Tayyib'i kürtajla aldırmak için çok mu geç kaldık acaba, sevgili dostlar. Bu nasıl bir gündem çarptırması ve yeniden belirlenmesidir; Uludere olayı arada nasıl kaynadı ben ona şaşırıyorum..
Çok güzel yazanlar var bu konuda. Benim dilim onlar kadar dönmez. Ama; yıllardır ülkemde yaşamasam da, kafa kağıdımdan ve vatandaş olduğum kadar insan olarak da sahip olduğum demokratik haklarımdan asla vaz geçmeyecek bir Türk Vatandaşı olarak, belki ama SADECE eşimle benim istediğimiz zaman ve şartlarda, kendi belirlediğimiz sayıda çocuğa anne olacak bir kadın olarak, bu konuda susmamak lazım diyorum!
Olay sadece Kürtaj değil çünkü; olay kadının, erkeğin, çocuğun, toplumun belirli bir kesim tarafından istenen şekle sokulması. Hepimiz bunu gayet iyi biliyoruz..
Bir tık Her Boku Bilen Adam'a
Bir tık Metin Münir'e
Bir tık da Meral Tamer'e
8 Mayıs 2012 Salı
Seksi fareler
Bahar ayları, gevşer doktoranın yayları. Çok okuyorum, o ayrı. Bilimsel mi bilimsel, düşünsel mi düşünsel - o zaman sorun yok. Biliminsanı denen tühaf güruha akıl sır ermez zaten, tüm gün tek bir satır yazamayıp, gecenin bir yarısı aydınlanıveririz. Hatta bazen fazla aydınlanıp, ampülü patlattığımız da olabiliyor..
Misal; bugün gazetede "Yoğurt yiyen fare daha ince ve SEKSİ" diye bir haber okudum, evet aynen bu şekilde yazılmış bir haber. Hayvan deneylerine son derece karşı olsam da, bizim alanda farelerle çalışan arkadaşlarım var ve bunların bir kısmı fareleri deney sonunda "imha" etmeden önce (evet bu bir kuraldır; aynı fare iki farklı deneyde kullanılmaz, modifiye edilmiş fare hayatına devam edemez) bu farelere karşı bir tür bağlılık geliştirebiliyorlar. Ama ampülü patlatıp deney faresini seksi bulan da oluyormuş demek ki.. derken.. Baktım neyse ki durum böyle değilmiş; yoğurt yiyen fareleri seksi bulan, bilimadamları değil de diğer farelermiş. "Fare ve insan ne kadar karşılaştırılabilir ki?" derseniz, size Steinbeck'ten genetik çalışmalara kadar birçok örnek sıralayabilirler tabii.. Kafanız daha da karışır, boşverin. Önemli olan; fareler yoğurdu yedikçe bedenleri daha ince, tüyleri parlak oluyormuş, erkek fareleri daha fazla cezbediyorlarmış, bir de daha büyük yavrular doğuruyorlarmış. Sonuçta daha büyük fare yavrularının bize ne gibi yararı olur bilemiyorum ama; farelerden feyz alarak bolca yoğurt yersek, bizler de zayıf, parlak tüylü ve seksi olabilirmişiz. Bebelerimiz de iri kıyım doğabilirmiş. Bu noktada, dünyada var olan açlık ve susuzluk sorununa, iri kıyım insanların ne gibi bir katkısı olur diye düşünmeden edemiyorum ama hadi neyse..
Misal; bugün gazetede "Yoğurt yiyen fare daha ince ve SEKSİ" diye bir haber okudum, evet aynen bu şekilde yazılmış bir haber. Hayvan deneylerine son derece karşı olsam da, bizim alanda farelerle çalışan arkadaşlarım var ve bunların bir kısmı fareleri deney sonunda "imha" etmeden önce (evet bu bir kuraldır; aynı fare iki farklı deneyde kullanılmaz, modifiye edilmiş fare hayatına devam edemez) bu farelere karşı bir tür bağlılık geliştirebiliyorlar. Ama ampülü patlatıp deney faresini seksi bulan da oluyormuş demek ki.. derken.. Baktım neyse ki durum böyle değilmiş; yoğurt yiyen fareleri seksi bulan, bilimadamları değil de diğer farelermiş. "Fare ve insan ne kadar karşılaştırılabilir ki?" derseniz, size Steinbeck'ten genetik çalışmalara kadar birçok örnek sıralayabilirler tabii.. Kafanız daha da karışır, boşverin. Önemli olan; fareler yoğurdu yedikçe bedenleri daha ince, tüyleri parlak oluyormuş, erkek fareleri daha fazla cezbediyorlarmış, bir de daha büyük yavrular doğuruyorlarmış. Sonuçta daha büyük fare yavrularının bize ne gibi yararı olur bilemiyorum ama; farelerden feyz alarak bolca yoğurt yersek, bizler de zayıf, parlak tüylü ve seksi olabilirmişiz. Bebelerimiz de iri kıyım doğabilirmiş. Bu noktada, dünyada var olan açlık ve susuzluk sorununa, iri kıyım insanların ne gibi bir katkısı olur diye düşünmeden edemiyorum ama hadi neyse..
