2012'de yanaklarımız sağlıktan al al, gözlerimiz neşeden pırıl pırıl, kalbimiz aşkla pıtır pıtır olsun. Yatağımıza girdiğimizde huzur bizi bulsun ve mışıl mışıl uyutsun. Kararsızlıklarımız yaşam felsefemiz, seçeneklerimiz zenginliğimiz olsun. Sevgi hayatımızın merkezinde olsun; midemiz kelebeklerle dolsun. Hayatımızda oyuna, sanata, seyahate daha çok yer olsun. İşyerinde, trafikte ve sıkıcı insanların yanında zaman daha hızlı geçsin. Günbatımları kıpkırmızı olsun. Hergün en az birkaç kez kahkaha atacağımız nedenlerimiz olsun. 2012; yaşadıklarının değerini bilen ve mutluluğu yayan herkes için çok güzel bir yıl olsun!
İşte benim 2012 Wish List'im :)
1. Maya takvimi safsata çıksın; henüz seyahat etmek istediğim ülkeler, denemek istediğim maceralar, yaşamak istediğim güzellikler var!
2. Deniz kıyısında daha çok zaman geçirebileyim; kulaklarım dalga sesiyle dolsun.
3. Sokaklarda daha çok kucaklaşan ve öpüşen insan olsun.
4. Elimden kayıp düşen tüm reçelli ekmeklerin reçelli kısmı üste gelsin.
5. Bu sene de biricik aşkım tarafından 365+1 kez öpülerek uyandırılayım.
6. Doktora raporlarımı yazarken bilgisayarım çökmesin ya da ilahi bir güç beni her iki dakikada bir dürtsün de yazdıklarımı sık sık kaydedeyim, hatta yedekleyeyim.
7. İki tekerlek, raylar ya da bulutlar üzerinde katettiğim yollar, dört tekerlek üzerindekinden daha çok olsun.
8. Beyaz eldivenlerimi bembeyaz tutabilecek, üzerine dökülen kırmızı şarabı çıkarabilecek (aynı zamanda da çevre dostu) ulvi bir deterjan icad edilsin; ya da her beyaz giydiğimde üzerime kırmızı renkli bişeyler dökülmesin.
9. Ananoşumun ekşili köftesini, annemin enginarını, babamın buğulama balığını, küçük teyzemin biber dolmasını, büyük teyzemin ayşekadın fasülyesini, kuzenimin ıspanaklı istiridyesini onlarla birlikte daha sık yiyebileyim.
10. Sanat düşkünü kocamın beni sürükleyip durduğu, iç içe geçmiş plastik borular ya da bana göre tersten asılması gereken yağlıboya tablolardan oluşan "comtemporary art" sanat eserlerine "bu ne ya? bişeye benzemiyo" diyecek gücü bulayım.
11. 2011 biterken; Spiritz aperol denen 70'lere özgü o mide bulandırıcı kavuniçi içki ve buna eşlik eden kibarcası kahverengi (aslı kaka rengi) araba modası tedavülden kalksın; her ikisinin de kokusu burnumdan uçsun gitsin.
12. Aşı olmayayım, kan aldırmayayım, iğne hiç hiç hiç olmayayım.
13. Bu sene atılan kartoplarını tam enseme yemeyeyim, yediysem de sırtıma doğru kayarak içime inmesinler.
14. Kiraz, kereviz, kekik, çipura ve yeşil elma bu sene bol olsun.
15. Otobüs yolculuklarında psikolog olduğumu söylediğimde insanlar hemen sorunlarını anlatmaya başlamasın ya da muhabbetin bir noktasında "görüyosun işte ben de bi nevi psikolog oldum" demesin.
16. Bu sene içtiğimiz biralar göbek yapmasın.
17. İnsanlar kışın daha rengarenk giyinsin; heryerde siyah ve gri olmasın.
18. Koşu bandında rahatça koşabildiğim 20dk'yı doğada neden koşamadığımı bana açıklayabilecek bir insan evladıyla tanışayım. Ya da doğada da koşabileyim yahu.
