahi çok iyi geldi..
O halde, Bekarlık Sultanlık Vol 2025'e Taksim 1 demek nasip olsun inşallah, darısı diğer taksimlere, amin amin :)))
Günün Quizi: Peki sen, sen kendinle başbaşa kalınca ne yapıyorsun, ne yiyorsun, ne içiyorsun, senin var mı severek uyguladığın bir "yalnızlık modu kalıbı"n?
4 Temmuz 2025 Cuma
45 Dakika Yazıları - Temmuz 3
L.'yi Jiujitsu'ya yolladım, dönmesine 45 dakika var. O zaman haydi, silmeden, düzeltmeden, bilinçakışı...
Analistim tatilde bu hafta. Yılın benim için en zor haftasıdır bu, 20 senedir iyileştiremediğim yaralarım var bu haftaya dair. Üstüne bir de çocuklarımla ilgili zorlanmalar... Yani tatile gidecek haftayı buldu analistim..
Demin eve gelirken yaşlı bir kadınla sinir harbi yaşadım. Sık olmuyor ama olunca tam savaş yeri... Kadına "sen çok fazla yaşamışsın, gereğinden çok çok fazla" diye bağırdım, ki sonuna dek hak etmişti ama yine de suçlu hissediyorum çünkü kaç zamandır mis gibi bakıp büyütüp semirttiğim "zen"imi kaybettim.... Alkolikler misali bilmem kaç gündür zen'im derken derken, al sana, sıfır noktasına geri döndük... Neyse, yarın yeniden başlarız; gün 1 diyerek..
Öfke patlaması yaşamam aslında normal, birkaç gündür çok stresliyim. Kendimi sürekli engelliyorum, sakin ol nefes al tamam geçti diye diye ama bir noktada patladım işte tutamadım. Biz akdenizliler diyeceğim ama genellemelerden de kurtulmaya çalışıyorum nicedir.... Şöyle diyeyim, kısaca: oooof of annelik çok zor ve ben galiba beceremiyorum bu işi yahu. Yani genel resme bakınca iyiyim de. Cımbızla çekip alınca bazı an'ları....
Misal kızım 12 yaşına girdi ve tam "arkadaş baskın" evreleri başladı malum. Bugüne dek gayet kendine güvenli bir küçük hanımken, birden aynen "Inside out" çizgifilmindeki gibi "güvensizlik" düğmesi devreye girdi. Daha doğrusu ben öyle sanıyorum bak anlatayım da sana da ders olsun bana olduğu gibi... Çocuğun 5 kızdan oluşan klasik kız grubu var. Bunlardan biri inanılmaz sinirime dokunuyor(du) çünkü aşırı dominant ve kızım tamamen onun istekleri çevresinde yaşıyor son iki aydır. A. bunu istedi, A. böyle yapalım dedi.. Kızım senin kendi aklın yok mu diye içimden söyleniyor, dışımdan da artık yavaştan belli ediyordum.. Ama yok, A. ne dediyse o! Kanun koyucu A.!
Hatta öyle bir noktaya geldi ki, M. bebeklikten bu yana pembeden nefret ederken, birden doğum günü temam pembe olacak, pembe kıyafetler almak istiyorum falan demeye başladı ve nedenini sorunca çünkü A. pembe olsun demiş, pembe seviyormuş! Delireceğim. Ay benim özgüvenli çocuğuma ne oldu? Aklımı kaçıracağım...... Hele "Anne sen pasta yapma, A. yapacak pastamı, kursa gitmiş çok güzel pasta yapacak annesi de yardım edecek" deyince.... Yahu ne oluyor, A. kim ya??? Birkaç defa patladım "eeeh bıktım sürekli A., yeter yahu" falan diye...
Sonra bu sabah.... İkimiz yalnızız evde, saçını örmemi istedi ve dedi ki "anne sana bir şey söyleyeceğim ama kimseye söyleme. A.nın annesiyle babası geçen hafta boşandı."