7 Mayıs 2012 Pazartesi
$75,000 = mutluluk
Yazdık, çizdik, boyadık, salıncakta sallandık, ateş üzerinden atladık, gün batımında gül ağacı aradık falan derken bir hıdrellezi daha geride bıraktık. Gittikçe amacından saparak, tüketim çılgınlığının bir başka şeklini almaya başlayan Hıdrellez hakkında yazmayacağım; zaten tüm bloggerlar kendi çaplarında birşeyler yazarak, günün anlam ve önemini belirtmiş, yapılması gerekenleri özetlemiş, kendi dileklerinden bahsetmişler. Sağolsunlar. Ama bu dileklerin çoğunluğunun maddiyata dayalı oluşu beni şaşırttı doğrusu.. Hemen herkes evler, arabalar ve para dilerken; aramızda sadece iki kişi (güzellik yarışmasına çıkmış kızcağızlar gibi) dünya barışı, huzur, mutluluk gibi kavramları da (asıl dileklere ek olarak tabii) dilediğini belirtmiş. Kimsenin ana dileği mutluluk olmamış..
Belki de ben bazı şeyleri idrak edemiyorum bu hayatta; çünkü maddiyat ile mutluluk arasındaki ilişkiye bakıldığında - benim düşüncemin aksine - az bir para değil, bir hayli para gerekiyor insanların mutlu olabilmeleri için. Eskiden başını sokacak bir ev, sıcak bir yemek, sağlık ve huzur diye özetlenen "mutluluk", günümüzde kuruşu kuruşuna net bir rakam: yıllık 75,000 dolar. Gerçekten; inanmıyorsanız ben Princeton Üniversitesi'nde yapılan bir araştırmanın yalancısıyım, tıklayın görün. Bu araştırmaya göre; yıllık kazancı 75,000 doların altında olan kişiler kendilerini belirgin düzeyde daha mutsuz hissederken, bu rakam civarında kazanan kişiler oldukça mutlu hissediyorlarmış. Garip olan ise; 75,000 doların üstünde kazanan kişilerin mutluluk düzeyi de daha yüksek değilmiş. Yani para arttıkça mutluluk artsa da; 75,000 dolar eşiği geçildiği andan itibaren mutluluk artık daha fazla artmıyor. Tabii araştırmada eksik ve yanlış metodoloji söz konusu; yaşanılan ülke, şehir, mahalle dahi bu rakamın belirleyicisi olabilir. Yani New York'ta kazanılan 75,000 dolar ile Teksas'taki, İstanbul'daki farklı değere sahip olabilir. Alım gücü denen birşey var sonuçta. Ya da komşun açken senin obez olma durumunun psikolojisi var. Toplumların farklı tüketim alışkanlıkları var, sonra.. Yani herkesin maaşını 75,000 dolarda sabitlesek bile, insanların tümünün mutlu olacaklarını sanmıyorum. Yine de ilginç bir araştırma. Araştırmacılardan biri de ekonomi alanında nobeli kapmış üstelik. Bu durumda, isterseniz seneye sadece para değil $75,000 çizin direkt, bakalım ne olacak..
Aslında, sevdiğim TED konuşmacılarından biri olan Michael Norton da, mutluluğun satın alınabileceğini söylüyor. Buraya tıklayarak nasıl satın alabileceğinizi öğrenebilirsiniz.