19. Bu sene bulunduğum üniversite, banka, vatandaş büroları gibi devlet mercilerinde çok sıra beklemeyeyim, müdürün odasındaki deri koltuğa davet edileyim, işim halledilirken "ne içersiniz?" diye sorulduğunda "bir cin-tonik lütfen" diye cevap verebileyim ve tam o sırada uyanıvermeyeyim.
20. Bu sene çok değişik heyecanlar, mutluluklar, keyifler ve yeni yeni maceralar yaşayayım. Blogum neşeli ve keyifli yazılarla dolsun :)
MUTLU YILLAR!
31 Aralık 2011 Cumartesi
17 Aralık 2011 Cumartesi
Dini bütün, yarım, çeyrek; nasıl alırsınız?
Kulaktan dolma din bilgime göre, bizim dinde peygamberi görmek kutsal kabul edilir; birçok dindar insan bu umutla hatimler indirirmiş. Ben dindar değilim; ama evet Kuran'ı da diğer kutsal kitapları okuduğum gibi okumuşluğum var. Ama bundan değildir sanmıyorum, belirli aralıklarla Hz. Muhammed ile sohbet ediyoruz. Oldukça karizmatik biri olduğunu söylemeliyim, ayrıca üzerinden buram buram çok büyük bir sevgi hissi geliyor insana, sanki bir büyük ağabeyle sohbet ediyorsunuz, çölün ortasında biryerlerde kamp ateşinin başında.. (Bu arada, Hz.Muhammed ile çöpşişlere geçirilip ateşte közlenmiş marşmelov yemek nasıl bir psikopati göstergesidir?!?) Ben tabii fırsattan istifade kendisine soruyorum neden başörtüsü? neden kurban? gibi çözemediğim konuları ve sürmeli gözleri uzaklara dalıyor "çok yanlış anladılar, işlerine geleni anladılar" derken.. Yoruma açık, sonuçta rüya değil mi? Herneyse, yine de güzel bir rüyalar serisi bu. Sizlere de nasib olsun inşallah.
Dindar olmadığım ve 10 senelik seküler nöro-psikoloji ve klinik eğitimi aldığım için, beni asıl rüyaların ters yüz olmuş hali ilgilendiriyor. Neydi bu, benim bilinçaltımda bunun yansıması ne olabilir demeyi seviyorum. Evet hafif psikopati var mizacımda ve belki de bu nedenle bilinçaltım renkli ve hareketli; Apollo 11 ile uzayda turlamışlığım, haçlı seferlerinde toplu giyotinle öldürülmüşlüğüm, LA'daki bir rock konserinde sahneden seyircilerin üzerine atlamışlığım, Cousteau ile sohbet ede ede denizler altında 20.000 fersah almışlığım, uçmaktan helak olup uyandığımda kas ağrısı çekmişliğim (psikosomatik tabii ki), ne ararsanız var. Gerçekte yaşayamadıklarımızı bize tattıran güzel hayat / hayal deneyimleri rüyalar..
Bir de dün geceki var, yine uçmuşum da uçmuşum. 2012 yeni yıl gecesindeyiz, bir partiden dönüyoruz, kalabalıkta birlikte olduğum insanları kaybediyorum, başka (ve sıklıkla olduğu gibi tanımadığım) insanlar var yanımda. Mesela simsiyah upuzun bir cübbesi ve upuzun incecik parmakları olan bir pilot var, saçları gün batımı renginde bir kız var, uzun saçlarıyla Spinoza var bir de, düşünceli. Kalabalıkta yürüyorum bu insanlarla, hepimiz bir yerlerde kaybolmuşuz, evi bulmaya çalışıyoruz. Bir kapı var, orda bir adam duruyor, inanılmaz yakışıklı bir adam, okyanus rengi gözleri var. Muhteşem bir gülümsemesi var. Ben kapıdan geçerken, birden saçımdan bir tutam koparıyor ve cebine atıyor! Acımıyor ama o şokla şaşırıyorum ve o zaman Spinoza diyor ki "olamaz, şeytandı o, bu gece tam 12'de bir savaş olacak, iyilerle kötüler arasında ve şeytan insan ırkından birini seçecek bu gece, onunla ya da ona karşı savaşmak için" ve tüm gece beklediği o kapıda, birini seçtiğinde, onun saçından bir tutam alacak, saat tam 12'de onu tanıyabilmek için.
