23 Eylül 2013 Pazartesi

Ay ışığı, yakamoz, yıldız tozu

Yıllar yıllar önce, ben tasasız küçücük bir çocukken, elektrik kesintilerinin olağan olduğu o sıcak yaz gecelerinde, biz ailecek ananemle dedemin yazlık evinde toplanır, falezlere kurulu, göz alabildiğine deniz gören o güzel evin kocaman teras-balkona yayılırdık. Ananem biz çocuklara yumuşacık, sıcacık bir yer yatağı kurar, büyüklerse binlerce milyonlarca yıldızın altında, bir mum ışığının eksikliğini dahi hissetmeden oturur, denize bakarak hem çay içer hem de sohbet eder, ara sıra güzel sesleriyle sanat müziği söylerlerdi. O sıcacık yatakta, yaz gecelerinin Ege sahiline özgü o hafif esintisi yüzümü okşarken, hiç uyuya kalmayayım, o gece hiç bitmesin, o sohbet hiç dinmesin isterdim. Geceler öyle karanlık, yıldızlar öyle parlaktı ki.. Ara sıra bir yıldız kayar, aileden biri illa ki "dilek tutun" derdi. Yıldızlar ne çok kayardı o zamanlar..

Kocaman bir ay çıkardı dağın arkasından. Bazen kıpkırmızı dolunay. Ne de hızlı ilerlerdi, bir bakmışsın dağın kenarında belirmiş, bir bakmışsın evin çatısına atlamış, bir bakmışsın hop çatıdan aşağı kayıvermiş.

Bir de denize vuran yakamozu görseydiniz.. O yıllarda o küçücük sahil kasabası kalabalık olmazdı hiç. "Gazino"nun kırmızılı yeşilli ışıkları sönük sönük vururdu denize. Ama o ay.. O ay nasıl vururdu öyle, gümüş bir yol açardı denizin üstünden. Ara sıra gece balığına çıkan teknelerin o gümüş yolda bir an belirli belirsiz silüeti görünür, sonra kayboluverir. Dedem emekli olmuş o yıllarda; bir tekne almış, gece balığına merak sarmış, ananem endişelenir, gözüne uyku girmez "adam hukuk okudu, balıkçı oldu" der durur..

Dedem birkaç kez beni de götürdü gece balığına. O simsiyah sulara, o yakamozun gümüş ışığına, o sessizliğe, patpat motorlu teknenin suda süzülüşüne, o yıldızlara, hiç konuşmadan oltayı denize salmaya, ben de sevdalandım sevdalanmasına da.. Uykunun sıcak kucağı olmasa..

Temmuz ve Ağustos o kasabada ağır geçerdi o yıllarda. Hele geceleri.. Televizyondaki kanalların çoğu Yunan kanalı, anlasan bir de elektrik kesilir tam orta yerinde. Yaz tatillerinde televizyon izlemeyen bir çocuktum ben, doğayı izlerdim onun yerine. Böceklerin yakından bakıldığında ne kadar güzel olduklarını, toprağın o buruk kokusunu, yıldız tozunu da öyle öğrendim. Yıldız tozu vardı bizim bahçede. O binlerce yıldız arasından gece boyu kayanların arkasından dökülen tozlar işte.. Sabahları bizim balkona dökülmüş olurdu.. Sarı bir toz, süpür süpür gitmez. Ananem söylenir durur, evin içine girdi diye. Ananemin yıldız tozunu sevmediğini sanardım. Oysa o zamanlar daha evin önündeki yola asfalt dökülmemişti..

Ne çabuk geçti o yıllar. Önce 1996'da dedem, sonra ondan tam 17 sene sonra, bundan tam 24 gün önce ananem.. Yıldızlara gittiler. 

Dün gece yine baktım yıldızlara. Gecenin en karanlık zamanında, saat 03.53'te. Yıldızlar o yıllardaki gibi değil artık. Oysa çoğunun ışığı bize ulaşana dek binlerce, onbinlerce, yüzbinlerce yıl geçmiş oluyor. Belki o yıldız çoktan sönmüş oluyor. Baktığımız hep geçmiş zaman.. Özlediğimin hep.. geçmiş. 

17 Eylül 2013 Salı

Tadımız tuzumuz gitti..

Türkiye'ye ziyarete gelmemize sadece 1 hafta kala, 30 Ağustos 2013'te birtanecik ananemi trafik kazası sonucunda kaybettik.. Hayat bazen hiç adil değil.. Aylardır benim için yeri çok başka olan, çok özel olan ananemi yeniden, hem de bu sefer kucağımda kızımla görmeyi öylesine iple çekiyordum, öyle hayaller kurmuştum ki.. Olmadı.. Ananoşum kızımı göremedi.. Bense onu o bembeyaz örtünün içinde, huzur içinde uyurken görebildim, kızım kucağımda.. Hayat hiç adil değil!

Beni 2 aylıkken koynuna alan ve 5 yaşıma dek bana annelik yapan ananem, muhteşem bir insandı ve onu 2010'da yazdığım şu yazımda anlatmıştım size.. Onsuz hayatımın tadı tuzu eksik olacak hep, boğazımda hep o bildik düğüm.. Canım ananoşum; nurlar içinde yat, mekanın cennet olsun, canım birtanecik ananeciğim........