5 Şubat 2013 Salı

Nasıl mutlu olunur?

Bir süredir haftanın bir sabahı iki saatliğine toplanan bir grubu yönetiyorum, adı "mutluluk okulu". Dünyanın bir çok farklı ülkesinden gelen, farklı yaş ve cinsiyette, farklı sosyo ekonomik düzeylerde ve mesleklerdeki on kişiden oluşan bu grubun tek ortak noktası, çağın illeti "depresyon" hastalığından muzdarip olmaları. İlaç kullanmaktansa, sorunun temelinde yatan nedenlere odaklanmayı seçen bu insanlarla beraber "mutlu olmanın yolları"nı arıyoruz.

Depresyon, biz klinik psikologların danışanlarımızda en sık karşılaştığımız psikolojik sorunlardan biri. Bize başvuran kişilerin bir kısmı hastalıklarını tanıyor, bir kısmı ise "uykusuzluk", "iştahsızlık", "hayatın anlamını yitirmesi", "durup durup ağlamak" gibi yan nedenleri çözümlemek amacıyla başvuruyor. Her mutsuz, keyifsiz insan "depresyon" hastalığı teşhisi almıyor elbette, bunun kriterleri, ölçüm sistemleri ve depresyonun dereceleri ile alt türleri mevcut. Ama genel birşey var; o da mutsuzluk, sıkıntı, bazen nedensiz hüzün hissi ve bu duygular karşısında duyulan çaresizlik, kendi başına yetememe, yaşamın yükleri altında ezilmenin önüne geçememe hissi.

Dün sabah; yılın belki de en karanlık, soğuk ve yağışlı gününde, havanın tüm gudubetliğine, tüm "evden, yataktan çıkma!" ısrarına rağmen, yine eksiksiz bir araya geldi "mutluluk okulu"nun öğrencileri. Dün, "mutlu olmak için ne yapmalı?" idi konumuz ve tartışarak vardığımız sonuçları blogumda da paylaşmak için grup katılımcılarımın iznini aldım. Çünkü şu kara kış günlerinde, mutluluğu bulmak ve korumak için hepimizin bir kaç ipucuna ihtiyacı olabilir..

İlk olarak şuna karar verdik; "mutluluk" insana doğuştan verilmiş, kişinin yaşamı boyunca sahip olacağı, içten gelen bir duygu değil. Mutlu olabilmek, öğrenilmesi gereken ve sürdürülebilmesi için bilinçli olarak uğraş sarf edilmesi gereken bir duygu ve davranım bütünlüğü. Neşeli ve olumlu bir insan olmak, doğuştan gelen karakter özellikleri olabilir ve anlık olaylar için geçerli davranışları içerir ama "mutlu olmak" uzun soluklu, belirli algı süreçlerini bilinçli olarak kullanılarak gerçekleştirdiğimiz bir eylemdir. Dolayısıyla, bazı insanlar mutlu olabilme konusunda yeteneklidirler, bazı insanlar ise zorlanır ve bu duygu ve davranışı başkalarının yardımı ile "öğrenmek" durumunda kalırlar. Üstelik sadece teoride mutluluğu anlamak, pratikte mutlu olmanın garantisi de değildir. Bir insan, kendini mutlu hissedebilmek için yapacağı şeyleri öğrenebilir ama bunu uygulama konusunda çekingen ya da isteksiz davranabilir. Dolayısıyla size ara sıra bu blogda önerdiğim ve birazdan yine önereceğim küçük ipuçları; sadece aktif olarak uygulama ile öğrenilir, tekrar ile pekiştirilir ve ancak uzun zaman kullanıldığında davranış kalıbına dönüşür.

İlk ipucu: Kendinizi başkalarıyla kıyaslamaktan vazgeçin.

Bir çok insan, mutluluğun belirli sosyo-ekonomik ve fiziksel ihtiyaçlar karşılandığında sağlanabileceğini düşünür. Oysa yapılan araştırmalar; Afrika'da modern dünyaya kıyasla yokluk içinde yaşayan bazı kabilelerdeki insanların kendilerini, modern dünyada türlü imkanlarla kuşatılan insanlardan çok daha "mutlu" gördüklerini belirtmektedir. Aynı şekilde, toplumda zengin aile çocukları ve fakir aile çocukları arasında mutluluk açısından karşılaştırma yapıldığında, anlamlı bir fark bulunamamıştır. Ne var ki, insanlar kendi sosyo-ekonomik düzeyleri ve alım güçlerini çevrelerindeki diğer insanlarla karşılaştırdıklarında, kendilerini kaçınılmaz olarak birilerinden daha altta görmüş, topkumun geneline oranla daha mutsuz olduklarını ifade etmeye başlamışlardır. Bu durum, insan tabiatında bulunan kendini bir üst referans grubuyla karşılaştırma ve yetersizlik, kıskançlık hissetme duygusu ile yakından ilintilidir. Referans grubu kendi ile aynı sosyolojik değerlere sahip olduğunda, ya da kişi alt referans grubunu düşünerek kendisini daha iyi bir konumda bulduğunda, "mutluluk" hissi de artmaktadır.