Dehşete kapılıyorum. Ve birden tüm o kalabalık ve pilot ve saçları gün batımı rengi kız ve Spinoza kayboluyor ve yapayalnızım ve korkuyorum ve üşüyorum. Üşüyorum ve düşünüyorum, şeytanla ya da ona karşı olmayı. Neden ben? (Rüyalardaki bu benmerkezci eğilime bayılıyorum, beyin nasıl bir kimya içinde, nasıl bir nöropsikolojik dalgalanma oluyor da tüm dünya sadece rüya sahibinin çevresinde dönüyorsa).
İstenmeyen bir durumdan kaçış olmadığını anladığımız anda, kendi beden ve ruh sağlığımızı koruyarak bu durumdan nasıl çıkabileceğimize dair beyin mekanizmalarımız işlemeye başlar. Metronom hızında olur biter herşey; binlerce fikir uçuşur, elenir, seçilir ve uygulanır. Tüm bunlar olup biterken şeytanın lacivert gözleri kırmızıya, üzerindeki Armani suit ateşten bir pelerine dönüşüyor, saçlarımın dibinden ayaklarımın altına dek ürperiyorum. Şeytana karşı durabilme olasılığının saçmalığı karşısında.
O an geliyor herşey gözümün önüne uçuşarak geliyor ve ben kazanıyorum savaşı. Çünkü içimden birşerden doğup yayılan inanılmaz bir güç var, sıcak birşey, belki dopamin patlaması, belki sevgi. Ben tanrıya inandığımı ve bir şekilde onun benim yanımda olduğunu hissediyorum ve komik geliyor birden herşey, şeytan, pelerini, son savaş ve ben.. Komik geliyor, saçma geliyor, uyanıyorum o anda.
Belki de dindar biriyim..
Dindar olmadığım ve 10 senelik seküler nöro-psikoloji ve klinik eğitimi aldığım için, beni asıl rüyaların ters yüz olmuş hali ilgilendiriyor. Neydi bu, benim bilinçaltımda bunun yansıması ne olabilir demeyi seviyorum. Evet hafif psikopati var mizacımda ve belki de bu nedenle bilinçaltım renkli ve hareketli; Apollo 11 ile uzayda turlamışlığım, haçlı seferlerinde toplu giyotinle öldürülmüşlüğüm, LA'daki bir rock konserinde sahneden seyircilerin üzerine atlamışlığım, Cousteau ile sohbet ede ede denizler altında 20.000 fersah almışlığım, uçmaktan helak olup uyandığımda kas ağrısı çekmişliğim (psikosomatik tabii ki), ne ararsanız var. Gerçekte yaşayamadıklarımızı bize tattıran güzel hayat / hayal deneyimleri rüyalar..
Bir de dün geceki var, yine uçmuşum da uçmuşum. 2012 yeni yıl gecesindeyiz, bir partiden dönüyoruz, kalabalıkta birlikte olduğum insanları kaybediyorum, başka (ve sıklıkla olduğu gibi tanımadığım) insanlar var yanımda. Mesela simsiyah upuzun bir cübbesi ve upuzun incecik parmakları olan bir pilot var, saçları gün batımı renginde bir kız var, uzun saçlarıyla Spinoza var bir de, düşünceli. Kalabalıkta yürüyorum bu insanlarla, hepimiz bir yerlerde kaybolmuşuz, evi bulmaya çalışıyoruz. Bir kapı var, orda bir adam duruyor, inanılmaz yakışıklı bir adam, okyanus rengi gözleri var. Muhteşem bir gülümsemesi var. Ben kapıdan geçerken, birden saçımdan bir tutam koparıyor ve cebine atıyor! Acımıyor ama o şokla şaşırıyorum ve o zaman Spinoza diyor ki "olamaz, şeytandı o, bu gece tam 12'de bir savaş olacak, iyilerle kötüler arasında ve şeytan insan ırkından birini seçecek bu gece, onunla ya da ona karşı savaşmak için" ve tüm gece beklediği o kapıda, birini seçtiğinde, onun saçından bir tutam alacak, saat tam 12'de onu tanıyabilmek için.
Dehşete kapılıyorum. Ve birden tüm o kalabalık ve pilot ve saçları gün batımı rengi kız ve Spinoza kayboluyor ve yapayalnızım ve korkuyorum ve üşüyorum. Üşüyorum ve düşünüyorum, şeytanla ya da ona karşı olmayı. Neden ben? (Rüyalardaki bu benmerkezci eğilime bayılıyorum, beyin nasıl bir kimya içinde, nasıl bir nöropsikolojik dalgalanma oluyor da tüm dünya sadece rüya sahibinin çevresinde dönüyorsa).
İstenmeyen bir durumdan kaçış olmadığını anladığımız anda, kendi beden ve ruh sağlığımızı koruyarak bu durumdan nasıl çıkabileceğimize dair beyin mekanizmalarımız işlemeye başlar. Metronom hızında olur biter herşey; binlerce fikir uçuşur, elenir, seçilir ve uygulanır. Tüm bunlar olup biterken şeytanın lacivert gözleri kırmızıya, üzerindeki Armani suit ateşten bir pelerine dönüşüyor, saçlarımın dibinden ayaklarımın altına dek ürperiyorum. Şeytana karşı durabilme olasılığının saçmalığı karşısında.
O an geliyor herşey gözümün önüne uçuşarak geliyor ve ben kazanıyorum savaşı. Çünkü içimden birşerden doğup yayılan inanılmaz bir güç var, sıcak birşey, belki dopamin patlaması, belki sevgi. Ben tanrıya inandığımı ve bir şekilde onun benim yanımda olduğunu hissediyorum ve komik geliyor birden herşey, şeytan, pelerini, son savaş ve ben.. Komik geliyor, saçma geliyor, uyanıyorum o anda.
Belki de dindar biriyim..
15 Aralık 2011 Perşembe
Kanlı canlı yılbaşı ağacı
Evet dostlar, uzun süren savaşımda mağlub oldum: ne dediysem ne yaptıysam olmadı ve eve yılbaşı ağacı alındı. Bir önceki yazımda bahsetmiştim, noel zamanının en önemli geleneksel heyecanlarından biri; çam ağacının seçilip beğenilmesi, alınıp eve getirilmesi, kurulup süslenmesi. Bizde de yılbaşı için yapılan, aslında kökeni pagan kültürüne dayanan bir adet bu (ama biz milletçe plastik hayranı olduğumuz için ağaçlarımız da süslerimiz de plastik). Oysa burda plastik ağaç pek tercih edilmiyor, hatta içerdiği PVC nedeniyle insan sağlığına ve ekolojik olarak doğaya daha fazla zarar verdiği de hesaplanmış. Ayrıntılı bilgiyi buradan edinebilirsiniz.
Son bir aydır, eşim bu adetten kesinlikle taviz vermeyeceğini açıkladığından beri evde bitip tükenmek bilmeyen ağaç tartışmaları yaşanıyor. Şaka gibiyiz; her gece yemekten sonra en az bir saat bu ağaç konusunun tarihi, ekolojik, sosyolojik ve psikolojik yönlerini tartışıyoruz. Benim argümanlarım sırf dekorasyon için bir canlının katledilmesinin yanlışlığı üzerine kurulu, eşiminki ise "ama çoooook güzel, hem çok güzel kokuyo, hem insanı mutlu ediyooooo" üzerine kurulu. Ben şu modern yaşamda pagan adetlerini bırakmamız gerektiğini, ekolojik olarak doğayı yaraladığımızı, ağacı getirip pencere önüne dikip süsleyerek bizden fakir durumda olup ağaç alamayan insanları sosyolojik açıdan üzeceğimizi savunurken, eşim "ama, ama çoooook güzel, hem çok güzel kokuyo, hem insanı mutlu ediyooooo" ya devam. Ben konuyu bizim kurban kesme adeti ile karşılaştırmaya kadar vardırdıysam da, sonuçta kendi kendime gazel okuyup durduğum ortaya çıktı, çünkü şu yukarıda gördüğünüz ağaç üç gündür burnumun bir karış uzağında. Üstelik, evet, süsledim de ben onu.. Evet güzel de kokuyo gerçekten.. Geceleri sadece onun üzerindeki minik sarı lambalarla ve birkaç mumla aydınlatıyoruz evi, çok da romantik bir atmosfer oluyor doğrusu. Ama vicdanım sızlamıyor desem yalan olur; resmen zombi sahibi olduk, yaşayan bir ölü var evimizde..