Belki de ben bazı şeyleri idrak edemiyorum bu hayatta; çünkü maddiyat ile mutluluk arasındaki ilişkiye bakıldığında - benim düşüncemin aksine - az bir para değil, bir hayli para gerekiyor insanların mutlu olabilmeleri için. Eskiden başını sokacak bir ev, sıcak bir yemek, sağlık ve huzur diye özetlenen "mutluluk", günümüzde kuruşu kuruşuna net bir rakam: yıllık 75,000 dolar. Gerçekten; inanmıyorsanız ben Princeton Üniversitesi'nde yapılan bir araştırmanın yalancısıyım, tıklayın görün. Bu araştırmaya göre; yıllık kazancı 75,000 doların altında olan kişiler kendilerini belirgin düzeyde daha mutsuz hissederken, bu rakam civarında kazanan kişiler oldukça mutlu hissediyorlarmış. Garip olan ise; 75,000 doların üstünde kazanan kişilerin mutluluk düzeyi de daha yüksek değilmiş. Yani para arttıkça mutluluk artsa da; 75,000 dolar eşiği geçildiği andan itibaren mutluluk artık daha fazla artmıyor. Tabii araştırmada eksik ve yanlış metodoloji söz konusu; yaşanılan ülke, şehir, mahalle dahi bu rakamın belirleyicisi olabilir. Yani New York'ta kazanılan 75,000 dolar ile Teksas'taki, İstanbul'daki farklı değere sahip olabilir. Alım gücü denen birşey var sonuçta. Ya da komşun açken senin obez olma durumunun psikolojisi var. Toplumların farklı tüketim alışkanlıkları var, sonra.. Yani herkesin maaşını 75,000 dolarda sabitlesek bile, insanların tümünün mutlu olacaklarını sanmıyorum. Yine de ilginç bir araştırma. Araştırmacılardan biri de ekonomi alanında nobeli kapmış üstelik. Bu durumda, isterseniz seneye sadece para değil $75,000 çizin direkt, bakalım ne olacak..
Aslında, sevdiğim TED konuşmacılarından biri olan Michael Norton da, mutluluğun satın alınabileceğini söylüyor. Buraya tıklayarak nasıl satın alabileceğinizi öğrenebilirsiniz.
4 Mayıs 2012 Cuma
Küçük ipuçları
Yaşım birkaç sene içinde yetişkin bir insanın ayakkabı numarası olabilecek rakamlara doğru ilerlerken, mutlu olabilme sanatına dair birkaç ipin ucunu yakaladığımı düşünüyorum doğrusu. Paylaşayım da çoğalsın hadi!
1. Mutlu olmak istiyorsanız; olaylara ve kişilere değil, flora ve faunaya kafayı takacaksınız. Şöyle ki; bahar geldiğinde bisikletinize atlayacaksınız, patpat motorlu, yelkenli ya da kürek gücüyle ilerleyebilen ufak tahta bir tekne edineceksiniz, hiç biri olmasa dahi bir yolunu bulup şehirden uzaklaşacak, doğaya karışacaksınız. Saçlarınıza çok değil, bir sap papatya takacaksınız; ellerinize konan uğur böceklerini üfleyerek uçuracaksınız. Herkesle dost-ahbap olmayacaksınız ama çevrenizde bulunanlara sevgiyle, gülümseyerek, iyi niyetle bakacaksınız. Karşılık beklemeden küçük iyilikler, naziklikler, sürprizler yapacaksınız; gönlünüz geniş, eliniz açık olacak, bunların hesabını tutmayacaksınız. İçiniz dışınız bir olacak sonra; saklanmaya, yalana, dolana gerek duymayacaksınız. Açık olacaksınız, samimi ve direkt olacaksınız. Kimse size istemediğiniz bir şeyi yaptıramayacak ama; daima adil ve etik davranacaksınız. Size kötülük yapanı unutacak, kötü davranışın tekrarlanmaması içinse önleminizi alacaksınız. Kimseyle kendinizi karşılaştırmayacak, kendi amaçlarınız ve hedeflerinize ulaşmak için kafa yoracaksınız. Sınırlarınızı da bileceksiniz ama; abartmayacaksınız.
