17 Eylül 2021 Cuma

Akşamcı

Bursa'da sık gittiğimiz, balığından mezesine çok titiz çalışan bir balıkçı var. Zeytinliklerin ortasında, rüzgâr denizden estiğinde Mudanya'nın tuz kokusunu hissedebileceğiniz, yazları terasından domates, salatalık, biber toplanan, çardağından kokulu üzümlerin sarktığı, sakin, kendi halinde bir balıkçı. Hani şu "buyrun, ne alırsınız?" yerine "bugün lüferim taze, size ortaya ızgara yapacağım" diyen samimi, güvenilir, eski tarz lokantalardan. Innovatif değil, her gittiğinizde önünüze yeni bir buluş sunmaz. Fakat yılların deneyimiyle, neyi nasıl pişireceğini bilir; dolayısıyla o sene yeni çıkmış ve yurdun dört bir yanını sarmış bir meze dışında, menü de yıllar yılı hep aynı kalır.. Fakat olduğu haliyle güzeldir, zaten siz de değişmesini istemezsiniz.

Bu balıkçıya yıllardır ne zaman gitsem, saat 19.30'u vurduğunda romanlara konu olabilecek bir "karakter" girer içeriye. Tıknaz, boynu başıyla omuzları arasında zor fark edilen, yavaş yavaş ve dışa dışa basarak yürüyen, altmış, yetmiş yaşları arasında bir adamdır içeriye giren. Her zaman gömlekli, kışın kalın ekoseli çeketiyle uyumlu renkte kumaş pantolonlu, karlı günlerde yün kasketli bir adamdır. Sakin, yalnız bir adamdır.

Fakat lokantanın baş garsonunun telaşı daha o gelmeden yarım saat önceden başlar. İlk olarak, en uç köşeden bir masanın örtüsü değiştirilir, bembeyaz yeni bir örtü serilir masaya. Üzerine bir tabak, ters çevrilerek konur. Tabağın yanına çatal, bıçak ve yine bembeyaz bir bez peçete üçgen katlanarak yerleştirilir. Sonra bir su bardağı, bir de rakı bardağı yanyana, tabağın sol yanına konur. Baş garson bu gizemli müşterinin solak olduğunu bilir..

Daha sonra masaya halis zeytinyağı, sirke ve tuz ile karabiber getirilir. Masa bir süre öylece, yalnız ve sessiz bekler.

Saat 19.25'i gösterdiğinde, garsonun telaşı yeniden başlar. Hızlı ve alışkın hareketlerle masaya üzerinde zeytinyağı ve kekik gezdirilmiş hatırı sayılır kalınlıkta bir beyaz Ezine peyniri, söğüş domates salalatalık, birkaç dilim kavun ve patlıcan közleme gelir. 19.30'a saniyeler kala, bahçedeki içecek dolabından üzerinde isim etiketi olan ve açılmamış diğer şişelerin biraz ötesinde muhafaza edilen bir 70'lik alınıp, masaya getirilir. Artık gözler giriş kapısındadır. Tam 19.30'da içeriye giren misafir; sakin, ağır, dış dış basan adımlarla tüm müşterilerin arasından geçer ve masasına yönelir. Sırtı her zaman salondaki herkese dönük oturan bu adamın yüzünü sadece bir kaç saniye görmek, insana onun ne kadar yalnız fakat bu durumunu da ne kadar kabullenmiş bir adam olduğunu anlatıverir....

Peki nedir bu adamın kabullendiği şey? Onu bilemeyiz. Rakının üzerindeki isim siliktir, okunmaz. Adam tektir, konuşmaz. Sadece baş garsona o geceye özel istediği birkaç meze ismini söyler. Balık, karides ya da kalamar yemez. Bazen içi deniz mahsülleri içeren bir tür paçanga böreği ya da tütsülenerek kurutulmuş sardalya türü küçük balıklardan yapılan bir "ara sıcak" söyler. Rakısına da nadiren buz ister. Hepi topu budur bu gizemli adamı "demlendiren".