Offffff. O an anladım. Çocuğum özgüven eksikliği çekmiyor, A.nın altında ezilmiyor, sadece arkadaşına destek olmaya çalışıyor aylardır... Bunu da kimseye anlatamıyor, A.yalnız ve üzgün diye sürekli ona gidiyor, onun istediği şeyleri yapmak, onu mutlu etmek istiyor... Bana da anlatamıyor çünkü söz vermiş A.'ya... Tabii ki A.'nın anne babası boşanırken çocuk büyük ihtimal geriplanda kaldı ve bir şekilde birine "üstünlük kurma"yı istedi bu nedenle, biri de onu dinlesin, onun dediğini yapsın, onu mutlu etsin istedi.... Kızımın yapmaya çalıştığı da bu..... Oooof of. Şimdi herşey birden yerine oturdu, A.nın aşırı makyaj merakı, yaşından büyük kıyafetlere merakı, sürekli kendini özellikle maddi konularda gösterme çabası.... "Babam evimize havuz yaptı" bile "babam evde, babam bize ilgi gösteriyor" demeye çalışması.... Pastayı bile belki annesiyle zaman geçirebilmek için yapıyor çocuk yahu! Of ben ne salağım, ne körüm....
Sabah bunu duyunca, birden A.ya karşı aylardır duyduğum öfke sis gibi dağıldı gitti, yerine hafif, şefkatli bir duygu geldi.. Amaaaağn dedim, bırak bir yaş günü de pembe olsun, M.nin değil, A.nın istediği şekilde olsun.......
Sevgi ve şefkat böyle bir şey demek ki.... M. bana bunu gösterdi bugün.. Kendimden utandım. M'den gurur duydum..... A.ya olan sinirim dağıldı gitti..... veeeee evet; her şey pespembe oldu :)
Hamiş. E peki yaşlı kadına ne diye patladın eve gelirken dersen..... E o da hak etmişti yahu. Arada da insanlar hak ederler yani...... Pişman değilim. Zen'im gitti ama, napalım, yarın yeniden: gün 1.
2 Temmuz 2025 Çarşamba
45 Dakika Yazıları - Temmuz 2
Bu böyle huy mu olacak acaba bende, her gün 45 dakika icat edip yazmak? :)) Neyse dur bakalım, gittiği yere kadar... Şimdi L.ı tenise bıraktım, hava da çok güzel, kortun karşısındaki parkta oturuyorum ve 45 dakika zamanım var. O zaman haydi; silmeden düzeltmeden bilinçakışı :)
Dün başıma çok acaip bir şey geldi.
Sabah Milie ile yürüyüşe çıktığımızda bir adamla karşılaştım. Tam sevdiğim adam türü: sakin, sessiz, kendi halinde. Dikkatimi çeken, köpekle olan ilişkisiydi. Köpek tasmasızdı ve adamın sadece elişaretleriyle her tür komuta (ödül maması olmadan) harfiyen uyuyordu. Öyle bir uyum ve bağlılık vardı ki aralarında, insan onları bir bütün olarak görüyordu.. Köpekler karşılaşınca, tabii koklaşıp selamlaştılar, biz insan evlatları, tabii koklaşmadan selamlaştık. Bir iki de laf ettik belki, iyi günler, ne sıcak falan babında, sonra hayata devam ettik, gün içinde de tabii ki adamı hiç varolmamışçasına unuttum gitti.
Akşam yeniden karşılaştık.
Şimdi burada bir durup, son zamanlarda okumaktan büyük keyif aldığım Ev (Nermin Yıldırım)'den bir alıntı: "Bir defa karşılaşan, artık hep karşılaşır." - Kitabın sonlarına doğru ekleme: ".. eğer iki taraf da bunu istediyse."
Böyle insanlar beni çekiyor. Sakinlikleri çekiyor. Adamla yeniden karşılaşınca, yüzüme bir gülümseme yayıldı ve o da "aaaah, tekrar merhaba" deyince, daha uzun duraklayıp, daha derin konuştuk. Psikoloji mezunu olduğunu öğrenince, aramızda komik bir sohbet geçti.
Ben: Aaa, hangi alandasınız?
Adam: Thu.. sokağında
Ben: Hahaha yok yani mesleki anlamda.
Adam: haaa :))) of utandım şimdi.. alanım sound healing (bir tür müzik terapisi)
Başka bir sürü konuşmalar, köpeklerle oynamalar, araya bir sürü dikkat dağıtıcılar ve beş dakika sonra:
Adam: Peki siz hangi alandasınız?
Ben: Ra... sokağı.
Adam: Hahahaha hayır yani mesleki anlamda
Ben: Hahahahahah You got me! (Beni faka bastırdın)
Böyle olunca bol gülmeli, bol keyifli bir sohbetin kapısı açıldı tabii. Mesleği aslında benim pek "inanmadığım" bir alanda; daha çok enerjiler, çakralar vs., ben kendim çok "büyüğüm" ya, küçük gördüğüm bir alan, bilimsel değil falan diye. Bilimselin ne olduğu da tartışılır ya..
Fakat biliyorum, Osmanlı'da müzik terapisi çok ciddi araştırılmış, uygulanmış ve çok iyi cevap alınmış bir alan, Türk Sanat Musikisi'nin belli makamlarının belli hastalıklara iyi geldiği öne sürülüyor, ben de biraz bundan bahsettim. Adam aslen İsviçreliymiş. Üzerinde doğu işi bol gömlek ve pantolon vardı, "ben bu kıyafetleri İstanbul'dan aldım" falan dedi yani sohbet uzadı da uzadı ve bana web sayfasının adresini de verdi, bak buraya ekleyeyim belki ilgini çeker..
Bu sound healing benim için fazla ezoterik ama neden olmasın, belki sana iyi gelir, bu da bir yol sonuçta, birçok insanın yürümekten keyif aldığı.... Ama işin doğrusu, ezoterik mezoterik, adamın varlığı bana iyi geldi.. Sesi, sakinliği, mütevazı duruşu, sadeliği, olumlu enerjisi, köpekle arasındaki uyum, kıyafetindeki Sufî etkiler, frekansı (?) nedir tam bilmiyorum ama adamın "geneli" beni de sakinleştirdi ve huzur verdi... Güzel bir karşılaşmaydı.. Umarım Nermin Hanım haklıdır ve artık "hep" karşılaşırız....
1 Temmuz 2025 Salı
45 dakika Yazıları - Temmuz 1
Buzlu kahvem elimde. Bahçedeyim. Seansa kadar 45dk boşluğum var. O zaman, yeniden, 45 dakika boyunca, silmeden, düzeltmeden, bilinçakışı..
Temmuz'cuk başladı.. Bu sene "deniyorum", çok deniyorum sevgili blog. Temmuz'a kucak açmayı deniyorum. Önyargılarımı, korkularımı geri plana atıp, temiz bir sayfa açmayı deniyorum..
Bu sabahı ellerimle güzelleştirmek istedim ki, Temmuz'a güzel başlayayım. İlk adımı ben atayım, barış çubuğu uzatayım.. Dur bakalım o ne yapacak...... Midem kıpırtılı, endişeli olduğum her zaman olduğu gibi.. Ama bir yanım da inanmak istiyor.. 20 sene önce gidenin yerine, tam aynı günde bir başkasının gelmesi gerçeği var önümde, görmezden gelinemeyecek kadar büyük bir rastlantı. Konuşamayan şeylerin seninle konuşma yolu...
Duyuyor, görüyorum. İnanmak, belki o sonradan yavaş yavaş gelir.. Güvenmeye daha çok zaman var.
Dün analizde çok acaip bir noktada buldum kendimi. Aslında hep kendimi suçladığım bir noktada, nasıl da karşı tarafın suçlu olduğunu gördüm bir anda. Nasıl görülmediğimi, anlaşılmadığımı, kabul edilmediğimi. Tüm bu duyguları yıllardır öfke olarak dışavursam da, aslında, öfke değil kırgınlık duyduğumu.. Tek istediğim görülmek, olduğum gibi kabul edilmek, sevilmekmiş.....
Hayatın bşr çok alanında, bir çok insan ne kadar hoyrat! Ne kadar şefkatten uzak, sert, köşeli, duvarlı.. Elbette onlara sorsan, ne zorluklar yaşadılar da böyle katılaştılar. Eskiden buna inanırdım.. Hani derler ya, aslında suç yok, suçlu insanları toplum o noktaya itiyor, temelde herkes masum aslında, kader kurbanı. Buna en çok da ben inanırdım biliyorsun... Ama son zamanlarda diyorum ki, iki insanın başına aynı olaylar geliyor ve biri "başka türlü" olmayı seçiyor, diğeri "başka türlü". İşte "seçmek", insanı biricik yapan. Kaderim bu demek, cesaretsizlik! Buna buna rağmen demek, insan olmak.. Rağmen; hakikaten çok güzel bir kelime ;)
Bakalım. Deniyorum. Temmuz'a rağmen Temmuz'u sevmeyi. Hastalıklara rağmen, günü güzelleştirmeye çalışmayı. Desteksizliğe rağmen hayatıma nefes anları sokabilmeyi.
Şu da var: beni olduğum gibi kabul edememesini, ben de kabul edemedim ya yıllardır... Belki de artık beklemekten vazgeçip, benim bunu kabullenme zamanım gelmiştir..