2. Sağlıklı olmak istiyorsanız; herşeyden (evet herşeyden) azar azar yiyecek, günde 7-8 saat uyuyacak, düzenli bir yaşam süreceksiniz. Bir de suyun hayat olduğunu bileceksiniz. Suyu bardak bardak içinize, köpük köpük banyolarla dışınıza, masmavi dalgalarla gözünüze yakın tutacaksınız. En güzel sporun yüzmek olduğunu, yazın tuzlu deniz suyunun uzun kış günlerine yatırım olduğunu unutmayacaksınız. Hareketli, canlı, heyecanlı olacaksınız ama arada kendi kendinizle başbaşa kalmayı, sessizce oturup bedeninizi dinlemeyi ve tüm bu evrenin ve bir kum tanesi ölçüsündeki benliğinizin anlamını düşüneceksiniz. Şükredeceksiniz en çok da, sağlıklı ve huzurlu olduğunuz her anın farkına varıp, değerini bileceksiniz.
3. Aklınızın zehir gibi çalışmasını istiyorsanız; tepenizde süs diye durmayan gri hücrelerinizi kullanacaksınız. Çalışacaksınız, üreteceksiniz, tartışacaksınız, merak edecek ve araştıracaksınız. Hayal kuracaksınız bol bol; olmayacak hayaller olsalar bile, onların hayal olduğunu bile bile oyuna devam edeceksiniz.
4. Sevilen biri olmak istiyorsanız; sahiplenmeden, yargılamadan, koşul ve şart koymadan, olduğu haliyle seveceksiniz. Çocuklar ve yaşlılarla sohbet edip, tanımadığınız insanlar size gülümsediğinde mutlaka geri gülümseyeceksiniz. Günaydın, hoşgeldiniz, teşekkürler kelimelerini daha sık kullanacaksınız. Ailenize ve arkadaşlarınıza zaman ayıracaksınız ;) sevgiliniz olduğunda bile! Yeni insanlarla tanışmaktan, yeni sosyal ortamlara girmekten korkmayacaksınız. Eviniz kale değil, kapınızı sonuna dek açacaksınız dostlara. Çağrıldığınız partilere, sosyal ve kültürel etkinliklere zaman ayıracaksınız. Sadece kişisel değil, sosyal hobileriniz de olacak mutlaka. Dolu dolu yaşayacaksınız ki, anlattığınız hikayeler ilgi çeksin.
5. Kendinizle barışık olmak istiyorsanız; duşta şarkı söyleyeceksiniz, arada dans edeceksiniz, aynada güzel bulduğunuz (en az) bir yerinize bakacak ve gülümseyeceksiniz. Kilonuza dikkat edecek ama kalori saymayı da takıntı haline getirmeyeceksiniz. Ne kadar yoğun olursanız olun, haftada bir yarım günü sadece kendinize ayıracaksınız; kişisel bakımınıza, keyfinize ya da canınız ne istiyorsa onu yapmaya. Kendinizi ve davranışınızı kimse yokken bile siz denetleyeceksiniz, kendinizi doğru olanı yapmaya, iyi biri olmaya koşullayacak ve her iyi davranışınızdan sonra kendinize küçük ödüller vermeyi asla atlamayacaksınız.
Ben bunları öğrendim bunca yılda. Geçmişe, pişmanlıklara, keşkelere, kim ne der'e değil; içimden gelene inandım. İçimden geleni de kendim yargıladım, evrensel etik değerlerden asla uzak olmamasına uğraştım. Arada yanlış da yaptım, hem de çok. Ama böyle öğrendim doğruları ben. Hala da öğrenmeye devam ediyorum. Çünkü yaşamın sonsuz olasılıkları içinde, her tür durumun yaşanacağına, olmaz dediklerimizin dahi başımıza geleceğine inanıyorum. Bunlardan ders almak, olumlu sonuçlar çıkarabilmek bizim görevimiz. İnsanın özünde mutluluk ve iyilik olduğuna inanıyorum, bazı insanlarda çok derinlerde saklanıyor da olsa, potansiyel olduğunu düşünüyorum. İnançlarımız, zamanla değerlerimiz olur; değerlerimiz ise yaşam belirleyicilerimiz. Bu nedenle; kendimizi oluştururken, olumlu düşüncelere ve değerlere odaklanmalıyız. Bunları öğrendim, bunları paylaşıyorum.