Kendisini sürekli başkalarıyla yarış içinde hisseden kişi, elbet yetersizlik ve acizlik duyguları duyar, bu kaçınılmazdır. Bunun önüne geçebilmek için, kendimizi sadece kendimizle kıyaslamalıyız.

İkinci İpucu: Kendinizle başbaşa kalın, kendinizi tanıyın.

Bir çok insanın sosyal ajandası o kadar doludur ki, kendiyle zaman geçirmeyi unutur. Oysa psikolojik ve sosyal açıdan sağlıklı bir insan olabilmek için, kişi kendisini tanımalı, yaşam hedeflerini, zevk aldığı şeyleri, onu üzen, sıkıntıya sokan ve mutsuz eden kişi ve olayları bilmelidir. "İçimde kaynağını bilemediğim bir sıkıntı var" diyorsak, "sanki görünmez eller boğazımı sıkıyor, ne yapacağımı bilemiyorum" diyorsak; kendimizi tanımıyoruz, yaşam olaylarına ne gibi bilinçaltı tepkiler verdiğimizi bilmiyoruz demektir. Sözgelimi, her gece mide ağrısıyla uyanıyorsak, sürekli bir açlıkla sabaha dek buzdolabına seferler düzenliyorsak, göz kırpmadan yatakta dönüp duruyorsak; bu durumun önüne geçmeden önce, bu durumun neden kaynaklandığını çözmemiz gerekir. Aklımızdan ne düşünceler geçmektedir, o son dilim pastayı yedikten sonra ne hissetmekteyiz; bunları düşünmeli, çeşitli eylem ve olayların bizim yaşamımızdaki yeri ve önemini dile getirebilmeliyiz.

Sürekli arkadaşlarla, sosyal olaylarla dolu bir ajanda; bir süre sonra sosyal zorunluluklara dönüşeceği için, insanı gerer. Arada "kendimize özel", sadece kendi kendimizle başbaşa kalacağımız zaman dilimleri yaratmalıyız. Kendimizle oturmalı, sohbet etmeli, bir fincan kahve içmeyi bilmeliyiz.

Üçüncü ipucu: Kendinize kişisel ve ulaşılabilir hedefler koyun.

Her insan dünyaya yanan evlerden çocukları kurtarmak, dünyanın en karlı şirketine sahip olmak ya da kansere çare bulmak için gelmez. Hepimizin hayat yolu farklıdır. Kendinize ulaşabileceğiniz hedefler koyarsanız, bunları gerçekleştirdiğiniz anda güveniniz ve mutluluğunuz artacak, bir sonraki hedefi koyma motivasyonunuz yükselecektir. Koşmak, dolayısıyla sık sık takılıp düşmek ve yorulmak yerine, yaşam patikasında küçük adımlarla yürümeyi öğrenmeliyiz.

Dördüncü ipucu: Başarılarınıza, elinizde olanlara odaklanın.

Hayal kurmak, kendimizi geliştirmek adına güzeldir; fakat çoğu insan halihazırda elinde bulunanları, kazandığı başarıları gözardı eder. Hayal ve hedeflerimize ulaşma yolunda önümüze çıkan sorunlar, şanssızlıklar ve güçlükler; motivasyonumuzu kırar ve hatta bazen yıldırır. Vazgeçmek, her zaman başarısızlık değildir! Bazen hedeflerimizingerçekleşemeyecek oluşunu kabul etmemiz, güç ve enerjimizi akıntıya karşı kürek çekmek adına daha fazla harcamamamız, en büyük kazancımız olabilir.

Önemli olan varılan yer değil, yolculuğun kendisidir. Çevremizi kuşatan yaşam, insanlar ve olaylar bize her an yeni bir şeyler öğretir. Yaşamı yıkıp, yeni baştan kurabilmek; sözgelimi zorlu bir boşanmanın ardından, yeni taşındığımız, daha bir kanepe dışında eşyası olmayan evimizde, kalbimiz kuş gibi özgür bir fincan çay içebilmek; bir yenilgi değil, yeni bir başlangıç yapma cesareti ve başarısıdır.

