2 Ekim 2024 Çarşamba

Dönüşüm - Yazan C. Kafka :))

Bu yaz bir kitap okudum (ve hayatım değişti hahahaha değil tabii ki ama etkilendim): "Radikal Kabullenme" diye bir kitap. Yazarı Tara Brach. Özünde bir kişisel gelişim kitabı ama milyon tane benzerinden farkı; dillere pelesenk ettiğimiz ve o nedenle anlamını yitirdiğini düşündüğüm "kabullenme" konusuna, budizm öğretisinin bakış açısından yaklaşması. 

Kitap, psikanalistimin önerisiydi. Bir defa hızlı, bir defa da yavaş, iki defa üstüste okudum ve beni o kadar etkiledi ki, bir ay boyunca başka kitaba elim gitmedi; okuduklarım içimde tortulansın istedim. Bende ufak bir dönüşüme neden olduğunu düşündüğüm için, sadece goodreads'te yazıp geçmek yerine, bloğa da aktarmak istedim. 

Kitabı kendinde birşeyleri yanlış gördüğü için, kısırdöngülerini kıramadığı için, bir türlü olan biteni kabul edip, normalleştiremeyenler için ve en önemlisi de bunlar nedeniyle kendini suçlamayı ya da yetersiz görmeyi huy edinenler için (hatta genelleyip tüm dünyada olan bitenler için sürekli bir suçluluk ya da huzursuzluk duyan "hassas ruhlar" için) öneriyorum. 

Kitabın benzerlerinden farkı; Budizm yolunda, Buddha'nın hayat ve öğretilerinden kaynaklanan ve kendinden sonraki birçok tek tanrılı dine de aktarılan, bir tür "hayat bilgeliğinin" uygulamalı örneklerle anlatılması. Mevlana'dan çok fazla alıntı olması da cabası.. Son derece çözüm odaklı ve bu çözümü de kendi içsel süreçlerimizle ve algı / davranış değişimlerimizle bizim ellerimize bırakan, aktif rol üstlenmemizi sağlayan bir bakışının karşısında; aksine, bize daha pasif, kabullenici, daha az kontrol ve onarma dürtüsü içeren, daha sakin bir yaşam önermesi, çözülemeyen ve dolayısıyla çözemediğimiz için kendimizi yetersiz ve suçlu hissettiğimiz alanlarda, sadece özşefkatle değil, affedici ve kabuledici bir bakış açısıyla kendimize ilaç olabilmek.. Danışan örnekleri ve meditasyon önerileri de gerçekten çok güzel..

Kitapta beni düşündüren bir konunun cevabı şuydu meselâ; hayatın bana öğretilmiş olan amacı kendini daha iyi, daha başarılı, daha mutlu birine dönüştürmekti bugüne dek.. Ve ben asla ulaşamadım bu duruma çünkü çıta hep yükseldi ve bir noktada "realist" bir hal olmaktan da çıktı. Annemle olan sorunlarımda hep kendimi suçladım çünkü "o daha iyi bilir"di her zaman, huysuz ve mutsuz olan hep bendim. Bundan hiç kuşkum yoktu ve hep kendime yüklendim, iyi bir evlat olmadığım için, sinirliliğim ve huysuzluğum için, hep "suç" vardı ortada. Ya da kendi anneliğimde "benzer hatalar yapmamak için" aşırı bir özen göstermek, gerekiyorsa kendimden ödün vermek ama "o çocuk mutlu olacak" demek! Nasıl büyük bir yük koymuşum omuzlarıma; birini mutlu etmeye çalışmak, ne kadar sonsuz ve ulaşılamaz bir amaç; hele ki annelik aslında özünde sadece "orada onunla olmak" kadar basit bir kavramken.... Ya da ilk sevgilimi "kırdığım" için, diğerlerinde de hep o ilk aşkı onarmak için uğraşıp durmam.. Geçen Günün Tortusu'nda yazdığım gibi; "Meğer en lâzım olan kendimi, hep başkaları kazansın diye harcamışım.."