1. Mutlu olmak istiyorsanız; olaylara ve kişilere değil, flora ve faunaya kafayı takacaksınız. Şöyle ki; bahar geldiğinde bisikletinize atlayacaksınız, patpat motorlu, yelkenli ya da kürek gücüyle ilerleyebilen ufak tahta bir tekne edineceksiniz, hiç biri olmasa dahi bir yolunu bulup şehirden uzaklaşacak, doğaya karışacaksınız. Saçlarınıza çok değil, bir sap papatya takacaksınız; ellerinize konan uğur böceklerini üfleyerek uçuracaksınız. Herkesle dost-ahbap olmayacaksınız ama çevrenizde bulunanlara sevgiyle, gülümseyerek, iyi niyetle bakacaksınız. Karşılık beklemeden küçük iyilikler, naziklikler, sürprizler yapacaksınız; gönlünüz geniş, eliniz açık olacak, bunların hesabını tutmayacaksınız. İçiniz dışınız bir olacak sonra; saklanmaya, yalana, dolana gerek duymayacaksınız. Açık olacaksınız, samimi ve direkt olacaksınız. Kimse size istemediğiniz bir şeyi yaptıramayacak ama; daima adil ve etik davranacaksınız. Size kötülük yapanı unutacak, kötü davranışın tekrarlanmaması içinse önleminizi alacaksınız. Kimseyle kendinizi karşılaştırmayacak, kendi amaçlarınız ve hedeflerinize ulaşmak için kafa yoracaksınız. Sınırlarınızı da bileceksiniz ama; abartmayacaksınız.
2. Sağlıklı olmak istiyorsanız; herşeyden (evet herşeyden) azar azar yiyecek, günde 7-8 saat uyuyacak, düzenli bir yaşam süreceksiniz. Bir de suyun hayat olduğunu bileceksiniz. Suyu bardak bardak içinize, köpük köpük banyolarla dışınıza, masmavi dalgalarla gözünüze yakın tutacaksınız. En güzel sporun yüzmek olduğunu, yazın tuzlu deniz suyunun uzun kış günlerine yatırım olduğunu unutmayacaksınız. Hareketli, canlı, heyecanlı olacaksınız ama arada kendi kendinizle başbaşa kalmayı, sessizce oturup bedeninizi dinlemeyi ve tüm bu evrenin ve bir kum tanesi ölçüsündeki benliğinizin anlamını düşüneceksiniz. Şükredeceksiniz en çok da, sağlıklı ve huzurlu olduğunuz her anın farkına varıp, değerini bileceksiniz.
3. Aklınızın zehir gibi çalışmasını istiyorsanız; tepenizde süs diye durmayan gri hücrelerinizi kullanacaksınız. Çalışacaksınız, üreteceksiniz, tartışacaksınız, merak edecek ve araştıracaksınız. Hayal kuracaksınız bol bol; olmayacak hayaller olsalar bile, onların hayal olduğunu bile bile oyuna devam edeceksiniz.
4. Sevilen biri olmak istiyorsanız; sahiplenmeden, yargılamadan, koşul ve şart koymadan, olduğu haliyle seveceksiniz. Çocuklar ve yaşlılarla sohbet edip, tanımadığınız insanlar size gülümsediğinde mutlaka geri gülümseyeceksiniz. Günaydın, hoşgeldiniz, teşekkürler kelimelerini daha sık kullanacaksınız. Ailenize ve arkadaşlarınıza zaman ayıracaksınız ;) sevgiliniz olduğunda bile! Yeni insanlarla tanışmaktan, yeni sosyal ortamlara girmekten korkmayacaksınız. Eviniz kale değil, kapınızı sonuna dek açacaksınız dostlara. Çağrıldığınız partilere, sosyal ve kültürel etkinliklere zaman ayıracaksınız. Sadece kişisel değil, sosyal hobileriniz de olacak mutlaka. Dolu dolu yaşayacaksınız ki, anlattığınız hikayeler ilgi çeksin.
5. Kendinizle barışık olmak istiyorsanız; duşta şarkı söyleyeceksiniz, arada dans edeceksiniz, aynada güzel bulduğunuz (en az) bir yerinize bakacak ve gülümseyeceksiniz. Kilonuza dikkat edecek ama kalori saymayı da takıntı haline getirmeyeceksiniz. Ne kadar yoğun olursanız olun, haftada bir yarım günü sadece kendinize ayıracaksınız; kişisel bakımınıza, keyfinize ya da canınız ne istiyorsa onu yapmaya. Kendinizi ve davranışınızı kimse yokken bile siz denetleyeceksiniz, kendinizi doğru olanı yapmaya, iyi biri olmaya koşullayacak ve her iyi davranışınızdan sonra kendinize küçük ödüller vermeyi asla atlamayacaksınız.