Son ve en önemli ipucu: Yaşamı beş duyunuzla hissedin.

Yaşam; beş duyuyla doya doya hissedilmesi, anlaşılmaya çalışılması gereken bir "sanat"tır. Yaşam sadece gördüklerimiz, okuduklarımız, konuştuklarımız değil; kokladığımız kokular, duyduğumuz tınılar, bize gözlerimizi kapattırıp "mmmmm" dedirten tatlar, tenimizde hissettiklerimizle de yakından ilintilidir. Yaşamın sadece pasif gözlemcisi olmayı reddedin, içinde olmayı ve beş duyunuzla dolu dolu deneyimlemeyi deneyin. Yeşil bir çimenlik mi gördünüz; fırlatıp atın pabuçları. Hoşunuza giden bir tını mı duydunuz; kim ne der demeyin, dans edin! Yağmurun altında kaldıysanız, yüzünüzü açın altına, damlalar ıslatsın teninizi. Yaşam bunların tümüdür işte! Duyularımızın sinir uçlarımızdan beynimize gönderdiği, beynimizin de anlam verdiği tüm bu minik hislerin toplamıdır, yaşam.

İnsan beyni çok karmaşık bir yapı; bir insan için mutluluk olan, diğeri için acı kaynağı olabiliyor. Hep algılarımıza, önceki yaşam deneyimlerimizin bize öğrettiklerine, toplumsal yargılarımıza ve gelecek beklentilerimize uygun algılıyoruz duyularımızdan gelen bilgileri. O nedenledir ki; depresyondayken herşey kapkaranlık geliyor üstümüze, dünyaya olumlu bakarken ise tüm dertler bir sis perdesi gibi inceliyor ve yok oluveriyor. Aslında herşey elimizde, duyularımızın bize ilettiklerini nasıl yorumlayacağımız sadece bize bağlı. Örümcekten korkmak da, örümceğin anatomik yapısına  hayranlık duyabilmek de elimizde ve inanın ki, istersek, öğrenerek değiştirebileceğimiz davranışlar!

Bu yazıyı Uzman Klinik Psikolog kimliğimle yazdığım için:
(c) İzin almadan kullanılması ve yayımlanması yasaktır ve kanuni cezalara tabidir.
Ona göre ;)

8 yorum:

  1. Ceren;

    Bence bu 10 kişinin hastalığı depresyon değil. Bunalmış bu 10 kişi; ya çok varlıktan ya da çok yokluktan.

    Burada varlığı ve yokluğu her bakımdan kapsama alanına alıyorum, maddi bakımdan, manevi bakımdan, görme-görmeme, bilme-bilmeme, duyma-duymama, gezme-gezmeme, sevme-sevmeme, sahiplenme-sahiplenmeme, vb.

    Bizim buralarda "Buldu da bunukuyor" derler bazen.

    Sizin şu 10 hastanız, dünyanın değişik yerlerinden gelen. farklı sosyo ekonomik düzeyde olsalar da Alman'ya da buluşmaları bile, bizim bazı mutsuzlarımızdan oldukça iyi durumda olduklarını göstermekte.

    Sizin gözlemlerinizde ki ipuçlarını yakalayamayacak düzeyde hastalar olsa gerek bunlar. Sizin belirttiğiniz ipuçları anlaşılamayacak kadar karışık, yapılamayacak kadar zor, düşünülemeyecek kadar karmaşık değil ki.

    Düşünülmesi de, yapılması da, denenmesi de mantıken basit ipuçları... Bu insanlar, sizin ipuçlarınızı denememişler mi? Denemiş de zor mu gelmiş, yapılması imkânsız mıymış, felsefelerinde bu gibi şeyler yok muymuş?

    Yaptıklarından vicdanen huzursuzluk mu duymuşlar? Basit şeyleri yapınca basitleşmiş durumuna mı düşmek istememişler?

    Sizin verdiğiniz ipuçları yerinde değerlendirildiğinde depresyon denilen hastalıktan kurtulmak pekalâ mümkün; bunları denemek istememişler mi hastalığa yakalanmadan önce?

    Kendileriyle barışık değil galiba bu insanlar. Herkesin her zaman başarılı olacağı zaten düşünülemez, bazı konularda başarısız olunduğunda bu dünyanın sonu değil ki, hiç bir zaman başarılamayacak şeyler de var. Bunu başaramayınca hasta olmaya gerek yok ki.

    Bakın; bilim insanları daha Tanrı Parcacı'ğını bulamadılar, bulamadık diye hasta da olmadılar.