Neyse özetle; bu kitap bana iyi geldi ve eğer sen de kendini başkalarının mutluluğu ve iyiliği için uğraşırken ihmal ediyorsan ve o ulaşmaya çalıştığın yer hep daha yükseğe hep daha yükseğe çıkıyorsa ve ulaşamadığın herşey için kendini suçluyorsan yani kısacası kendinden razı değilsen, kendinin en iyi dostu değilsen, oku derim... Oku çünkü bizim gibiler için nokta atışı bir kitap. Tek sorun şu; biraz öfkeni arttırıyor çevrendeki "sevimli" vampirlere karşı :))) 

Son bir söz ile bitirelim Carl Rogers'tan: "En tuhaf paradox da şudur; kendimi olduğum gibi kabul etmeye başladıkça, değişmeye de başlamam." ;)

20 yorum:

  1. Tara Brach youtube videolarını izlemiştim bir zamanlar, kitabını bilmiyordum, yeni belki de, merak ettim şimdi.

    Yalnız şöyle bir durum var bende, cycles halinde devam eden, dönemsel (mevsimsel) iyi oluyorum, ama almanya’da kış geçirdiğimde, bu doktrinlerin tillahı fayda vermiyor, kendimi kesecek noktaya geliyorum (metafor). Okumadığım kitap kalmadı, Almanya deliğinde, :-))) bir kaç defa terapi girişimin oldu, büyük hayal kırıklığı, hiç güvenilir değildi.

    Anlamıyorum, nasıl dünyanın en neşeli pozitif insanı olarak tanınmış olan ben hayatımı bu denli içinden çıkılmaz görebiliyorum almanya kışında. İç sesim, tüm varlığımı parçalara ayırıp, yargılarken (sinsi ve sessizce) kendimi tam bir loser olarak görüyorum. Çünkü senelerce oku, kariyer yap, mutsuz ol… beni kör kuyularda merdivensiz “terkediyorlar” almanya’da, asosyal insanlarından, ukala ırkçılarından, bir gülümsemeyi çok gören ve belki de bu empatik doğal iletişim yeteneğine sahip olmayan insanlarından nefret etmeye başlıyorum. Yetersizlik hissi yakamı bırakmıyor. Ha, onlar da, sonsuz (ırkçılığa varan) (cahil ve kibirli) ukalalıkları ile bunu dernleştiriyorlar.

    Şimdi bana diyeceksiniz ki, öyle ama x y z de güzel, iyi… öyledir muhakkak. Aynısını söylediğim zamanlar çok olmuştur. Ama bu duygusal bir durum, ve kendi bünyemde böyle yaşıyorum. Belli bir dönem sadece para kazanıp, tr’de ev almak isteyenler bir amaçları olduğu için katlanmışlar bence ama ben duygusal, hassas, ve sosyal hayata açlık duyan bünyemle sevemedim. Zaten sevmek zorunda da değilmişim, bunu farketmek iyi geldi. :-)))

    En küçük işler çok büyük bir zorluğa dönüşüyor almanya’da, bir haftada dağları deviren ben, aylarca erteliyorum bazı işleri. Keyif alamıyorum. Keyif bence, paylaşarak, gerçek bağlar kurarak hissedilebilen bir şey. Empati olmadan imkansız.

    Sizin blogunuzu arada açıp bakıyorum, her kış aynı duyguları paylaşıyoruz. Hayatlarımız, işlerimiz farklı, kişiliklerimiz de farklı… ben biraz da kendimi övmemin büyük ayıp olduğu ailede büyüdüm, inanır mısınız, hiç bir başarımı kutlamadılar, daha iyi olmam beklendi hep. Size bakıyorum, kendinizi başarılarınızı baya sahipleniyorsunuz, beğeniyorsunuz.

    Annemde şefkat eksikliği görüyorum, ama bana senelerdir aşırı hassas olduğum söylendiği için, bunun eksikliğini hissettiğimde bile suçluluk duydum, çünkü annem harika biriydi, ben kıymet bilmiyordum…

    Neyse çok uzattım, dilerim moralinizi bozmamışımdır. Burada özel hayatınızı bu kadar açmanız benim asla yapabileceğim bir şey değil, zaten ailem de böyle bir şeye kesinlikle karşı çıkar ve gönül koyar sanırım. Ama siz paylaştığınız için, en azından şunu biliyorum, “oh be, demek benim hissettiğim gibi hisseden başkaları da var ve sorun bende değilmiş” en azından yardım alabiliyorsunuz, ailenizden, psikoterapiden vs… bunlar da eksik bende… bu konularda yazsanız güzel olur, ama böyle bir mecburiyetiniz de yok tabii…

    Yalnız, bazen kabul etmemek de güzel. Çünkü ait olmadığın yeri görüyorsun. Her şeyi kabul etmek, her yere uyum sağlamak zorunda değiliz.



    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Normalde isimsizleri yayınlamıyorum ama çok güzel yazmışsınız, teşekkür ederim. Evet sizi çok iyi anlıyorum, "kendimi kesme" konusu fiilen ve bıçakla olmasa da başka şekillerde bende de vuku buluyor özellikle Ocak-Nisan arası o 3 ay oyyyy her sene ölüp ölüp diriliyorum yahu, yaşamayan bilemez sanırım halimizi :))) Daha düç gün önce mamografi randevusu almaya çalışırken sonunda bağıra bağıra ağlayarak telefonu kapatışımı anlatsam da birlikte gülsek keşke ama yaşarken, hele tek başına yaşarken çok sinir bozucuydu, yani evet, sizi anladım ve doğrudur.
      Benim tek umudum çocukları biraz büyütüp önce kışları yokolmak, sonra tümden yokolmak :)))
      İnanın ben de çok benzer biriyim bu yazdıklarınıza ama blog yazmak biraz da kendime "bak iyi şeyler de oluyor bunları not et yoksa unutuyorsun sonra herşey simsiyah gözüküyor"a cevap... Biraz yani "pembeye boyama isteği", belki boyarsan pembe de olur falan filan işte.
      Başkaları (elalem) ne der'i bırakalı çok oldu şükür.. Sadece en yakınlarım ne der ona takılıyorum ki o bile bence bırakılması gereken bir huy bir noktada çünkü sizi siz olmaktan alıkoyuyor. Düşünsenize "aaaa ne ayıp" dedikleri şeyi 1 hafta sonra hatırlamayan bir canlı topluluğu için fazla uğraşmıyor muyuz? :) Kendimi hiç beğenen sahiplenen biri değilim ama bunu öğrenmeye ve başarmaya çalışıyorum, bu blogta yazdıklarım bu nedenle hep böyle pembe bir filtre ile.. Bir de taslaklardaki yazıları görseniz :))))) Neden onları da yayınlamıyorum, elalem ne der diye değil, ben ileride okuduğum zaman, balık hafızam sadece bunları hatırlasın, diğerlerini unutsun gitsin diye.. Tamamen kişisel yani... Tavsiye ederim, sanki işe yarıyor gibi. Bir de evet, dediğiniz gibi çok insan bana aynı şeyi söyledi: aynısını yaşıyorum ama içimde yaşıyorum ve tek başıma yaşadığımı sanıyorum. Birinin daha yaşadığını okumak en azından yalnızlığımı ve "tuhaflığımı" alıyor dedi çok insan, bu çok hoşuma gidiyor. Bir tür aidiyet hissi veriyor hepimize... Yalnız değiliz kesinlikle....
      Kış yaklaşıyor size nacizane bir önerim olacak ben çok faydasını gördüm: demir değerleri, B vitamini ve D vitamini mutlaka ölçtürün ve destek alın, bunlar çok radikal düşüyor ve %50 mutsuzluğumuzun nedeni bunlar... Tavsiye ederim. Diğer %50 için de, ben her zaman buradayım. Bana yazabilirsiniz, email olsun, buraya olsun (yayınlama dendiğinde yayınlamıyorum).
      Uyum sağlamak zorunda olduğumuz tek yer bence kendi içimiz.... Onunla barışık olmak lazım bence, yoksa zor, çok zor...

      Sil
    2. +1🙂Bu konu üzerine saatlerce konuşsak az bile kalır. Ah ah şu duvarların dili olsa da konuşsa diyip kısa yoldan konuyu bağlıyorum.
      Sevgiler
      Seda

      Sil
    3. Yorumunuz için teşekkür ederim.
      Düşünceli ve nazik teklifiniz için de çok teşekkür ederim ancak özelden bu şekilde emotional dumping yapmayı istemem. Siz üstelik iş olarak terapi yapıyorsunuz, normal arkadaşıma anlattığım derdimi bile anlatamam herhalde tanışsak. Psikoterapistler bu konuda dolu oluyorlar. Burada açık alan olunca, ortaya karışık, anlık duygusal yazmışım, Almanya’da böyle patlama anları oluyor insanın, siz beni anlarsınız. O telefon konuşmasının insanı nasıl ağlatabileceğini, çok iyi biliyorum. Dilerim bize döktürülen bu gözyaşlarının bir bedeli vardır. :-)

      Şöyle bir şey okumuştum ve çok gülmüştüm, almanya ile ilgili expat sayfalarının birinde, “All you want to say is “you are fucking idiot” but you are forced to say “alles klar, danke schön”” :-))).

      Özelden nasıl yazılıyor, onu da bulamadım aslında blogda. Daha iyi hissettiğim bir anda, size daha genel yazmak isterim.

      Takviyeler, kışın kaçma planları, bu konularda kafamız baya benzer çalışmış :-) Düşünüp, vakit ayırıp, derdimi dert edinip, bu tavsiyeleri verdiğiniz için çok teşekkür ederim. Bazen hiç tanımadığınız birinin nezaketi, anlayışı, düşünceli davranışı bile çok iyi geliyor. Dilerim sizinki de sadece rutin kontroldür, çok geçmiş olsun.

      Gününüz güzel geçsin. ❤️ Biraz neşeyi, güzelliği hak ediyoruz bence…

      Sil
    4. hahaha o zaman alles klar danke schön diyoruz, burnumuzu havaya dikip devam ediyoruz.. :))
      nasıl isterseniz, ben her zaman buradayım. özeldenden kastım yine yorum olarak ama "bunu yayınlama" diye yazabilirsiniz, öyleçok mesaj alıyorum, cevap isterseniz email adresi vs verirsiniz nasıl arzu ederseniz.. bazen "alman dedikodusu" en güzel rahatlama şekli :) onlar bile diyorlar artık "du bist so alman!" :)))
      size de güzel günler..

      Sil
  2. Tam kitabı araştırdım yazarın başka kitaplarını buldum yazacaktım yorumlara, yukarıda ki uzun mektup çıktı karşıma. Almanyanın olumsuzlukları inanın ki bizde farklı değil. ırkçılık bizde de var ve başka azınlıklara yapılıyor. bu dünya da kim kimi ezerse. Ailevi sorunlar evrensel, rahat ve kendiyle barışık insan yok. insan olma bitmeyen bir süreç ve biz ölüme kadar bir debelenme içinde olacağız. zaten inancıma göre bu dünya da tüm sorulara cevap yok, oh deme olmayacak. Kitap umarım türkçeye çevrilmiştir, araştıracağım. okumak isterim

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Rahat ve kendiyle barışık çok insan tanıyorum ben ;) Misal eşim. Onun benden çok çocukluk travması var ama umurunda değil yaşandı bitti diyor ve asla deşmiyor. Hakikaten tartışırız misal, totosunu döndüğü an mışıl mışıl uyur. Dünya yıkılsa kendi emniyetteyse, kendine dokunmayacağını gördüyse umru değildir. Bense tam tersi! Dışkapının mandalının derdi üstüme yapışır :)) Mizaç işte herkeste farklı..

      Sil
  3. Bu kitap tam benim oğluma göre dünyada dökülen yıkılan ziyan olan her şeyden o sorumlu sanki. Okutmaya çalışıcam bu kitabı alıp.Hülya

    YanıtlaSil
  4. Çözüm odaklı dedin ve beni yakaladın.Çünkü bu tarz kitaplar çözüm odaklı olmaktan ziyade hep sana bırakıyor bir şeyleri. Bense bazen gerçekten "eee ama bunun çözümü nedir" diye kalıyorum. Bu sebeple sevdim :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çözüm odaklı değil aslında :)) Yani çözümü aktif değil pasif biçimde kendiliğinden mayalanan bir durum olarak görüyor.
      Bilişdel davranışçı terapiler ile analizin farkı da burada. Biz BDT’de sorunu belirler çözümü sunarız ama analiz çözüm sunmaz, seni sana gösterir, sen kendini olduğun şeklinle kabullenince zaten sorun sorun olmaktan çıkar, bu anlamda ikisi de çözüm odaklı ama yöntrmlet çok farklı. BDT daha hızlı ama eksik yani diyelim yüzünde sivilcr çıktı, hop ilacı sür geçti. Analiz ise yüzünde neden sivilce çıktı, beslenmen mi yanlış, stres mi hormonal mi onu araştırıyor ve tabii hem daha uzun hem daha zorlu ama daha bütünsel.. Bence açık konuşayım ikisi birden uygulanmalı hem analiz hem BDT gibi çözüm odaklı yaklaşımlar..

      Sil
  5. Benim annelikteki en büyük kamburum kızımın duygularından kendimi sorumlu hissetmem. Bunu anlamam bile uzun zaman aldı. Son bir yılda ben de kendimi Budist öğretiye yakın hissediyor, bu konuda eğitim alıyorum. Kitabı da edineceğim.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Maalesef öyle.. En azından anladık bunun imkansız ve yanlış olduğunu :)

      Sil
  6. Taş gibi ağır bir soru var yazının içinde. Bir şeyler yazmadan edemedim. İlk aklıma gelen Sartre'ın " İnsan bir projedir" sözü oldu. Sanırım her neslin iyi, başarılı, mutlu olmak için kendine göre genel geçer reçeteleri var, annemizin/babamızın yaşadığı hayat gibi ve onlara da sunulduğu haliyle. Bizim ve bizden sonraki nesillerin daha çok önemsediği bir şey galiba “her insanın bir proje” olduğu mevzusu. New age in biriciklik iddiası loser olduğunu düşünmeyi; başarısız ,akıntıda sürükleniyor olma hissiyatı daha çok kanatıyor galiba. 40 lı yaşların ergenliği de bu olsa gerek- anlam arayışı. Kendi adıma annem babam gibi bir hayatı kuramama eksikliğini bunun benim eksikliğim olmadığını fark etmekle aştım. Sorunun toplumsal bir sorun olduğunu fark etmek beni rahatlattı. Onların toplumunda yaşamıyoruz, dünya artık doğduğumuz dünya değil. Bambaşka şartları olan bir yer artık burası. Bu zamanın en kötü yanlarından biri başarısızlıkları, toplumsalıktan sıyırp kişisel başarısızlıklar gibi sunabilme becerisi.

