Birçoklarınız sevmeyecek bu yazıyı, hatta yükseklerden biryerlerden başıma bela getirecek belki bir zaman. Ama sustukça; sıra farklı olana, en sonunda da bizlere gelecek.
Almanya'da bana en çok sorulan sorulardan biri "kürt meselesi". Aynı soruyu birçok farklı türevde duydum; en sık "Doğu'daki problem neden yıllardır çözülemiyor", biraz daha nadir "Kürtlerle Türkler neden anlaşamıyor" ve arada sırada "Kürdistan'daki insanları neden öldürüyorsunuz?" diye soruyorlar bana. İşin doğrusu, politikayla ilgilenen bir insan değilim ben, üstelik 80'li-90'lı yıllarda büyüyen her nesil gibi Doğu'da yaşanan problemlerin kaynağından bir haberim. Bizler hep medyadan izliyoruz olan biteni, orda uzakta bir "köy" var, o köyün "bizim" köyümüz olması gerekiyor, gitmiyoruz ve görmüyoruz ama köy "bizim".
Ben Doğu ve Güneydoğu'ya 2001 yılında gittim ilk kez, sırtımda çantam ve yanımda kendim gibi hayattan bir haber 2 kızkardeş-arkadaşla. Orda gördüklerim, yaşadıklarım hiç de medyada anlatılanlara benzemedi. İnsanlar bize bazen kötü kötü baktı, bazen açık dille onaylanmadık, bazen de çok ilgi ve sevgi gördük. Yani Batı'daki gibi. Ama Mardin'in Süryanileri, Ağrı'daki Ermeni nineler, Doğu Karadeniz'deki Lazlar ve bize "öğretilmemiş" nice değişik kültürle harmalandık. Her seyahatte olduğu gibi, ben Doğu'dan farklı bir insan olarak döndüm. Hala yüzümü gülümseten anılarla birlikte. Belki o nedenle; yani o "uzaktaki köy"e bir "gidipte görmüş" olmanın getirdiği bir iç burukluğuyla cevaplıyorum bana gelen soruları. Aynı nedenle buraya da yazıyorum şimdi.
"Kürt meselesi" denen sorun, aslında iki yaramaz çocuğun itişip kakışması gibi. Ama bu çocuklar itişirken; gencecik insanlar ölüyor, anneler ağlıyor, her iki tarafa da silah ve savaş teknolojileri satan leş kargalarının ekmeğine yağ sürülüyor. Tüm bunlar olup biterken; zaten akdeniz kanının, doğu mizacının doğal getirisi ve medyanın verdiği gazla, kitleler birbirlerine düşman ediliyor. Bu sadece kürt meselesinde değil; türbansever kesimle türbansevmez kesim arasında, aleviyle suni arasında, saçı kırmızı olanla saçı siyah olan arasında, kadınlarla erkekler arasında, kanarya severlerle kediseverler arasında falan da yaşanıyor Türkiye'de. Yani asıl sorun: "biz ve onlar".. "Biz kendimiz gibi olanı severiz, başka türlü bişey olanı sevmeyiz, istemeyiz". Almanya'da da 1920-30'larda yaşananlar tam da bunlar değil miydi?
Şimdi bize "ama siz de bu sorunu bi türlü çözemediniz haa" diye çemkiren Avrupalı yıllarca bize silah sattı ve satıyor. Kendi ordularını dağıtırken, askerliği tamamen paralı profesyonel ordunun hizmetine alırken, vicdani reddi kabul ederken ve kendi sınırlarını komşularına açarken; nedense Afrika'ya, Orta Doğu'ya ve bize savaş teknolojileri satıyor, silahlanma yarışını el altından destekliyor.
İncecik bir buz tabakası üzerinde ne dolaplar dönüyor, biz de buz pateni izlemeye sevdalı bir ırk olarak izliyoruz; "alkışla" diyorlar alkışlıyoruz, "kışkışla" diyorlar kışkışlıyoruz. Facebook'ta her gün "Yılmadan" yazan bir milliyetçi yazarın saçmalıkları paylaşılıyor, etrafta al hilaller dalgalanıyor, "öteki" bazı renklere düşmanız, gördüğümüz yerde yakıyoruz, çeşitli hayvan aleminden benzetmelerle "renklendirilen", sonu hiçbiryere gitmeyen nefret kusmalar, havada yumruklar falan.. Gazetelerin köşe yazarlarının, artık bir mahalle çığırtkanlığına dönen akşam kuşağı habercilerinin tirajı arttıkça ekmeğinlerine daha çok bal sürülüyor; ırkçı ve milliyetçi yazılarını okumak istemesek bile sosyal medyadaki paylaşımlarla gözümüze sokuluyor. Savaşı lanetleme adı altında aslında kendileri gündem yaratarak, kardeşi kardeşe düşürerek, ellerine de silah vererek bu insanlar kendi ceplerini dolduruyorlar. Öteyandan iç odalarda anneler, kardeşler, eşler, bebeler sessiz sessiz ağlıyor, "bi susun, bi sessiz olun, ölüye bir saygı.." diyemiyorlar. Ölen evlatlarının bedeni bile devletin ya da örgütün ya da kamunun olmuş artık. Ne acı.
Bu manzaralar uzunca bir süre bitmez. Batıdaki aydınlar ne kadar kucaklaşırsa kucaklaşsın, iki halkın gençleri duvarları barış renkleriyle istedikleri kadar boyasın, bitmez. En baştan kaynaklanıyor sorun, "biz ve ötekiler" diye ayırdığımız andan. Yeni nesil işte tam olarak buna karşı durmalıdır. Her gün küreselleşen dünyada "biz ve onlar" diye birşey yoktur, olamaz. Karşımızdakini kendimize uydurmadan, onu farklı renkleriyle kabullenmeliyiz. Bizim doğrularımızın gerçek doğrular olmayabileceğini, bakış açısı ve yorumun farklılıklarıyla yaşamalıyız. Paranoyakça; bize herkes düşman, bizim bizden başka dostumuz yok, biz hepimiz biriz falan gibi 1950'lerden kalma fikir ve kavramlarla bu yola devam edersek daha çok Mehmet'ler, Boran'lar, Roji'ler, Gül'ler heba olacak.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder