Bundan 4 sene önce yine sırt çantalı ve bağımsız olarak gitmiş, tamamen toplu ulaşımı kullanarak Güney Afrika'nın Cape Town kentinden, Namibya, Zambia, Malawi ve Tanzanya'yı aşıp Zanzibar'da gezimizi sonlandırmıştık (hatırlamak için buraya tıklayabilirsiniz).
Muhteşem bir deneyimdi ve aynı zamanda da sağlık açısından baya zorlamıştı beni. İtiraf edeyim dönerken "daha bir süre dönmem Afrika'ya" diyerek dönmüştüm. Ne oldu da sadece 4 sene sonra, tüm o sırt çantalarına bir de bebek arabası ekleyip yine kendimizi Afrika'da bulduk dersek.. Sanırım Afrika'ya aşık olmak böyle birşey. Ne uzak kalabiliyorsun, ne de yakındayken rahatsın.
1,5 yaşındaki çocukla seyahat etmek çok şey değiştirmiyor aslında. Biraz daha planlı, daha az spontan ve bir derece daha temiz ve lüks konaklama ve ulaşım tercih ediyorsunuz çünkü daha bebek sınıfından çocuk sınıfına yeni terfi etmiş bulunan bücürle yalınayak başıkabak seyahat mümkün olsa da, iki günde bir uzun mesafeler katedebilmek, başına savruk ve hızlı tempoda seyahat pek mümkün değil. Zaten olmamalı da sanırım, anneliğin bana öğrettiği en temel taşlardan biri bu; yavaşlamak. Afrika zaten yavaş bir kıta, insanların zaman anlayışı Batı'dakinden daha farklı. Özünde böyleyken, koştur koştur seyahat etmektense, anın keyfini yakalamak ve uzun uzun da keyfini çıkartmak en güzeli..
Bu sefer Münih'ten yola çıktık ve Etihad'ın promosyonlu uçuşu ile Seyşeller aktarmalı olarak Johannesburg'a gittik. Seyşeller'de bir hafta kaldık ama geçen sene de bu cennet adalarda 15 gün geçirdiğimiz için, bahsetmeden geçeceğim. Geçen seneki yazım burada, özetle hiç bir şey değişmemiş ve ekleyeceğim hiç bir şey yok. Hala cennet, hala muhteşem.
Johannesburg'a (JB) indiğimizde, Seyşeller'den daha serin, rüzgarlı bir hava karşıladı bizi. Fakat kuzeye çıktıkça derece 30'ların üst sınırlarına yaklaştı. Nem olmadığı için insanı daraltmayan, hoş bir sıcak, özellikle Şubat ayında kar altındaki Avrupa'dan geliyorsanız. İlk durağımız Pretoria oldu ve bu güzel kentte, ne yazık ki insan kaynaklı güvenlik nedeniyle şehir merkezinde yürüyemeden, ancak arabayla (o bile önerilmediği halde) gezebildik, Beyaz Adam'ın övünç kaynağı, bence mimarisindeki süslemeler dışında pek bir özelliği de olmayan, son derece "yerlilere medeniyeti getirdik, ne kadar da muhteşemiz" türündeki ırkçılık abidesi (ve bence 30 sene içinde yerinde yeller esecek olan) Voortrekker Monument'i ziyaret ettik. Ayrıca çocuklar için ilginç olabilecek ve içeriye silahla giremeyeceğiniz (!) bir de hayvanat bahçesi var, görülmeye değer. Özellikle bush'a yaban hayata ve safariye çıkacaksanız, önceden çocukların ilgisini çekmek ve dikkatlerini yöneltmek için güzel bir fırsat. Geniş çim alanlarda piknik yapmak ve yürüyüş için de öneririm. Pretoria'da kaldığımız otel "Opikopi Guest House" kesinlikle önereceğim, Afrika'nın dört bir yanından işadamı ve üst düzey (gazeteci, bürokrat) seyyahların kaldığı ve bu insanlardan Afrika ve sosyal yaşam hakkında çok ilginç anektodlar alacağınız bir buluşma noktası. Ve de tabii silahlı güvenlikle, elektrikli ve jiletli tellerle, yüksek duvarlar ve köpeklerle "korunduğunuz" bir nevi beyaz adam hapishanesi. Ama ne yazık ki alternatifleri çok riskli..