Tek yapabildiğim, iki günde bir alttan su vermek.
Son bir aydır, eşim bu adetten kesinlikle taviz vermeyeceğini açıkladığından beri evde bitip tükenmek bilmeyen ağaç tartışmaları yaşanıyor. Şaka gibiyiz; her gece yemekten sonra en az bir saat bu ağaç konusunun tarihi, ekolojik, sosyolojik ve psikolojik yönlerini tartışıyoruz. Benim argümanlarım sırf dekorasyon için bir canlının katledilmesinin yanlışlığı üzerine kurulu, eşiminki ise "ama çoooook güzel, hem çok güzel kokuyo, hem insanı mutlu ediyooooo" üzerine kurulu. Ben şu modern yaşamda pagan adetlerini bırakmamız gerektiğini, ekolojik olarak doğayı yaraladığımızı, ağacı getirip pencere önüne dikip süsleyerek bizden fakir durumda olup ağaç alamayan insanları sosyolojik açıdan üzeceğimizi savunurken, eşim "ama, ama çoooook güzel, hem çok güzel kokuyo, hem insanı mutlu ediyooooo" ya devam. Ben konuyu bizim kurban kesme adeti ile karşılaştırmaya kadar vardırdıysam da, sonuçta kendi kendime gazel okuyup durduğum ortaya çıktı, çünkü şu yukarıda gördüğünüz ağaç üç gündür burnumun bir karış uzağında. Üstelik, evet, süsledim de ben onu.. Evet güzel de kokuyo gerçekten.. Geceleri sadece onun üzerindeki minik sarı lambalarla ve birkaç mumla aydınlatıyoruz evi, çok da romantik bir atmosfer oluyor doğrusu. Ama vicdanım sızlamıyor desem yalan olur; resmen zombi sahibi olduk, yaşayan bir ölü var evimizde..
Tek yapabildiğim, iki günde bir alttan su vermek.
1 Aralık 2011 Perşembe
Aralık; şıkır şıkır!
Aralık ayı; yılın sonu oluşu, havanın tadının kaçması, denizin bozması, doğanın uykuya geçmesi, kış depresyonlarının kendini hissettirmeye başlaması, metabolizmaların yavaşlaması, insanların huysuzlaşması gibi nedenlerle yılın en sevimsiz ayı olması münasebetiyle; kendini bizlere beğendirebilmek için ancak süslenip püslenerek, giderayak bizi heyecanlandırmak istermiş gibi ışıltılı şekillerde karşımıza çıkar. İşte yine şıkır şıkır geldi önümüze.
Yine etrafı bir alışveriş heyecanı sardı; aslında böyle kendi içinde anlam çelişkisine kurban verdiğimiz "herkese" özel yani "sıradan" günlerde hediye değiş-tokuşunu hiç sevmem. Ama çocukluktan beri ağaçlı, çikolatalı, kurabiyeli, bol hediyeli bir noel kültürü içinde büyümüş olan kocam, 32 diş meydanda "noel geliyoooo" diyerek ellerini çırpıp durduğu için de içim kıyım kıyım kıyılıyor. Şu esnada kendi içimde sosyalist öğreti ile afrika'daki aç çocuklar bir yanda; kocamın kırmızı kurdeleli, altın ve gümüş yaldızlı, tarçın kokan masum hayalleri öteyanda.. Emperyalizmin oyununa geldim evet, bu sabah itibarıyle noel kutlama şenliklerimizin resmi açılışını yaptık.
Daha önce Avrupa'da okurken buz gibi bir havada sıcak şarap ve süslü noel marketleri ile çok hoş deneyimlerim olmuştu tabii ama noel "aile" demek, o yüzden içselleştiremediğim o noelleri saymıyorum. Avustralya'da noel okyanus kıyısında bikiniler içinde, serin birşeyler içerek kutlanıyor, ondan da bişey anlamadık biz. Geçen seneki noeli de Zambiya'da şelale tepelerinde kutlamıştık, o da sayılmaz. Çift kültürlü bir evliliğimiz olduğu için, her iki kültürün de güzel adetlerini kutluyoruz biz. Bunu zenginlik sayıyoruz. Dolayısıyla; bu benim ilk noelim..