Kimseyle muhattap olmadığı gibi, ne kadar oturduğu ve ne zaman kalktığı da bilinmez. Bazen "tek müşteri için gün gece saat 03.00'e dek kaldık" derse baş garson, o müşterinin kim olduğunu anlamak zor değildir. Fakat o müşterinin gerçekten "kim" olduğunu anlamak.... bence mümkün değildir.

Kim olduğunu anlamaya çalışmadan, kim olduğu ve hikâyesinin ne olduğunu hayâl etmeye çalışmak, beni daha çok meşgul ediyor. Birkaç farklı senaryom var; birinde sevdiği kadını bir kaza sonucu yitiren, kendini tamamen işine vermiş başarılı bir işadamı yapıyorum onu, diğerinde alkol yüzünden bir hastasının ölümüne neden olmuş eski bir beyin cerrahı, bir başkasında nüfuzlu ama geçimsiz bir politikacı - belki eski bir ilçe emniyet müdürü - ve oynamayı en çok sevdiğim bir başkasında ise, yaşamını bir buluş olasılığı uğruna yapayalnız ve çağın tüm olayları dışında geçirmekte olan Asperger Sendromlu bir biliminsanı....

Peki sizce? Başka ne hikâyeler üretebiliriz sizce bu adam hakkında? ;)

24 yorum:

  1. Bence çok mutlu bir hayat yaşamış, sevmiş sevilmiş ama sevdiklerini ve sevenlerini erken kaybetmiş biri o adam. Yani mutlu yıllarının özlemini yaşayan, her yudumda güzel bir anısını yad eden biri.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sevmiş sevilmiş. Kendi de o noktada ölmüş olmayı dilemiş olabilir mi acaba?

      Sil
  2. ahhhh ne güzel anlatmışsın...benim bir tanıdığım vardı bu adamın tarifine de benziyor hem, ama Bursa'lı değil, Moda'lı, Moda'da katları vardı, müzmin bekar, mülklerinden birini Moda'nın ünlü ve eski bir restoranına kiralamıştı. Bir keresinde bizi davet etmişti. O geldi aklıma.Bu da senaryolardan biri olabilir: adam müzmin bekar, ve restoranın mülk sahibi.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. "Osman"ı okudun mu sen?
      Babam Abdülhak Şinasi'ye de benzetti aslında Osman'ı çünkü hikaye hep aynı: boğazdaki yalısı ya da iyi semtteki evi restaurant olan müzmin bekar. Şimdi senin tanıdığınla da 3 etti ki sanırım düşünsem ben de bulacağım birkaç tane daha...

      Sil
  3. Hmm. Belki gercek aşkiyla en son orda yemek yemiş ve çıkışta alkolden kaza yapmışlar.sevdiyi kadin ölmüş ve hikayeni orda bitirememiş devam ettirmiş

    YanıtlaSil
  4. Aktığı gibi yazacağım ve yazından uzun olursa da affola:)