Pretoria'dan sonra yaban hayata, safari alanlarına gittik. Kruger ne yazık ki sıtma ve daha beteri sarı humma bölgesi ve 1,5 yaşındaki çocukla gidilecek yer değil. Fakat en az Kruger kadar bereketli, her yerden uzak, muhteşem bir flora ve fauna alanı olan Waterberg bölgesi ve özellikle Vaalwater muhteşem bir seçenek. Vaalwater "medeniyet"ten oldukça uzak küçücük bir kasaba ve iki ATM ile bir market bulunuyor. Bir de kendin pişir kendin ye'den sıkılırsanız öğlen 14'e kadar açık olan ufak bir cafe'si var (muzlu milkshake'leri ve cevizli keklerini özellikle tavsiye ederim). Fakat Vaalwater'da yapacağınız şey şu: marketten etinizi, kömürünüzü, içeceklerinizi, salata malzemelerinizi ve macadamialı kurabiyelerinizi (kaçırmayın bu lezzeti) alıp istifliyorsunuz ve kaldığınız safari kampından dışarı burnunuzu dahi çıkarmıyorsunuz. Bu kamplara "game reserve" deniyor ve genellikle beyaz bir aile tarafından işletiliyor, ailenin yanında kalıyorsunuz aslında ve size sundukları doğal bungalovlarda konaklıyor, bahçenizde havuz ve mangal keyfi (braii) yapıyor, sabahtan akşama dek kamp alanını ziyaret eden hayvanları izliyor, doğayı dinliyor, kayan yıldızların altında dilek tutuyorsunuz. Bu kadar basit bir yaşam. Tabii ki muhteşem bir deneyim, çok romantik, dinlendirici, lezzetli ve heyecan verici (çünkü sırtlan, çakal, Black Mamba denen son derece zehirli yılanlar, zebra, zürafa, yaban domuzu ve mandalar size 1-2 mt uzakta, uyduruk bir çitin hemen arkasında!) Eğer oturduğunuz ya da yattığınız yerden sizi ziyarete gelen safari hayvanlarını (game) gözlemlemek size yeterli gelmezse, bölgede bir çok vahşi hayat alanı var, arabalı ya da yürüyerek gezebilir, turlara katılabilirsiniz. Bu bölgede kredi kartı kullanılmıyor, konakladığınız yerler euro ya da dolar kabul etmiyor; o nedenle cebinizde yeterli nakit olmasına dikkat edin. Bir de G. Afrika'nın genelinde enerji açığı nedeniyle sık sık elektrik kesintileri oluyor, bunlar genellikle önceden belirlenen saatlerde yapıldığı için, elektrikli mangal gibi aletleri kullanacaksanız önceden bilgilenin derim.
İkinci haftaya iyice dinlenmiş şekilde, huşu içinde başladık ve Afrika'nın Las Vegas'ı ile Disneyland'ı arası birşey diyebileceğim Sun City'ye gittik. Burası kumarhaneleri ve dünyanın en iyileri arasında sayılan su parkı ile ünlü, yine kendinizi beyaz adam'ın "kurtarılmış bölgesi"nde hissedeceğiniz tuhaf bir yer ve 2 günden fazlası insanı sıkar ama görmeden de geçmeyin derim. Paranıza azıcık kıyarsanız konaklama için The Palace Hotel'i mutlaka öneririm, oldukça kitch ama bir o kadar da ihtişamlı. Hemen yakınındaki Cavanas Hotel de ekonomik ve rahat. Zaten su parkından çıkıp ayaküstü birşeyler atıştırıp (ne yazık ki yeme içme işleri G. Afrika'nın genelinde çok kötü, fastfood ve kalitesiz) casino'lara giriyorsunuz, Sun City'de yapacak pek fazla şey yok. Vaktiniz kalırsa bir de Lost City labirentini gezebilirsiniz..
Son durağımız Johannesburg'du ve bu kente 2 gün ayırdık. Şehrin merkezi yine Pretoria'da olduğu gibi gece asla, gündüz ise bazı bölgelerde özellikle temkinli olarak gezilebiliyor. Özellikle Hillbrow bölgesini ve Soweto gibi township denen gecekondu alanlarını kesinlikle tek başınıza gezmeye kalkmayın. Kentin tamamında, arabanızın camları kapalı, kilitli olarak gezmenizi, üzerinizde kamera ya da değerli hiçbir şey taşımamanızı (markalı kıyafetler dahil), kırmızı ışıklarda ön ve yan arabalara mesafe bırakmanızı önereceğim. Hillbrow için Ponte City'yi de içine alan harika bir yürüyüş turu önereceğim ve gelirin tamamı bölgenin yararına kullanılıyor, mutlaka katılmanızı tavsiye ederim. Çok güvenli ve ilginç; Dlala Nje. Ayrıca City Tour kırmızı otobüslerine katılabilir ya da bizim yaptığımız gibi aynı rotayı kendi arabanızla gündüz saatinde dolaşabilirsiniz. Ben JB'de kaldığımız sürece kendimi güvensiz hissetmedim ama her 3 dakikada bir çocuğun (kadının değil) tecavüze uğradığını, sadece kafası iyi olup da bela aradığı için rastgele birine nişan alıp öldüren insanların olduğunu, dünyanın en tehlikeli şehirlerinden biri olduğunu aklınızdan çıkarmayın derim. Konaklamak için Sandton, Bedfordview ya da bizim tercihimiz olan Melville (Arum Place) güvenli ve güzel bölgeler. Ayrıca çocuklaysanız Melville'deki Bambanani'yi mutlaka ama mutlaka önereceğim. Hem yeme içme için (kokteylleri bile yuvarlayabilirsiniz), hem de oyun alanı olarak harika bir yer.
Özetle; bu seferki G. Afrika seyahatimiz ilki kadar başına buyruk olmasa da, hem daha sakin hem daha planlı olsa da, yine de muhteşemdi. 1,5 yaşındaki çocukla Afrika'da safari yapabilir miyiz derseniz, kesinlikle evet. Kruger olmasa da bahsettiğim bölgeler gerek hayvan çeşitliliği, gerek bitki örtüsü, gerek konaklama seçenekleri olarak çocuklu aileleri mutlu edecek özellikte. 1 hafta boyunca bush'ta kalsanız da kesinlikle sıkılmayacağınızı, harika vakit geçireceğinizi garanti ederim. Çocuk ihtiyaçları kolayca sağlanıyor, doktorlar ve hastanelerin standardı yüksek, özellikle Avrupa'nın kışında gidilebilecek güzel bir ülke. Tavsiye ederim.
Fotoğraflar ve yazının tüm hakları (c) Ceren Musaağaoğlu Schubert, Mart, 2015.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder