Bugün 12 Eylül; çoğumuz dünyada bile değildik, bir kısmımız ise bebektik o günlerde. Hatırlamayız biz. Takip eden yıllarda yetişen nesiller için, 12 Eylül büyük bir bilmecedir; eğitim hayatlarının büyük bölümünde darbeyi yapanların "iyi adamlar" oldukları söylenmiştir kendilerine. Dinci kesimin önü kesilmiş, ülke liberal ekonomiye açılmıştır, bayrağımız göklerde dalgalanmakta, sütümüz kapımıza bırakılmakta, abi ve ablalarımız okullarında huzur içinde okuyabilmekte, tek kanallı televizyonumuzda Kara Şimşek izlenebilmektedir. Darbeyi yapanlar kahramanlardır, suçlular zindanlardadır, ekonomi iyiye gitmekte, refah düzeyi artmaktadır. Büyürken; bazı geceler, o yıllarda çok yapılan ev toplantılarında büyüklerin kısık sesle konuşmalarına şahit olmuşuzdur, bizim tanımadığımız biri gözaltına alınmış, birinin oğlu dövülmüş, birinin kızı aniden yurtdışına kaçmış dediklerini duyarız büyüklerin. Ama genellikle fısıldayarak konuştukları için mi, bizi o yıllarda ilgilendiren farklı şeyler olduğu için mi bilmem, üzerinde durmayız. Birinin kızı? Birinin oğlu.. Başkasının, ötekinin babası, anası.. Fazla düşünmeyiz. Unuturuz..
Benim aklım lise yıllarında ermeye başladı bu 12 Eylül darbesine. 90'lar bitmek üzere o zamanlar. O yıllarda pek solcu kalmamıştı etrafta, bunun da nedenini yavaş yavaş anlamaya başlıyordum aslında. Ama yine dincilerle milliyetçiler didişiyordu. Çözemedikleri bir sorun vardı ortada ama ne olduğunu ben pek anlayamıyordum, bana göre düşünce sistemleri aynı derecede berbattı. Solcular da aklıma yatmıyordu, tamam "savaşma seviş" iyiydi güzeldi ama sosyalist sistemdeki kişiliksiz, umutsuz, fazlasıyla kullanılmış ve karşılığı verilmemiş insanları gördükçe, burda yanlış giden birşeyler var diyordum. Hiçbir fikir yakın gelmiyordu bana o yıllarda. Öylesine duyarsızdım ki; Erbakan'ın kara çarşaflı toplum yaratma fikirlerine gülüp geçiyordum. Nasılsa ordu vardı, bir darbe daha yapıverirlerdi, yine rahata kavuşurduk. Oysa öyle değilmiş. Bize öğretilmeyen bir tarih varmış. Darbe barış getirmemiş, aksine toplumu uyuşturan bir gaz salmış havaya. Biz uyurken 650.000 kişi göz altına alınmış, 98.404 kişi örgüt üyesi olmaktan suçlu bulunmuş, 517 kişi idam cezası almış, 50 kişi asılmış, 171 kişi işkenceden ölmüş, 293 kişi cezaevinde kuşkulu bir şekilde ölmüş, 14 kişi açlık rejimi yaparken ölmüş, 14.000 kişi vatandaşlıktan çıkarılmış, 30.000 kişi siyasi mülteci olarak yurtdışına kaçmış, 937 film sakıncalı bulunup yasaklanmış, 23.677 sivil toplum kuruluşu ve dernek kapatılmış, gazeteler 300 gün yayın yapamamış.
Bunlar üzerinde fazla durulmadı. Gündem hızla değişmişti zaten, acısı olanlar da söz etmek istemiyorlardı, yıllar birbirini kovaladı, unuttuk bu sayıları. 2000'de bir savcı Kenan Evren'i önce bizim adaletimize şikayet etti. Bir sonuç çıkmayınca bu sefer Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne şikayet etti. Her zaman olduğu gibi, Avrupa bize kızıp parmak sallayınca utandık, "sorumlular bulunsun" dedik. 2010'da referandum ile önü açıldı, 2011'de soruşturma, 2012 Nisan'ında da yargılama süreci başladı.
Bu süreçte ben hala kafaların karışık olduğunu görüyorum. Hala kendi içimizde yaşadığımız darbede kendi dışımızdaki güçleri suçlama alışkanlığımız devam ediyor, hala iğneyi kendimize bir türlü batıramıyoruz. Hala "dinciler", hala "milliyetçiler", hala "solcular", hala "aynı sorunlar" dilimizde. Sadece şekil değiştirdiler, isim değiştirdiler. Aynı medya sansürü, aynı dindarlığı siyasete bulaştırma azmi, aynı tek adam ideolojisi, aynı vatan millet sakarya en büyük türkiye yaygarası. En beteri de hala aynı birbirimizden nefret etme, bir arada olmaya tahammül edememe hali. Buna ek, gündemde de 13 yaşındaki kız çocuğuna tecavüz eden hayvanları yargılayamama terbiyesizliği, hala suçu kurbana adletme azmi, hala minareyi çalan kılıfını hazırlar anlayışı. Aynı tas aynı hamam.. Bugün yaşanan insan hakları ihlallerini de bir 30 sene sonra yazarım artık.. İçim daraldı.
Üstte, Endonezyalı bir arkadaşımın ev hediyesi getirdiği muz fidesi..
Nasıl olacak şimdi bu fide?
YanıtlaSilBulunduğun bölgede hiç muz ağacı var mıydı, dikkatini çekti mi?
Çokta küçükmüş. Onu o kabın 5-6 boy büyüğü bir kaba taşı, kabın altının delik olmasına dikkat et, habire su verip köklerini çürütme, boy atar, evin salonunda büyür, güzel de görüntü verir, kısa zamanda boy atar.
Valla ben de merak ediyorum.. Bana pek olmayacak tutmayacak gibi geliyor, iklimi değil çünkü ama işte "UMUT".. Bir de güneşi sever, su ister ama dibini kuru sever falan yazıyor, bakım kılavuzuyla geldi :) Almanya'da son moda bu tip tropik ya da yarı tropik bitkilere evde bakmak. Mandalina ağacı falan var evlerde.. Ben pek sıcak bakmıyorum ama işte geldi bir kere, inşallah ölmez..
SilEce de yine güzel yazmış: http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=19361
YanıtlaSil12 eylül öncesini ve sonrasını en yakından görmüş ve tanıklık etmiş biri olarak,bugün şöyle düşünüyorum; evet ihtilaller hiçbir zaman ülkemize fayda getirmemiştir normal gelişimimizi engellemiş,geciktirmiş,saptırmıştır ama bu 12 eylül ihtilali olmadan önceki günlerde toplum olarak o kadar bunal(tıl)mıştık ki adım adım gelen bu askeri harekatı hemen herkes bekler olmuştu..hergün ölüm ve kargaşa haberi altında duş yapan halk ihtilal olunca bu kötü rüyadan uyandığını düşünür hale gelmişti..beceriksiz ve hırsları akıllarından kat kat fazla siyasiler en az asker kadar bu süreçte suçludur..tabi bu siyasileri seçen (ve başından atmayı beceremeyen) bizler neticede kendimizin edip kendimizin bulduğunu biliyorduk..askerler istemeyerek yapmış görüntüsüyle aslında isteyerek ve şevkle ülkeyi bir kere daha kurtarma şerefine sahip çıkmışlardı..herkesin kendilerini desteklediğini (bizim milletin geleneksel karakteri olan güçlüye yardım ve yataklık yapma huyu yüzünden olsa gerek) gören askerler herşeyi yaniden tasarlamak ve beyaz bir sayfa başlatmak gibi son yüzyılda askeriyenin hep yapmaya çalıştığı yanlış yola girdiler..sonuçta da zaten oturmamış olan kurumlar büyük darbe yedi ve fırsatçı,hırslı ve yeteneksiz insanların eline geçti..işini iyi bilen fakat yeterli cesaret ve albenisi olmayan yetişmiş kadrolar tasfiye oldular,genel bir seviye düşüklüğü heryerde gözlendi..gele gele bugünlere geldik..şimdinin genel karakteri ne yazıkki uzmanlığa ve liyakate önem vermeyen, pratik çözümlere ve günü kurtarmaya yönelik,gemisini kurtaran kaptandır felsefesine inanan bir durum..bu yolla ileri ülkelerle arayı kapatmak çok zor,ama her ülkenin kendine göre risk ve zorlukları var o yüzden elimizdeki olanakları ve jeopolitiği iyi değerlendirebilirsek ve mutlaka iyi bir yönetim ile gidersek yine de benim ümidim var..belki de bu askeri dönemlerin kötülükleri yanında toplumu olgunlaştıran yönleri de olmuştur..daha yeni yeni bu dönem irdeleniyor ve araştırılıyor..bizim bir eksiğimiz de başımızdan geçen olayları çabuk unutuyor olmamız..değerli bilim adamları,yazar ve sanatçılar bu konuları araştırmalı ve hepimiz bunları konuşmalıyız..senin bu yazın çok güzel anlatmış kendi duygularını,ama ne yazıkki herkes böyle değil,sanki unutmak istiyor gibi davranıyor insanlar..ne kadar bastırılmaya çalışılsa da mutlaka bir yerlerden sızacak anılar..benim bu konuda şimdilik söyleyeceklerim bu kadar,inşallah herkes olgunlukla ve duygularına kapılmadan bu konulara gereken değeri vererek tartışır..ve hepimizin yararına sonuçlara gideriz,yoksa herzamanki gibi boşa gitmiş olur bu tecrübeler ve yaşandığıyla kalır..işte o zaman gerçekten üzücü olur yaşadıklarımız ve yeniden bu gibi sorunlar devam eder gider...sevgilerimle...
YanıtlaSilAynen katılıyorum! Teşekkürler!
Sil