    1964 model pırıl pırıl -husisi- bir Chevrolet İmpala'sı olan ki o İmpala'nın lastikleri kesinlikle ince ve kendinden beyaz yanaklı... Büyük kentli değil. Küçük bir kentli olan bu zevkli kişi dönem itibariyle ince bıyıklı. Bir usta, rot balans ayarcı ve sadece bu sisteme bağlı aksamların tamiri ile ilgili, metal yorgunluğu nedir biliyor ve genelde parça değiştiriyor. Bu onun kolaycı olarak nitelenmesine sebep oluyor ama öyle değil. İstanbul'da yaşayan, İzmir, Bursa, Adana, Samsun gibi şehirlerde de fuar dönemlerinde sahne alan, dönemin en vamp kadınlarından, aslı bir dansöz olan filmlerde de rol alan kadın bu adamın sevgilisi. Zarif ve disiplinleri olan bir adam bu. Tamirhane düzeni tam Amerikan. Kullandığı tüm cihazlar dönem teknolojisi. Bir küçük çocukla arkadaş, o çocuğu seviyor. Çocuğun babası da bir ustaydı ama sonra yedek parçacı oluyor. Bu adam bir tek o adamla konuşuyor. Diğer ustalar gözünden baksan kasıntı, soğuk ama sevdimi dibine kadar seviyor ve o küçük çocuk bunu hissediyor; sonra her şey mazi oluyor, yaş alıp başını gidiyor. Tamirhane duruyor ama artık kapalı. 1964 model Chevrolet İmpala ki sıçan tüyü gri derlerdi o zamanlar, o renk, metalik boya. Yıllarca o dükkânın içinde kalıyor. Bir de tam boy siyah beyaz afiş. Çocuk fırsat bulduğu her zaman o sokaktan geçiyor. Her şey zamanda donmuşçasına orada. Çocuk şimdi kazık kadar, blog yazıyor o da senin gibi. Yaşadığı şehirde film karelik üç adam varsa çocukluktan bildiği, bir tanesi bu adam. Uymazsa yazındaki kişiye, iki kişiyi de yazabilir istersen:))

    Kadın ünlü dedim ya, dönemin gözdelerinden bir de; o çocuktan bildiklerim ve bana fısıldanana göre adının soyadının baş harflerini şuraya bırakayım: Ö.T. Ama seninle aramızda sır, tamam mı Sevgili Ceren, bir de ipucu sen için; T'nin son üç harfi bir çiçek adı, güzel çiçek ama!

    Kısa ve ilginç bir not: O çocuk bugün bu hikayeyi bir arkadaşının dükkanında eski konuşulurken ona anlattı bir sohbet esnasında, o an yaşanmasa muhtemelen bu kadar kafa şişirmeyecekti çocuk da, affola:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. "Zarif ve disiplinleri olan bir adam"
      İşte tam bunun için çok seviyorum seni Buraneros :)) keşke daha "uzatsa" (üstünü çiz), uzun yazsaydın.. Verdiğin ipuçlarını yakalamama gerek kalmadan anladım (üstünü çiz) tahmin ettim hikayeyi :)
      Bu sabah.. Kızım bitki çayı içmek istedi, ben şeker kullanmam, kendi gitti porselen şekerliği getirdi, ufak da bir metal tatlı kaşığı. Kaşığı önce şekere sokuyor, sonra çaya, karıştırıyor, bir yudum alıyor, "iyyyy" diyor yeniden sokuyor (ingilizcede buna "double dipping" denir ve ben çok iğrenirim, hemen tepki veririm ve seinfeld'de de çok iyi bir bölümü vardı.. ama konu bu değil) öyle üç kaşık şeker koydu çaya. Hiç bir şey demeden izledim çünkü o an gözümün önünde bambaşka bir film oynuyordu. Ondan az küçüğüm 5 yaşında falanım. Annem hastanede nöbetçi, bazı nöbetlerinde ben de kalırdım hastanedeki odasında (babam da nöbetçi olurdu bazen aynı gece) hemşire teyzeler bana sıcak süt ve kakao yapmış, önümde duruyor. Önüme şekerlik geliyor. Hemşire ablaların sohbet koyu, anlamıyorum ama zaten dinlemiyorum da çünkü gözüm herkesin çay kaşığıyla aynı şekerliğe daldırdığı sonra double dipping yapıp yine daldırdığı şekerde.. Şekerin içi çay çay ıslak. Bir ben mi iğreniyorum? "Ben kakaolu sütü şekersiz içerim" diyorum ısrarla, süt damağımda büyüyooor büyüyooor... Annem son viziti de yapıp gelene dek o süt, o şekerlik, o şekerin içindeki sarı nem...
      Ve bu sabah aynı noktaya gidiyorum. Yine gözlerim şekerlikte.. Yine hipnotize olmuş gibi izliyorum bir şey demeden.
      Şimdi sen o çocuğu anlatırken o ana gittim.. Tamiri, yağı, çekiç seslerini izleyen çocuğun yüzünde de benzer bir ifade olmalı.... Nereden nereye bak...

      Sil
  5. Offff çok severim böyle gizemli insanları.Belki çok şey yaşadı, belki de hiç. Hiçlikte insanı böyle yapabilir.
    Sevdiği kadını başka birine yar eden biri de olabilir.
    Yada kötü bir adamdı ve sevdikleri onu terketti.
    Ohooooo neler çıkar neler...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Enseden pek kötü bir adama benzemiyor ama :) yüzünü görmedim, içini ise hiç bilmem..

      Sil
  6. yalnızlık ve hüzünle beslenen bir adamdır muhtemelen. sevgilisini abuk sabuk tavırlarla kendinden uzaklaştırmış, sonra pişman olmuştur ama o zaman da geç kalmıştır, sevgilisi kendine yeni ve güzel bir hayat kurmuştur bile. buncağız da kendince yas tutarak (yas tutmanın da kendine yakıştığını düşünüyordur içten içe) böyle ara sıra gelip içip yalnızlığını yaşıyordur belki de!

    (yazarken yazdığıma inandım, kendi kendime adama da hınçlandım yalnız, terapi koltuğu nerede C.'ciğim, gençliğime dönelim bence :P)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. İlginç insanlar onlar haklısın.. Ama genelde kısmetleri çok açık oluyor birinden ayrılınca hemen yeni başka sevgili buluyorlar. Milletçe acı ve drama seviyoruz galiba ama altında yatan daha karışık olabilir.
      Eğer bir insan hak ettiği kadar sevilmemişse, o insan çok sevildiğinde afallıyor ve “bu işte bir iş var” diyor, bilinçaltı bu sevgiyi kabullenmesini reddediyor olabilir. Hani “çok güldük şimdi ağlayacağız” mantığı. O nedenle küçük şeyler büyüyebiliyor, sorun yoksa yaratılıyor. Bu sayede çünkü kişi alıştığı, kendince “güvenli ortam” dediği ortamda olmak istiyor. Bu insanlar sevgisizlik ortamını güvenli ortam kabul ediyor çünkü bir defa çok sevmiş ama karşılığında çok pis incinmişler, o acıyı yeniden yaşamak istemiyorlar.. Korkuyorlar aslında, onlara sinirlenmek yerine çok üzülüyorum ben. Keşke bırakabilseler kendilerini seven kişiye, belki de incinmeyecekler bu sefer?
      Ay neyse ben de girdim havaya :)) Ağır konu bu.

      Sil
  7. Benim rahmetli kuzenime benzettim. İçim cız etti. Kuzenim, 19'larında sevdiği kızla bir araya gelemedi(aileler yüzünden). Yıllarca yalnız yaşadı, çalıştı, emekli oldu, bir sahil kasabasına yerleşti. Onun da ömrü boyunca böyle daimi gittiği balıkçısı, aynı mezeleri ve tabii rakısı vardı. Maalesef alkolün yan etkisi, pankreas kanserinden daha 63 yaşında kaybettik. Nurlarda yatsın. Herkesin ayrı bir öyküsü var
    Çenebaz

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Allah rahmet eylesin :( Romeo ve Juliet gibiymiş tam..

      Sil
  8. Dayanamaz yanına misafir olmak istediğimi söylerdim :) Gerçi cesaret etmek de pek kolay değil ama yine de şansımı dener, hikayesini kendi ağzından dinlemeyi tercih ederdim :) İlk gece olmasa bile illa bir ara anlatır herhalde :) Birde bazı mekanlar bu yüzden müdavim olunuyor:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Baş gardon izin vermeyebilirdi :)) Adamın masasını hep köşelere falan kuruyor, sırtı hep insanlara dönük

      Sil
  9. Belki de yalnız değildir de yalnız kalabilmek için kaçıyordur :)

    YanıtlaSil
  10. Çok yoğun çalışan biri olabilir eve gitmeden kafa dinlemek istiyordur. Hülya

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bekarsa evet, yemeğini yiyip gidiyordur belki :)

      Sil
    2. Yoksa her gece her gece hanım ne der diye düşündüm de... :))) Belki hanım çok yoğun çalışıyordur!!!

      Sil
  11. adamin herkese arkasi donuk oturmasi, kimseyle 1 tek cift laf etmeye tahammulu olmadigini soyluyor bana. birak tek cift lafi, goz goze bile gelmek istemiyor. hakiki, samimi bulmuyor insan iliskilerini. hakiki olmayan seylere alerjisi var. her gece, her gece gelip 70'lik bir raki bitiriyor. rakisinin uzerinde isim etiketi var. her raki fabrikadan ayni cikar, onunkinin uzerinde isim etiketi varsa, bu fabrikadan cikmis standart bir raki degil belli ki. belki kendisnin yaptigi bir raki, belki de birine yaptirttigi ozel bir raki. ondan baskasini icmiyor, icemiyor.. supriz sevmeyen, kendi aliskanliklariyla yaslanmak isteyen biri. yeniliklere acik degil. eskiye veya aliskin oldugu hayata bagli biri, bu yastan sonrada degismeyi kabul etmiyor. birinci teorim; bu adam ya cok guzel bir hayat yasamis ve bu hayati cok geride kalmis.. ve simdiki hicbirsey onun yerini tutamiyor, tutturtmuyor.. yada; cok agir sorumluluklari ve beraberinde gelen cok agir sonuclari kabullenmek zorunda kalmis bir meslegi vardi. (legal veya illegal)Bana kalirsa agir ceza hakimi gibi birsey. yada, askerlikle alakali birsey.. masadaki ortuden peceteye, bardaklarin yerinden, catal bicaga.. bir askeri nizam seziyorum. tam dakik olmak da askerlikle ilintili gibime geliyor.. benim amcam binbasiydi.. halen sabah 6:30'da sektirmeden kalkar, yatagini yapar, tam 25 dakikadan olusan sporunu yapar, 3 dakika gibi bir surede dus alir, dus sirasinda tras olur filan.. dedigim gibi, bana eski bir asker gibi geliyor, ancak bu asker biraz pis islere de karismis.. masumlarin kanina girmis, darbe zamanlarinda rol oynamis olabilir, yada kibris cikartmasi gibi.. ve bu sebeple senerldir bitmeyen bir vicdan muhasebesi yapmakta.. garsonlari alan telas da bunun kanitlarindan biri..
    hahaha nasil yazdim ama???

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. ooo şahane.
      fakat rakı konusunu açıklığa kavuşturayım. her akşam 70lik rakıyı içmiyor tek başına, içerse zaten sanmıyorum hayatta kalabileceğini. bir iki kadeh alıyor her gece, sonra rakıyı geri buzdolabına yolluyor. çok vardır böyleleri, mekanın müdavimiysen izin veriyorlar ismini yazıp etiketiyle koyuyorlar dolaba :) hoş bir sistem.
      almanya'da da benzeri var bira bardağın mekanda durur üzerinde ismin yazar her gece yıkanır geri konar dolaba. kendi bardağınla içersin yani.. tabii en en en müdavimler, sen ben değil hihihi ama "take away" döneminde sen bardağını getiriyordun onlar dolduruyordu elinde eve götürüyordun çok komikti o da.. yaptık birkaç defa ama iki çocukla ellerde 1er litrelik birayla sokakta yürümek biraz tuhaf oldu diye bıraktık :)))))

      Sil
    2. ay dur sana başka bir hatıramızı anlatmam lazım, güldüreyim iyice. M daha yeni doğmuştu, kolikli bebekti eşim her akşam aynı saatte pusetle çıkartıyordu dışarda uyutuyordu biraz. bazen bir de bira alıyordu eline, çocuk uyurken o da oturup bankta bira içip gazete okuyordu. birgün oturduğu bankın yanına bir evsiz gelmiş ve eşime "ayıp ayıp, bir de çocuğun var, utan kendinden pis alkolik" demiş :)))))

      Sil