29 Şubat 2016 Pazartesi

Herkes mutsuzken mutlu olabilmek

Bir önceki yazımda eksik kaldığını hissettiğim noktadan devam..

Ülkemizde olan biten akılalmaz olaylar hepimizi deney kutusunda yaşayan ve her yaptığına elektrik şoku almaktan şaşkına dönmüş, artık olan biten en absürd olaylara dahi sesini çıkarmayan, anormali normalleştirmiş bir deney faresi gibi hissettiriyor. Psikolojideki karşılığı "öğrenilmiş çaresizlik".

Bir fareyi suya atarsanız, hemen çırpınmaya, üstüne çıkıp hayatını kurtarabileceği kara parçasını aramaya çalışır. Bu fareyi defalarca boğulmanın eşiğine getirirseniz, sonunda suya attığınızda çırpınmamaya, karayı aramamaya başlar. Öğrenilmiş çaresizlik, yaşam içgüdüsünün bile önüne geçer. Toplumca bulunduğumuz noktanın bu olduğunu düşünüyorum. Yoksa neden bunca olup bitene sesimizi çıkartmadan duruyoruz, bir açıklaması yok..

Son zamanlarda bloglarda ve sosyal medyada tüm yazılar "ülkede olan biten buyken yazmak içimden gelmiyor.." diye başlıyor ya da "bu yazdıklarım çok önemsiz geliyor.." diye devam ediyor ya da "artık diyecek bir şey bulamıyorum.." diye bitiyor. Bir de bu konulara hiç değinmeyenler var (ki diğer bloğumun içeriği nedeniyle orada ben de bu apolitik gruptanım), bunları da en iyi niyetle biraz sığ, vurdumduymaz, bencil görüyoruz.. Bir de çok az sayıda da olsa olan bitene çok temiz verip veriştirenler var.

Ben şahsen sıkıldım artık ülkedeki çıkmazdan. Bahsetmek içimden gelmiyor. Aklım devamlı ölen, hakkı yenen insanlarda tabii ki ama yazacağımı yazmış, söyleyeceğimi söylemiş gibi hissediyorum. Öğrenilmiş çaresizliğe boyun eğdim, çırpınmak yerine olan biteni normalleştirmek, kendi aklıma sahip çıkmak, kendi yaşamımı optimal mutluluk düzeyinde sürdürmek gibi bencil ihtiyaçlar içindeyim. Haberlerden, sosyal medyadan uzaklaşınca bu mümkün. Üç maymunu oynayınca.. Ama sığlaşıyorsun, için ıssızlaşıyor. Daha doğrusu layıkıyla kendi yaşamımı güzelleştirebilsem daha da zenginleşmiş hissedeceğim de, ben yapamadım, sosyal farkındalığın önüne geçemedim..

Diğer blogda bu uğurda baya debelendim. İçerik sadece annelik olunca iş daha kolay, zaten orayı okuyan da anne, cevap aradığı sorular farklı. Ama sığlaştıkça sığlaştı. Bir de memleketten uzakta geçen bir yaşam var orda, gerçekleri farklı. Mutlu, sığ, kendi dünyası içinde bir blog.. Sıkıldım. Biraz ara istedim okuyucularından, bilmiyorum döner miyim.. Şimdilik dönesim yok.

Mutlu bir liman gibiydi benim için. Mutlu derken, göreceli tabii. Hani şu yandaki fotoda çok iyi özetlenmiş bulunan cicili bicili her daim çocuğunu öven, minik çam kozalağı bloglardan değildi, baya çatır çatır analığa verip veriştiren bir blogdu (hatta o cicili bicili, tüm dünyası çocuk kahkahaları ve mis kokulu lavanta dalları arasında geçen "gerçek anne"lerden sen ne biçim anasın, insan çocuğunu yerer mi böyle diye azar işittiğim oluyordu belirli aralıklarla - kim takar). Ama mutluydum çünkü hafifti, benden beklenen sadece annelik halleri ile ilgili yazılardı, arada da işte kadınım, çalışıyorum, hobim var, boş değilim ha diye hatırlatıyordum okurlarıma, gül gibi geçinip gidiyorduk.. Ha böyle yazdığıma bakmayın, samimiydim. O yüzden seviliyordum. Ben de seviyordum bloğumu, geniiiş yaşam okyanusum içinde minik bir "tropik ada" olarak seviyordum.. Hani yağmur ormanlarında bir kabile bulmuşlar, bunlar beyaz adamı ve modern yaşamı hiç bilmiyor yaklaşmaya çalışana oklarla saldırıyormuş ya.. O kabilenin kendi içindeki sakinliğini yaşıyordum ben.

Sanırım beni sıkan tropik adanın rutin sakin ve huzurlu yaşamı dışında, okyanusun gerisindeki gerçek dünyada olup bitenler oldu. Yani herkes mutsuzken benim inadına mutlu olmam. Mutluydum evet.. İnadına mutluydum.. Seçimlerin sonuçlarını alalı beri "demek ki bunu hak ediyor bu insanlar"a indirgediğim bir politik fikrim vardı ve zaten yurtdışında da yaşadığım için gittikçe uzaklaşmış, yabancılaşmıştım kültürüme, artık gerçekten umursamıyordum.

