10 Ekim 2010 Pazar
Rehabilitasyon merkezinden kaçış hikayem
Pazar sabahı okyanusa karşı oturmuş, iki metrelik dalgaların kırılırken çıkarttığı gürültüyü dinler ve sörf yapanları izlerken fark ettim ki; Avustralya bir rehabilitasyon merkezi ve ben burda 1.5 seneye yakındır rehabilite edilmekteyim. 15 gün sonra merkezden dışarıya, gerçek dünyaya salınacağım. Aman tanrım, gerçekten de durum aynen böyle..!
Korunaklı, sevecen, sakin ve huzurlu bir ortam var burada. Fazla güzel. Fazla sessiz. Bir terslik var. Bir gerçeklik, canlılık, devinim eksikliği var. İnsanlar küçük dünyalarında, rutinlerini yaşıyorlar. Fazla bir beklenti yok, günler birbirinin benzeri, insanlar kibar ve nazik, bir rehabilitasyon merkezi personelinin olabileceği ölçüde içten ve önyargısız.
Rehabilitasyon merkezinde yaşam tekdüze. Doğa o kadar mükemmel ki, yaradanı düşünmemek ve hayran olmamak elde değil. Merkezin kocaman bir bahçesi, ufak bir nehri, masmavi gökyüzü, rengarenk çiçekleri, zıplayan kanguruları, sarılabileceğin yumuşacık koalaları var. Böyle bir ekolojide, psikolojik ve bedensel iyileşme süreçlerine ket vuracak hiçbir etken yok. Spor yapmak, okyanus dalgalarının sonsuz deviniminde huzur bulmak, saatlerce iç diyaloglar eşliğinde yürüyüş imkanı, bisiklet parkurları, ağaçların altında ya da ıssız sahillerde kitap okumalar zaman geçirmenin en güzel yolları. Merkezin yönetim kadrosu tarafından diplomana ve belgelerine onay verildiğinde, yeteneklerin ölçüsünde bir işe girip çalışmak da kolay. Genellikle rutin, boş bir iş oluyor bu ama iyileşme sürecinde zaman doldurma ve düşünmemen gerekenleri düşünecek zaman bulamama ve üstüne üstük pek harcayacak yer bulamadığın katır yüküyle para kazanma gibi artıları da var. Merkezde yemekler berbat, ama hangi rehabilitasyon merkezinde güzeldir ki?!? Arada meyveli jöle çıktığı oluyor, deniz ürünleri de bol, kullanılan yağlar ise dış dünyanın zeytin yağının yerini tutmuyor. Beyaz peynir, domates en büyük sıkıntı. Sert ve kokulu elma sıkıntısı dayanılmaz boyutta.
Rehabilitasyon merkezinde kurulan dostluklar derin değil, çünkü herkes kendi iç dünyasıyla ve rutiniyle dolu. Arada çeşitli aktivitelerde görüşülse de içten bir dostluk, sıcak bir sohbet özleniyor. Nadiren denk gelen, tadına doyulmayan dostluklar da oluyor tabii, onlar bir ömür boyu sürüyor zaten, özlemle anılıyor ve dünyanın neresinde olunursa olunsun, aynı sıcaklığı koruyor insan.. Ama çok az rastlanıyor merkezde buna, bir elin parmaklarını aşmıyor bu tip dostların sayısı.
Merkezin yöneticileri ve genel ahalisi dış dünyadan haberlere karşı ilgisiz. Merkez zaten konumu gereği dış dünyadan izole, ayrıca kotalı ve yavaş internet bağlantısı bir süre sonra gazetelerin okunmasındaki anlamın yitirilmesine neden oluyor. Merkezin diğer bölümlerinden bile haberler gelmiyor çoğu zaman. Komşulardan gelen haberler ise genellikle kantinin açılma kapanma saatlerinde yapılması öngörülen değişikliklere dair referandum, ağaçta mahsur kalan kediler ve yemek programları gibi anlamsız haberler oluyor.