    “İyi, mutlu, başarılı” -üçü bir arada- artık çok mümkün değil. Başkasının bir yerine basmadan başarılı olmak zor. Böyle bir başarı da bizi iyi ve mutlu yapmıyor. İyi olmakla yetinmek gerekiyor, “Mükemmel Günler, Perfect Days” filmindeki gibi. Ahlakçı bir iyilik değil ama “Hoşça bak zâtına” daki gibi. Neşeyi arayan, üretken bir şey.
    Ezberimi dağıtan bir yazı olmuş.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kesinlikle aynı farkındalığı çocuklarım için yaşadığımda ben de rahatlamıştım. Yani onlara kendi "şahane" çocukluğumu vermeye çalıştığımı görüyorum ama onların değerleri, algıları, yaşam hızları bile farklı. Dediğiniz gibi, çünkü onların toplumu farklı, çağı farklı.. O nedenle artık yavaş yavaş bu "elimden gelenin en iyisini sunmak" anlayışından uzaklaşmaya çalışıyorum :) Ben de insanım ve benim de biricik bir hayatım var.. Başkaları için değil, kendim için "başarı", "mutluluk" ve "huzur" olanları arttırmaya çalışıyorum..
      Ben biliyor musunuz kimsenin bir yerine basmadan geldim şu hayatta olduğum yere ama başlangıç noktam çok "ballı"ydı ve bundan hep utanç ve suç duydum, toplumsal eşitsizlikler hep meselem oldu çünkü hep en üstteki kaymak tabakasında olmanın suçunu ve yükünü hissettim. Tabii ki aynı tabakadan olup hiiiç umursamayan, herşeyi hakkı gören hatta sadece kendi hakkı görenler var ama ben olmadım. İyi olmak aşırı önemli benim için, görevim olarak görüyorum iyi olmayı ve insanlıktan da beklentim bu yönde. Mutluluk ise dediğiniz gibi çok karmaşık bir kavram, o çok fazla değişkene mi bağlı yoksa aksine hiçbir şeye bağlı olmayıp tek başına olan ya da olmayan bir durum mu onu hala çözemedim:)
      Teşekkürler tüm yorumlarınız gibi bu da beni düşündüren, geliştiren bir yorum oldu..

      Sil
    2. Sanırım ben de ayrıcalıklı bir yerden başladım. Beni uyandıran Richard Senett'in Kamusal İnsanın Çöküşü ile Karakter Aşınması kitapları oldu. Daha evvel kafamda netleşmemişti. Anlatmak istediğim kısaca şöyle bir şey 80 öncesinde Dünya iki kutupluydu, Kapitalist dünyada Keynezyen iktisat hakimdi. Hakim değer dayanışma idi. 80 sonrasında dünya tek kutuplu oldu hakim ekonomik sistem Fridmancı Kapitalist sistemdi. Bu döneme Neo-Liberalizm de diyoruz. Hakim değer ise rekabet. Kimilerine göre 80 öncesi modern dönemken sonrası post-modern. (Farklı tarihlemeler, bakışlar var) Sizler ve bizim kuşak değerler sistemini 80 öncesi dünyadan almış kuşaklarız. Bir ara nesiliz. Bir çok arkadaşım, benim gibi, sizin gibi 40 lı yaşlarında benzer anlam arayışına girdi. Değişik yollara girdiler sonra. Rekabet dünyasında bizlerin güvensiz hissetmemiz, suçluluk duymamız bundan olabilir. Babalarımızın neslinin değerleri artık hakim olmadığından o dünyayı tekrar etmemiz de çok mümkün değil. Şunu kabul etmek gerekir ki bu oldukça indirgemeci bir bakış açısı, her şeyi açıklamayacak, ama gene de bir perspektif veriyor. Biraz uzun bir yazı ekleyeyim, Foucult'un neoliberalizmi incelemesi zihin açıcı, vaktiniz olursa diye ekleyeyim : https://komunizminguncelligi.wordpress.com/2018/10/15/homo-economicusun-bir-soykutugu-neoliberalizm-ve-oznelligin-uretimi-jason-read/?fbclid=IwY2xjawFr6NZleHRuA2FlbQIxMQABHdUsE6nsYjadgpDqJ6QGQWfLK_LVvTqSteyE3O8WoHvBt9dCyMs1V2D1xQ_aem_vD95hwOIHM05LYlmxNnyYA

      Sil
    3. Çok teşekkür ederim çok ilgimi çekti..

      Sil
  7. sanki biraz daha rahat yazmaya başladın.umarım iyi geliyordur sana benim hoşuma gitti

    YanıtlaSil