3. haftanın "özeti"ni öncekilerden farklı bir şekilde yazmak istiyorum çünkü şu sizdeki tam teşekküllü kapanma, bizdeki bir açılıp bir kapanmaktan olunan yalama bence hepimizin sinirlerini yeterince bozdu ve bir de benim varoluşsal hezeyanlarla dolu yazılarım hiiiç çekilmez.. Haftadan kalan neşeli anlara odaklanalım! "Nasılız?".. "İyiyiz"..
Bu hafta biraz yoğun geçti. Kızımın sınıf arkadaşının annesi (aynı zamanda yakın çevremizde corona döneminde ayrılan 4. çift) acil bir ameliyat geçirdi ve kızını birkaç gün kadar bizde konuk ettik. Beni bilen bilir, çooook sayıda çocuk seviyorum, elimi attığım yerde bir çocuk bulmak çok hoşuma gidiyor. Fakat çocukları fiziksel seven biri değilim, daha ziyade gözümle sever, yaptığım aktivitelerle de sevilirim. Fakat ufacık çocuk annesini özlüyor tabii, endişeleniyor. Bu devirde başkasının çocuğuna sarılmak öpmek özellikle Batı kültürlerinde çok ters anlaşılsa da, saldım valla, çocuğu bolca öptüm sarıldım.. Eşim "corona olacaz" paranoyasıyla ve zaten çocuk da sevmediği için, kendini odaya kitleyince, çocuklar bana kaldı. Güzeldi ama yoruldum biraz.
Öğlene dek onlar ödev yaptılar ben bahçede çalıştım. Bizim cingöz recai benim bahçede çalışmamı fırsat bilip evin önüne "bit pazarı" kurmuş ve kardeşinin oyuncaklarını satışa çıkarmış bu arada, vay küçük girişimci seniiii.
Bir şey diyemedim, zaten oyuncakların tanesini 20 eurodan satmaya kalktıkları için havalarını aldılar :)) Her gün öğle yemeği sonrası 2-3 saat parka gittik. Geceleri de işte sessiz sinemayla, yatakta zıplama ya da projektörle duvara yansıtıp film izlemeyle falan geçirdik. Ana kız buluştular neyse, sağlıkla. Allah kuzuların hiç birini anasından ayırmasın, zor..
Bir de sorumluluk fena. Tutuyor ağaçlara tırmanıyorlar. Kendiminki düşse ayrı, emanet çocuk diye iyice aklım çıkıyor. Ağaç altlarında "evladım fazla yükselmeyin çocuğum biraz aşağı inin" diyen tavuk anne bendim bu hafta.. Ama yuh artık yani değil mi:
Yavruyu anasına teslim ettikten sonra bir rahatlama geldi üzerime. Haftanın geri kalanı daha huzurlu geçti.. Bu haftadan bana kalan güzelliklerse şunlar.
OKUDUM - DÜŞÜNDÜM:
Knulp'tan bir paragraf, bu hafta iyi geldi: "Her insanın kendine özgü bir ruhu var" dedi. "Onu başka bir ruhla karıştıramaz. İki insan birbirine yaklaşabilir, birbiriyle konuşabilir, birbirinin hemen burnunun ucunda olabilir, ama ruhları bulunduğu yere kök salmış çiçeklere benzer, hiçbiri kalkıp ötekinin yanına gelemez, bunun için kökünü terk etmesi gerekir, böyle bir şeyi de başaramaz. Çiçekler kokularını ve tohumlarını yollar birbirine, çünkü birbirleriyle konuşmaya can atar; ama bir tohumun istenilen yere ulaşması konusunda çiçeğin elinden bir şey gelmez, rüzgârın işidir bu, rüzgâr da canı istedi mi bu, istemedi mi öbür yönden eser."
ELALEMİ DELİRTTİM:
İnsanın çocukluk arkadaşının ünlü bir müzisyen olmasından daha beter bir şey varsa, o da bu arkadaşı gecenin üçünde varoluşsal hezeyanlarla delirtme hakkını kendinde görebilmek sanırım :)) Sanatçılar iyi ki varlar.... Onlar da olmasa şu pandemiden nasıl çıkacağız aklım almıyor.
Fakat hakikaten sevgili blog düşünürleri, ne demek ayol bu "varlığın da yokluğun da yetmiyor?" Lütfen örnek vererek ve Bilale açıklar gibi açıklar mısınız? Yoksa Sezen'e kadar çıkıcam valla!
HİSSETTİM VE DUA ETTİM:
Yılın ilk insanın içini kıpır kıpır eden bahar kokusunu hissettim ve bisikleti durdurup, kokunun nereden geldiğini bulmaya çalışınca, adını bilmediğim fakat kokusunun yaşama dair tutku dediğimiz o muhteşem hisle bir olduğu şu çiçeği buldum. Ve dedim ki, yahu insan 7sinde neyse 70inde de o galiba.. Çocukluğum, gençliğim, şimdi ortayaşım ve kısmetse yaşlılığım da bu kokuya hayran kalmakla geçsin hep ne olur... Hayatta başıma ne gelirse gelsin, ne olur hiç unutmayayım bu konunun bana hissettirdiği o enerjiyi, o aşkı!
DİNLEDİM:
Yoğun haftanın gürültüsünü, yeni yeni erimeye başlayan karlarla yavaş yavaş kabarmakta olan şu ırmak boyunca sıfırlamak, bana çok iyi geldi... Size de iyi geleceğini düşündüğüm için videoyu paylaşıyorum (sesi açın lütfen)
Haydi bakalım ramazan 4. hafta, güzel güzel geç..