Rehabilitasyon merkezi sakinlerinin en sevdikleri aktivite çoğalmak. Bu aktiviteler düşük yaşlarda çoklu doğumlarla sonuçlanıyor. 4lü bebek arabaları merkezde sıkça rastlanan bir ulaşım aracı. Merkez yönetimi de, maddi yardım sağlamak ve şehri bebek arabalarının kullanım mimarisine uygun tasarlamak gibi adımlarla bu aktiviteleri destekliyor. Bebek yapımı o kadar gündemin merkezinde ki, yerel gazete ve haberlerde anne sütünün önemi devamlı vurgulanıyor ve bebekler sütü bolca alabilsin diye yerel yönetim tarafından formül mamalar reçeteye bağlanarak, süt vermek annenin seçimi olmaktan kanunlarca çıkartılıyor.
Merkezin temel problemi sığ ve rahat bir yaşam, entellektüel açıdan yerinde sayma ve hatta gerileme, insanlardaki bön bön bakışlar ve anlamsızlık hissi. Dış dünya ile kopan bağ, huzurlu bir yaşamı garantilese de, çoğu insanın ilk aşamada neden bu merkeze geldiğini unutmasına, bu boş yaşamı rahatlık saymasına ve merkezi asla terk etmek istememesine neden oluyor. İlginç şekilde, merkezin sakinleri kaldıkları süre uzadıkça bunları sorun olarak algılamaktan da uzaklaşıyorlar. Kısacası; rehabilitasyon merkezi bir ömür boyu yaşamaya uygun ve merkezin daimi sakini olmak isteyenler için prosedürler rahat ve hızlı işliyor.
Oysa, merkezin huzurlu yapay ortamından sıkılan, geldikleri dış dünyayı, kaosu, mücadeleyi, gerçek savaşımları özleyenler de var. Rahat ve mutlu oldukları halde, birşeylerin eksikliğini hep duyan insanlar bunlar. Biliyorlar ki, bu yapay cennetin, rehabilitasyon fanusunun dışında bir gerçek dünya var ve o dünyada öfkeli, kavgacı, kötü niyetli ve mutsuz insanlar yaşıyor. Bu dünyada kirlilik, verilecek kavgalar, zorluklar var. Fakat ışıltısı ve sesi de bir başka bu dış dünyanın.
Merkezdeki son 15 günüm. Bahçede daha çok geziyorum, iç konuşmalarıma daha çok kulak veriyorum. Dış dünyaya dönmeye hazır mıyım, bilmiyorum. Ya adapte olamazsam o hızlı devinime? Ya ben rehabilitasyon merkezindeyken kanunlar ve insanlar değiştiyse? Ya pişman olursam merkezden çıktığıma? İşte bunlar kafamı kurcalayan sorular..
Ama özlüyorum o dış dünyayı, kokusunu ve rengini hatırlıyorum. İşten çıkıp hızlı hızlı eve geçip, az birşey atıştırıp arkadaşlarla buluşmaya çıktığım o günleri hatırlıyorum. Konuşulan konuların derinliğini, gerçekliğini, atılan kahkahalardaki canlılığı özlüyorum. Mesleğimi zevkle gerçekleştirebileceğim bir ülkeyi, belki burdakinden daha az kazanacağım ama daha çok harcayacağım aktiviteleri umud ediyorum. Sanatı, edebiyatı, konserleri, dostlarla yapılan entellektüel konuşmaları, ana-baba ocağının uçakla sadece birkaç saat olan yakınlığını arıyorum. Kısacası, ruhen ve bedenen hazırım ben rehabilitasyon merkezinin sahte huzurunu terk etmeye. Dış dünyanın ışıltısı risk almaya değer diye düşünüyorum. Umarım doğru kararı vermişimdir!
Not. Vermediysem de, nasılsa bu rehabilitasyon merkezine geri dönmek kolay ;) Önemli olan buradan ayrılabilecek gücü hissedebilmek!
ne kadar güzel yazmışsın. umarım hayatında hersey yolundadır
YanıtlaSil:) Evimi Almanya Münih'te buldum.. Teşekkürler..
Sil