Taş değilim. Ölen insanlara içim acıyor. O caddelerde ben de yürüdüm hayat boyu, teyzem bombadan yarım saat önce geçmiş sokaktan.. Ama günlük yaşamımı etkilemiyor, kendi iç huzurum, ailemin bütünlüğü sanki daha önemli geliyor. Elde olana şükrediyor geçiyorum, fazla aklıma takmıyorum. Bombanın ertesi günü yemek resmi paylaşmak içimden gelmiyor ama paylaşana da "vay şuursuz" diyemiyorum. O ayrı, bu ayrı, dün üzüldük, bugün şuna sevindik, insanız. En yakınımız ölüyor, akşama karnımız acıkıyor.. Hayatın gerçekleri..

Çocuk toplum olduğumuzdan bahsetmiştim. Kendimizi dünyanın merkezi gibi görüyor, ötekine karşı hiç bir empati duymuyor, hep ben, önce ben, ilk ben diyoruz. Sorumluluk duygumuz, adalet anlayışımız, etik bilgimiz sıfır. Cezalar ve ödüllerle yaşıyoruz, kendi başımıza karar veremiyoruz. Çocuğuz daha, büyümedik.. Fakat çocuk topluma yaşatılanlar çok ağır travmalar, iz bırakıyor, çocuk toplum olduğumuz için bunlarla nasıl başa çıkacağımızı bilemiyoruz. Aklımız karışıyor. Bir yandan "üzül şimdi, gülme!" diyoruz kendimize, öteyandan çocuğuz, iki dakika sonra aklımıza oyun düşüveriyor. Ne yapacağımızı bilemiyoruz, bir büyüğümüz bize nasıl davranacağımızı söylesin de öyle davranalım istiyoruz. Hep "büyüğümüz"ün bizi terk edip gittiği o meçhul yerden geri dönmesini ve bize yeniden çeki düzen vermesini bekliyoruz, güce tapmamız ve sırf güçlü diye başımızdaki belaya baş kaldırmak yerine şakşak tutmamız da bundan..

Kısaca; mutlu olmak biraz sığlaşmayı, vurdum duymazlığı, fazla hassas olmamayı da içeriyor. Bunları kaldırabilirseniz buyrun, mutlu olmak çok basit. Tüm algılarınızı kapatın dış dünyaya, kendinize küçük sakin rutin güvenli bir ada yaratın, sizden mutlusu yok. Ama uzun vadede, azıcık düşünen, okuyan, araştıran biriyseniz.. Nçık.. Gitmiyor..

17 yorum:

  1. 80lerde hapishanelerde işkence görenlerin anılarını okurken, ağrı şokuna giren birinin vücudunun hissizleştiğini yazıyordu, toplumlarda insanlar gibi üzerine çok yüklenince ağrı şokuna giriyor, hissizleşiyor, acıyı redediyor...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hissizleşmek ayrı şey de, üstüne tamamen duyarsızlaşma ve güle oynaya hayata devam etme de var, o nasıl bir şey işte onu çözemiyorum..

      Sil
  2. Ceren bu yazın beni derinden yakaladı. Çünkü ben de hep aynı döngüdeyim. Gündeme üzüntü, hayal kırıklığı, umutsuzluk, kin, nefret ama akabinde yaşanan öğenilmiş çaresizlik hissi ve kendi mutlu-küçük dünyama dönüş...

    Bir de "daha iyi bir dünya mümkün" tezini yaşadığımız yerde az çok görüyoruz. En azından kafanı kaldırıp baktığında, sokakta çıplak ayak mendil satan 3 yaşında çocuklar, yaralı sokak hayvanları, hakkını yiyen, sıranı kapan zihniyet yok. Aç açıkta, sefalet içinde insanlar yok. Eve yalnız dönerken, tecavüz edilme, gasp edilme, öldürülme riskin; alelade sıradan bir gündelik hayat olayı kategorisinde değil... Tamam diyorsun o zaman; dünya o kadar da kötü bir yer değil; eğitim, kültür, kolektif bilinç, sosyal devlet falan şartları oluşunca; olabiliyormuş diyorsun.

    Bu arada bloğa dönmezsen anlarım ama maya'nın ve anne ceren'in maceralarını da çok özlerim.. Saçma bir yorum bırakan oldu geçen okudun sanırım. Önce bi aa cevap vereyim ben buna; Ceren zaten sıkılmış bunalmış hiç uğraşmasın, dedim. Bir de baktım ki kızceğiz 21 yaşında ve 6 aylık anne :-) sonra kendi 21 yaş halimi düşündüm ve yüzüme geniş bir gülümseme yayıldı :) boşver dedim geçtim. Sen de boşver (zaten takmıyorsun ama adettendir bir de ben söyleyeyim: kimseyi takma)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Takip ettiğim blogları okuyorum ama kendi bloğuma girmiyorum, yorumları da görmedim Başakçım amaaaan boşver bence de :)
      Ne yazık ki söylediklerin bizler için geçerli ama Türkiye'ye her tatile gidişimde ülkenin gerçekleri, üst sınıfın bile Avrupa'daki temel ihtiyaçlarını lüks olarak ediniyor olması vs. yüzüme tokat gibi çarpıyor. Bundan galiba 10+ yıldan sonra insanlar daha az gidip geliyormuş ülkelerine, biraz da psikolojik ve maddi anlamda "doyduğun" yer evin oluyor, ülke sınırları ve milliyetçilik çokça anlamını yitiriyor. Yine de biryerde bağların kalıyorsa üzülüyorsun, kendini sanki hiçbirşey yapmadan rahata konmuş gibi hissediyorsun.. Bu konuda yazmıştım aslında bu bencillik değil ama ister istemez oluyor az biraz duyarlı her insanda..