Ben bunları öğrendim bunca yılda. Geçmişe, pişmanlıklara, keşkelere, kim ne der'e değil; içimden gelene inandım. İçimden geleni de kendim yargıladım, evrensel etik değerlerden asla uzak olmamasına uğraştım. Arada yanlış da yaptım, hem de çok. Ama böyle öğrendim doğruları ben. Hala da öğrenmeye devam ediyorum. Çünkü yaşamın sonsuz olasılıkları içinde, her tür durumun yaşanacağına, olmaz dediklerimizin dahi başımıza geleceğine inanıyorum. Bunlardan ders almak, olumlu sonuçlar çıkarabilmek bizim görevimiz. İnsanın özünde mutluluk ve iyilik olduğuna inanıyorum, bazı insanlarda çok derinlerde saklanıyor da olsa, potansiyel olduğunu düşünüyorum. İnançlarımız, zamanla değerlerimiz olur; değerlerimiz ise yaşam belirleyicilerimiz. Bu nedenle; kendimizi oluştururken, olumlu düşüncelere ve değerlere odaklanmalıyız. Bunları öğrendim, bunları paylaşıyorum.
2 Mayıs 2012 Çarşamba
Dolomitler, İtalya Seyahati
Bu haftasonunu uzatıp, dört günlüğüne Kuzey İtalya'nın Dolomitler Bölgesi'ne kaçtık. Münih'ten sadece dört saat uzaklıkta oluşu nedeniyle; Alman ve Avusturya etkisinde kalan çift kültürlü, çift dilli bu bölgeye Güney Tirol de deniyor. Kıvrıla kıvrıla, Alplerin 2000mt tepesine çıkıp, Passo Giovo (geçidini) aşarak, Merano üzerinden 800mt'lik Val di Non (vadisine) inen şahane bir yan yol ile ulaştık; küçücük, içi dolu turşucuk Brez'e.
Brez ufacık bir köy ve tek konaklama şansınız, bölgenin yerlisi Segna ailesinin işlettiği "Hotel Locanda Alpina". Meyve ağaçlarıyla sarmalanmış, sonsuz tepeler, vadiler ve kanyonlardan oluşan tipik Kuzey İtalya köyünde, tam aradığınız gibi sessiz, sakin, huzur dolu ve konforlu bir otel burası. Üstelik Signora Segna'nın tüm aleme şan salmış gurme mutfağı da elinizin altında. Bölge tamamen elma ve üzüm yetiştiriciliği üzerine odaklanmış bulunduğu için, göz alabildiğine bağlar ve elma ağaçları gözünüzü; birbirinden lezzetli şarapları ve elmalı tartları midenizi şenlendiriyor. Hasat yapılan sonbahar aylarında apayrı bir güzel olduğuna eminim, ama sakin doğasının her bir santimetre karesi çiçek böcek kaplı baharı da bir başka güzeldi bence.
Kaldığımız 3 gün boyunca, fazla sıcak olmayan güneşli dağ havasının keyfini çıkarmak için dağ tepe yürüdük. Günde en az 4-5 saatimiz vadi içlerinde kaybolarak, yüzlerce metre tırmanıp yüzlerce metre inerek, yanda gördüğünüz ağaç evlere hayran kalarak, sonsuz elma ağacı tarlalarında oturup papatyalardan taç yaparak, bölgede evden çok daha fazla sayıda olduğuna emin olduğum kale ve şatoları keşfederek, köyden köye yürümekle geçti. Özellikle hoşuma giden; 732mt'den 1438mt'ye çıkıp, geri 976mt'ye indiğimiz Il Santuario di Romedio (tapınağı) yürüyüşü oldu. Toprak yoldan, ormanlık alanda yapılan bu yürüyüş Nisan-Kasım ayları arasında mümkün olabiliyor ve toplamda 750mt'lik bir tırmanış gerektiriyor. O nedenle, sabah bol kahveli bol elmalı tartlı güçlü bir kahvaltı sonrası, ceplerinizi mutfaktan aşırdığınız elmalar ve suyla doldurup erkenden yola çıkmanız ve değişken hava koşullarını göz önünde bulundurmanız yerinde olur.