Henüz ortada ağaç yok çünkü haftasonu bir çiftliğe gidip ordan birtane seçip beğenip almamız gerekiyor. Aslında bu konuda çok yaygara koparttım, nasıl olur da bir ağacı öldürürüz, ne barbarca adet diye.. İlk başta köklü bir ağaç alıp yazın balkonda bakmayı ya da biryere dikmeyi düşündüysek de, ağırlığı nedeniyle vaz geçtik. Ama noel ağaçsız olmuyor dostlar ve alternatifi olan plastik ağacın çevreye verdiği zarar da az değil.. Müzakereler sürdüğü için henüz ağaç yok ortada.. Ama; noel kandillerimiz, noel takvimlerimiz ve ev yapımı tarçınlı, kakulili ve mis gibi portakal kokulu sıcak şarabımız (en üstteki fotodaki gibi) hazır!
Bu yandaki Noel kandilimiz (Almanca'da Adventskranz) aslında noel'den önceki dört haftayı simgeliyor. Altındaki çam düzenlemesini bahçecilik ya da çiçekçilik yapan yerlerden alıyorsunuz ve üzerini siz süslüyor, mumları istediğiniz gibi koyuyorsunuz. Aralık'ın ilk pazar günü ilk mum yakılıyor ve takip eden her hafta bir mum daha yakılarak bu adet devam ettiriliyor. Tabii mumlar devamlı yanmıyor, ancak akşamları işten geldiğinizde, ufak birşeyler atıştırırken, tv izlerken falan hoş bir koku ve ışık veriyor ortama.
Bu yandaki ve alttaki fotolar ise noel takvimlerimiz (Almancası Adventskalender). Tabii ki daha şık gözüken tasarımcı kocamın bana tasarladığı, bol renkli ve akdeniz ruhlu olan alttaki de benim ona hazırladığım takvim. Kocamınki kalın bir kurdeleye iliştirilmiş ve camdaki askıya tutturulmuş 24 hediyecik paketinden, benimki ise mantar panoya iliştirilmiş paketçiklerden oluşuyor. Noele dek her sabah, günaydın öpücüğünden sonra ilk işimiz bu paketlere koşturmak. Bugün ilk paketleri açtık bile! İçlerinde hayal gücünüzün genişliğine uygun herşey olabiliyor. Sürprizi bozmamak için söylemiyorum ama en çok şekerlemeler, ufak hediyelik eşyalar, beraber yapılacak bazı aktiviteler için elde hazırlanmış davet kartları falan olabiliyor ;)
Bunlar bizim noel hazırlıklarımız. Komşularda da tek tük noel ağaçları, ışıklı cam süslemeleri, bacalardan sarkan koca popolu noel babalar belirmeye başladı. Henüz kar yok ama gece eksi 8-10 dereceyi bulan soğukta sıkıca giyinip şehrin çeşitli yerlerinde kurulan noel marketlerine ağaç süslemesi, ufak tefek hediyelik eşya almaya ve sıcak şarap içmeye gitmek, evdeki fırında kestane kebap yapmak, mandalinaların kabuklarını kalorifere koyduğunuzda yayılan o mis gibi koku var. Kısacası; sevimsiz Aralık ayını sevimli hale getirmek için çeşitli maymunluklar yapıyoruz işte ama işe de yarıyor, tavsiye ederim!
Yine etrafı bir alışveriş heyecanı sardı; aslında böyle kendi içinde anlam çelişkisine kurban verdiğimiz "herkese" özel yani "sıradan" günlerde hediye değiş-tokuşunu hiç sevmem. Ama çocukluktan beri ağaçlı, çikolatalı, kurabiyeli, bol hediyeli bir noel kültürü içinde büyümüş olan kocam, 32 diş meydanda "noel geliyoooo" diyerek ellerini çırpıp durduğu için de içim kıyım kıyım kıyılıyor. Şu esnada kendi içimde sosyalist öğreti ile afrika'daki aç çocuklar bir yanda; kocamın kırmızı kurdeleli, altın ve gümüş yaldızlı, tarçın kokan masum hayalleri öteyanda.. Emperyalizmin oyununa geldim evet, bu sabah itibarıyle noel kutlama şenliklerimizin resmi açılışını yaptık.
