29 Nisan 2010 Perşembe
Issızlığın Ortasında Kamp Yapmak
Avustralya'yı ciddi anlamda düşük bir bütçeyle gezmeye yarayan, her tür kamp araç gereciyle ve vagonda yumuşacık sünger yataklarla donanmış "wicked" karavan ve minibüsleri diye bir şey var bu memlekette. Biz de bunlardan bir tane kiralayıp, paskalya tatili için 4 günlüğüne güneye indik.
Karavanı doğanın kucağına salıyorsun, istediğin yerde istediğin zaman duruyorsun, banyoları denize girerek, tuvalet ihtiyacını doğanın en manzaralı noktalarında gidererek, karnın acıkınca ekmek-peynir-domates ya da konserveden şipşak yapılan chilly con carne gibi yemekler yiyerek, bol bol paskalya şekerlemesi tüketerek ve akşamları gün batımına nazır ıssızlığın tam ortasında yöresel bağevlerinden kelepir niyetine alınan birinci kalite şaraplarla keyif yaparak, hava kararınca doğanın sesleriyle mışıl mışıl uyuyarak, güneşin ilk ışıklarıyla uyanıp yola düşerek harika bir tatil geçiriyorsun.
Işık hızıyla akıp giden hayatın ortasında, sanki zamanda yolculuk yapıyor gibi hissettim. Karavan zaten yaşı ve 400.000km'si (evet doğru okudunuz) itibarıyle 70'lerin ruhunu yakalamış halde. Bob Marley ve John Lennon dinleyerek havaya girip, saçlarımı yandan örüp, sağa sola da çiçekler de asınca, tam oldu.
Sabahlar; güneşin doğuşuyla canlanan doğa seslerini dinleyerek yapılan basit ama enfes kahvaltılarla başladı hep. Üçgen peynir, baget ekmek, yeşil zeytin ve piknik tüpte yanlışlıkla alınan maden suyuyla yapılan mis gibi kahve ile! Gündüzler; okaliptus ormanından, bağ evleri ve şaraphanelerin ortasından kıvrıla kıvrıla giden toprak yolda direksiyon sallayarak, ıssız kumsallarda güneşlenerek, kitap okuyarak geçti. Akşamlar; gün batımına karşı park edilen karavanın huzurunda, ıssızlığın ortasında birbirimize korku hikayeleri anlatıp şarap içerek ve doğayı ve tüm bunları kusursuz şekilde tasarlayan tanrıyı düşünmekle geçti. Geceler; hafif bir esinti, okaliptus ağaçlarının kokusu, bazen tepemize inen sağanak yağmur altında, yorganımıza gömülüp gece hayvanlarının seslerini dinlemekle, uykunun huzurlu boşvermişliğinde geçti.
Doğada yaşam, ıssızlığın ortasında kamp. Basit ve anlık ve o derecede anlamlı bir hayat. Doğanın kucağına kaçış, kısa sürdü! Eve doğa gibi kokarak, kurt gibi aç ve ölesiye yorgun döndük ama bir yanım asıl evimiz aslında ormanın içinde, deniz kenarındaki kuytularda ve bağ evlerinin arasında biryerde kaldı diyor..
kıskanıyoruz ceren hanım yapmayalım böyle
YanıtlaSilBugünüm seninle geçti :) Çok sevdim blogunu. Ve kıskandım seni. Bir sürü yer görmüşsün. Bir kere bile yurtdışına çıkamamış bir insan olarak yazdıklarını okudukça "ben de yaşıyormuyum be" diyorum. Bu arada 3 sene önceki yazılarına geri döndürüyorum bak seni.
YanıtlaSilYa valla muhteşemdi o gezi.. Ben de kendime imrendim şimdi.. Bu yaz eve çakılı kaldık :(
YanıtlaSil