      Sil
  3. Ben anlıyorum ceren, biliyorsundur birkaç gündür istanbuldayım. Artık birçok şey gözüme çok farklı geliyor. Hani bazı filmlerde paralel evrenleri işaretlemek için biri böyle grimsi soğuk renklerde çekilir ya istanbul şimdi tam da öyle. Yapılar hiç yeşilsiz alanlar duman koku sis... Gülmeyen insanlar, pahalılık, mutsuzluk. Dışarı çıkınca (hele toplu taşıtlarda falan) sanki herkes bir cenaze alayındaki gibi ruhsuz. Bu havadan kurtulmak için, insanların akıl sağlığını koruması için evlerine, çocuklarına, tabak çanaklarına vs sığınmasını anlayabilyorum

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. En azından bahar gelmiş orlara (hırs hırs hırs), dize kadar kardayız şu an :P
      İnsanlar gülmüyor evet, en kötüsü de bu sanırım :( Ama okudun mu, bir mutluluk indeksi çıkmış insanların %76'sı mutluyum demiş!

      Sil
  4. denemeler yapıyorum ceren...

    paylaşırım bi ara.

    bir önceki yazını okudum aslında hepsini okuyorum ya...
    bazarovu turgenyevi sufiliği düşünüyorum uzun zamandır.
    hayatı yavaşlatmak sanatını güzelleştirmek sanatını...

    sığlaşmadan mutlu olmayı becerebilmek...
    eh çok kolay olmuyor.

    sen tropik ada demişsin...
    ben yuva dedim.

    kaçıp saklanacağın kapıyı kapattığında içeri kimsenin giremeyeceği...

    bir yer bulmak lazım...
    bir şey bulmak lazım.

    lazım...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Seninle konuştuğumuz konular zaten hep :) Özledim Absalom!

      Sil
  5. Yazın ikilemlerimi çok güzel anlatmış. Bende de bir yabancılaşma var, bulunduğum ülkeye, gündeme, her şeye. Yani anlatması zor bir bir şey, insan üzülüyor, ama tüm hesaplarımda o güne ait fotoğraflar paylaşmıyorum, çünkü paylaşılan fotoğrafların altında, öyle yorumlar okuyorum ki insanın insanlıktan uzaklaşmasını gördükçe kanım donuyor. Mutsuz olmamak adına biraz daha kendi küçük dünyama döndüm, elimdeki ve çevremdekilerle mutlu olmaya çalışıyorum. Garip bir aidiyetsizlik hissi sanki veya kendimi koruma adına soyutlama. Bilemiyorum ama bu kayıtsızlık da güzel bir şey değil sanki. Başka ülkede yaşamak çok mu güzel çok mu kolay? Değil tabi ama Avrupa'daki ülkelere gittikçe, medeniyeti gördükçe, bazen içinde yaşadığım ülkeyi sorguluyorum. En basitinden otobüs sırasına girmekten, sabah asansörde karşılaştığın insana günaydın demeye kadar. Sanırım yarama tuz basan yazı olmuş:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kendimizi koruma altına alma isteğimiz bence yanlış değil Lulu çünkü bu dünyada o kadar az sayıda "insan" var ki..
      Avrupa'da turist olmakla yaşamak farklı tabii, turistken insanın gözüne herşey çok daha güzel gözüküyor. Yaşamaya başlayınca, içindeki aksaklıkları görüyorsun ama yine de itiraf edeyim bizdeki gibi göze soka soka adaletsizlikler hak yemeler yürü ya kulumlar yok işte :( Türkiye'ye geldikçe aradaki farkı gördükçe ülkem adına üzülüyorum, içim hep buruk..

      Sil
  6. Ben başka blogları okumaya fırsat bulamıyorum.
    Sadece ülke değil, dünya bir batakta. Ama döngüye inanıyorum. Her kışın bir baharı var.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. İşleyen demir ışıldar, zaman bulamaman isabet bence ;)

      Sil
  7. Bende bir adet mimin var. Sevgiler.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bakacağım, 2 haftadır bakamadım blog alemine..

      Sil
  8. Nice yıllara herkes mutsuzken mutlu olmayı dert eden duyarlı insan:)

    YanıtlaSil
  9. Hatırlıyorum geçen yıllardan:)

    YanıtlaSil