Çevre köylerin bir nevi büyük ağabeyi diyebileceğim Vasio kasabasından Molin del Bon (değirmenine) ve Castello di Vasio (kalesine) uzanan bir diğer yürüyüş de keyifli bir başka alternatif. Bu yürüyüşü önce Sarnonico köyü üzerinden Seio yönüne doğru yaparsanız, orman içindeki 300mt'lik dik yokuşu tırmanmak yerine aşağı ineceğiniz için daha mantıklı olabilir. Biz önceden edindiğimiz Kuzey İtalya yürüyüş ve tırmanma rehber kitabımızdaki haritayı dikkatlice inceleyip saksıyı çalıştırdık ve böyle yaptık. Fakat doğruyu söylemek gerekirse; bu şekilde daha az terleseniz de, bacak kasları açısından aşağı inmek çok daha yorucu oluyor, benden uyarması. Bu yürüyüşte ayrıca Vasio Kalesi'ni mutlaka ziyaret etmenizi ve kalede yaşayan aileden size ufak tefek atıştırmalık birşeyler hazırlamalarını rica etmenizi öneririm. Önünüze mükellef bir sofra kurulacak, ev yapımı 2010 tarihli Amici di Endrizzi marka Merlot'nun tadı damağınızda kalacak.
Bölge tektonik bir bölge olduğu için, doğal kaynak suyu ve kaplıcaları ile de ünlü. Merano'daki termal tesisin 25 farklı havuzu ve saunası cennetten kopma 50.000mt2'lik bir alanda sizi mutlaka mutlu edecektir. Özellikle hamlamış bacak kasları için de bire bir olduğunu söylemeliyim.
Yeme içme konusunda bölgede sıkıntı çekmeyeceğinize eminim, zira günde 4-5 saat durmadan tırmandığım halde 4 günde 2 kilo alıp dönmüş bulunuyorum. Yemekler, nerede yerseniz yiyin muhteşem. Sabahları mutfaktan odanıza dek giren mis gibi kahve kokusuna sıcacık elmalı tart kokusu karışıyor; öğlenleri ormanlık alanda buz gibi su, çıkınınızda taşıdığınız kütür kütür elma; akşamları ister şarabınızı kapın, yanında çeşit çeşit peynir, tütsülenmiş etler ve taze ekmek olsun, ister Fondo köyündeki aile işletmesi pizzacı Folon'un pizzası, tortellinisi, gnoccisi olsun.. Endrizzi'nin biyolojik Roze şarabı ya da Merlot kesinlikle vazgeçilmeziniz olsun da ne olursa olsun.
Dönmek istemedik.. Ama dönüş yolunda Fondo-Bolzano arasında 2000mt'den 500mt'ye sisler arasında kıvrım kıvrım inişte direksiyon sallamak, Bolzano-Brenner arasında yol kenarındaki yüzlerce kale ve şatoyu göre göre dönmek muhteşemdi. Kısaca; Kuzey Tirol ya da Dolomitler muhteşem bir bölge, mutlaka görülmeli.
Mayıs, 2012.
Brez ufacık bir köy ve tek konaklama şansınız, bölgenin yerlisi Segna ailesinin işlettiği "Hotel Locanda Alpina". Meyve ağaçlarıyla sarmalanmış, sonsuz tepeler, vadiler ve kanyonlardan oluşan tipik Kuzey İtalya köyünde, tam aradığınız gibi sessiz, sakin, huzur dolu ve konforlu bir otel burası. Üstelik Signora Segna'nın tüm aleme şan salmış gurme mutfağı da elinizin altında. Bölge tamamen elma ve üzüm yetiştiriciliği üzerine odaklanmış bulunduğu için, göz alabildiğine bağlar ve elma ağaçları gözünüzü; birbirinden lezzetli şarapları ve elmalı tartları midenizi şenlendiriyor. Hasat yapılan sonbahar aylarında apayrı bir güzel olduğuna eminim, ama sakin doğasının her bir santimetre karesi çiçek böcek kaplı baharı da bir başka güzeldi bence.