Daha önce Avrupa'da okurken buz gibi bir havada sıcak şarap ve süslü noel marketleri ile çok hoş deneyimlerim olmuştu tabii ama noel "aile" demek, o yüzden içselleştiremediğim o noelleri saymıyorum. Avustralya'da noel okyanus kıyısında bikiniler içinde, serin birşeyler içerek kutlanıyor, ondan da bişey anlamadık biz. Geçen seneki noeli de Zambiya'da şelale tepelerinde kutlamıştık, o da sayılmaz. Çift kültürlü bir evliliğimiz olduğu için, her iki kültürün de güzel adetlerini kutluyoruz biz. Bunu zenginlik sayıyoruz. Dolayısıyla; bu benim ilk noelim..
Henüz ortada ağaç yok çünkü haftasonu bir çiftliğe gidip ordan birtane seçip beğenip almamız gerekiyor. Aslında bu konuda çok yaygara koparttım, nasıl olur da bir ağacı öldürürüz, ne barbarca adet diye.. İlk başta köklü bir ağaç alıp yazın balkonda bakmayı ya da biryere dikmeyi düşündüysek de, ağırlığı nedeniyle vaz geçtik. Ama noel ağaçsız olmuyor dostlar ve alternatifi olan plastik ağacın çevreye verdiği zarar da az değil.. Müzakereler sürdüğü için henüz ağaç yok ortada.. Ama; noel kandillerimiz, noel takvimlerimiz ve ev yapımı tarçınlı, kakulili ve mis gibi portakal kokulu sıcak şarabımız (en üstteki fotodaki gibi) hazır!
Bu yandaki Noel kandilimiz (Almanca'da Adventskranz) aslında noel'den önceki dört haftayı simgeliyor. Altındaki çam düzenlemesini bahçecilik ya da çiçekçilik yapan yerlerden alıyorsunuz ve üzerini siz süslüyor, mumları istediğiniz gibi koyuyorsunuz. Aralık'ın ilk pazar günü ilk mum yakılıyor ve takip eden her hafta bir mum daha yakılarak bu adet devam ettiriliyor. Tabii mumlar devamlı yanmıyor, ancak akşamları işten geldiğinizde, ufak birşeyler atıştırırken, tv izlerken falan hoş bir koku ve ışık veriyor ortama.
Bu yandaki ve alttaki fotolar ise noel takvimlerimiz (Almancası Adventskalender). Tabii ki daha şık gözüken tasarımcı kocamın bana tasarladığı, bol renkli ve akdeniz ruhlu olan alttaki de benim ona hazırladığım takvim. Kocamınki kalın bir kurdeleye iliştirilmiş ve camdaki askıya tutturulmuş 24 hediyecik paketinden, benimki ise mantar panoya iliştirilmiş paketçiklerden oluşuyor. Noele dek her sabah, günaydın öpücüğünden sonra ilk işimiz bu paketlere koşturmak. Bugün ilk paketleri açtık bile! İçlerinde hayal gücünüzün genişliğine uygun herşey olabiliyor. Sürprizi bozmamak için söylemiyorum ama en çok şekerlemeler, ufak hediyelik eşyalar, beraber yapılacak bazı aktiviteler için elde hazırlanmış davet kartları falan olabiliyor ;)
Bunlar bizim noel hazırlıklarımız. Komşularda da tek tük noel ağaçları, ışıklı cam süslemeleri, bacalardan sarkan koca popolu noel babalar belirmeye başladı. Henüz kar yok ama gece eksi 8-10 dereceyi bulan soğukta sıkıca giyinip şehrin çeşitli yerlerinde kurulan noel marketlerine ağaç süslemesi, ufak tefek hediyelik eşya almaya ve sıcak şarap içmeye gitmek, evdeki fırında kestane kebap yapmak, mandalinaların kabuklarını kalorifere koyduğunuzda yayılan o mis gibi koku var. Kısacası; sevimsiz Aralık ayını sevimli hale getirmek için çeşitli maymunluklar yapıyoruz işte ama işe de yarıyor, tavsiye ederim!