Kaldığımız 3 gün boyunca, fazla sıcak olmayan güneşli dağ havasının keyfini çıkarmak için dağ tepe yürüdük. Günde en az 4-5 saatimiz vadi içlerinde kaybolarak, yüzlerce metre tırmanıp yüzlerce metre inerek, yanda gördüğünüz ağaç evlere hayran kalarak, sonsuz elma ağacı tarlalarında oturup papatyalardan taç yaparak, bölgede evden çok daha fazla sayıda olduğuna emin olduğum kale ve şatoları keşfederek, köyden köye yürümekle geçti. Özellikle hoşuma giden; 732mt'den 1438mt'ye çıkıp, geri 976mt'ye indiğimiz Il Santuario di Romedio (tapınağı) yürüyüşü oldu. Toprak yoldan, ormanlık alanda yapılan bu yürüyüş Nisan-Kasım ayları arasında mümkün olabiliyor ve toplamda 750mt'lik bir tırmanış gerektiriyor. O nedenle, sabah bol kahveli bol elmalı tartlı güçlü bir kahvaltı sonrası, ceplerinizi mutfaktan aşırdığınız elmalar ve suyla doldurup erkenden yola çıkmanız ve değişken hava koşullarını göz önünde bulundurmanız yerinde olur.
Çevre köylerin bir nevi büyük ağabeyi diyebileceğim Vasio kasabasından Molin del Bon (değirmenine) ve Castello di Vasio (kalesine) uzanan bir diğer yürüyüş de keyifli bir başka alternatif. Bu yürüyüşü önce Sarnonico köyü üzerinden Seio yönüne doğru yaparsanız, orman içindeki 300mt'lik dik yokuşu tırmanmak yerine aşağı ineceğiniz için daha mantıklı olabilir. Biz önceden edindiğimiz Kuzey İtalya yürüyüş ve tırmanma rehber kitabımızdaki haritayı dikkatlice inceleyip saksıyı çalıştırdık ve böyle yaptık. Fakat doğruyu söylemek gerekirse; bu şekilde daha az terleseniz de, bacak kasları açısından aşağı inmek çok daha yorucu oluyor, benden uyarması. Bu yürüyüşte ayrıca Vasio Kalesi'ni mutlaka ziyaret etmenizi ve kalede yaşayan aileden size ufak tefek atıştırmalık birşeyler hazırlamalarını rica etmenizi öneririm. Önünüze mükellef bir sofra kurulacak, ev yapımı 2010 tarihli Amici di Endrizzi marka Merlot'nun tadı damağınızda kalacak.
Bölge tektonik bir bölge olduğu için, doğal kaynak suyu ve kaplıcaları ile de ünlü. Merano'daki termal tesisin 25 farklı havuzu ve saunası cennetten kopma 50.000mt2'lik bir alanda sizi mutlaka mutlu edecektir. Özellikle hamlamış bacak kasları için de bire bir olduğunu söylemeliyim.
Yeme içme konusunda bölgede sıkıntı çekmeyeceğinize eminim, zira günde 4-5 saat durmadan tırmandığım halde 4 günde 2 kilo alıp dönmüş bulunuyorum. Yemekler, nerede yerseniz yiyin muhteşem. Sabahları mutfaktan odanıza dek giren mis gibi kahve kokusuna sıcacık elmalı tart kokusu karışıyor; öğlenleri ormanlık alanda buz gibi su, çıkınınızda taşıdığınız kütür kütür elma; akşamları ister şarabınızı kapın, yanında çeşit çeşit peynir, tütsülenmiş etler ve taze ekmek olsun, ister Fondo köyündeki aile işletmesi pizzacı Folon'un pizzası, tortellinisi, gnoccisi olsun.. Endrizzi'nin biyolojik Roze şarabı ya da Merlot kesinlikle vazgeçilmeziniz olsun da ne olursa olsun.
Dönmek istemedik.. Ama dönüş yolunda Fondo-Bolzano arasında 2000mt'den 500mt'ye sisler arasında kıvrım kıvrım inişte direksiyon sallamak, Bolzano-Brenner arasında yol kenarındaki yüzlerce kale ve şatoyu göre göre dönmek muhteşemdi. Kısaca; Kuzey Tirol ya da Dolomitler muhteşem bir bölge, mutlaka görülmeli.
Mayıs, 2012.