    Sizin hastalarınız ne istiyorlar acaba?

    Çok büyük bir hırs mı var içlerinde? Her istediklerinin olması mı gerekiyor illâ ki? Bu gün mükellef bir mönüyle doydularsa, yarın da simitle çay içmek paniğe mi sevk ediyor insanları? Mutluluğu yakalayamama nedenlerini kendileri bulamıyor mu? Mutluluk bu kadar uzaksa 10 kişiye, Allah size sabırlar versin diyorum değerli Ceren...

    YanıtlaSil
  2. Sevgili Çağatay, birçok konuda oldukça yanılıyorsunuz. Yurtdışında yaşayan herkes belirli bir ekonomik kalkınma seviyesinde yaşamıyor malesef, burada da zenginler ve fakirler var, burada da sosyal adaletsizlikler yaşanıyor, burada da sebepsiz işten çıkarılmalar var. Ayrıca yurdundan göçen bir insan, yeni bir çevreye adapte olmaya çalışırken büyük sıkıntılar çeker. Siz bir şehirden diğerine gittiğinizde bile bunalıyorsunuz, bir de ülke değiştirdiğinizi hatta bunu ülkenizde yaşanan sorunlar nedeniyle politik sığınmacı statüsünde yaptığınızı düşünün. Hayat Batı'da da çok kolay değil ve birçok insan sabah 6'da karanlıkta evden çıkıp, birbiri arkasına 3 işte çalışarak 18 saat mesai yapıp gece evine dönüyor. Ayrıca burada hayat çok pahalı, bir ekmek dahi 3,5TL, kiralar 3000TL'nin asla altında değil. Bir de sosyal sorunlar var. Birçok insan yeni geldiği bir ülkede dil sorunu, arkadaş edinme sorunu yaşıyor. Tüm bunlar bir araya geldiğinde birçok insan bizim çeşitli bilimsel çalışmalar sonucunda saptadığımız klinik ölçütlerde depresyon tanısı alıyor. Bu insanların bir kısmı kendini öldürmeyi düşünürken diğer kısmı sabahları yataktan kalkacak gücü bulamıyor, diğer kısmı depresyonda olduğunun dahi farkında değil ama vücudunda anlamadığı kronik ağrılar şikayetiyle geliyor. Depresyon ile mutsuzluk arasında tabii büyük farklar var ama biz de bunun ilmini 10 sene okuyor ve ikisini ayırıp insanlara yardımcı olmaya çalışıyoruz. Onları zavallılar olarak görmek, hiç empati kuramamak, dolayısıyla hiç anlayamamak ve yardımcı olamamak demektir.
    Pollyannacılık güzel bir yaklaşım, o kadar imkan var, buldular da bunuyorlar, mutlu oluversinler canım demek de dışarıdan kolay. Ne yazık ki herkes bir simit çayla mutlu olmayı başaramıyor, bazılarına grup terapisi uygularken, bazı ağır vakalara ise çok ağır kimyasallar yükleyerek tüm beynin fizyolojisini değiştirmemiz gerekebiliyor.
    Siz kendinizi "bunalmış" hissettiğinizde hemen neşelenip gülüp oynamayı başarabiliyorsanız çok şanslı bir insansınız, bize de sırrını yazın :) Biz de bu grupta zaten bunu arıyoruz! Sevgiler!

    YanıtlaSil
  3. Ceren; bu cevabın ilaç gibi geldi bana.

    İlk paragrafında her şeyi anlatmışsın zaten. İnanın bu ilk paragrafta anlattıklarınızdan haberim yoktu benim. Sanıyordum ki yurt dışında, her bakımdan gelişmiş ülkelerde, serbesti ve demokrasinin fevkalâde uygulandığı, terör korkusundan uzak yaşayan toplumların mutluluk içerisinde yüzdüklerini düşünürdüm.

    Bir çok konuda yanıldığım, hastalarınızdan iyi durumda olduğum anlamına geliyor benim için.

    O yukarıda yazdığınız sıkıntıları ben ülkemde hiç bir zaman çekmedim. Afrika'da ki kabileler gibi de yaşamadık.

    Benim çok bunaldığım zaman bulunduğum mekanı 3-5 gün değiştirmem mutlu olmama yetiyor. Daha fazlasını da istiyorum, bir çok ülkeyi gezmek gibi. Gidemediğim için rahatsız olmuyorum.

    Sizin uğraştığınız kişiler, bizim bilip tahmin edemeyeceğimiz kadar ağırlık içerisindeler demek ki. Basit bir hastalık olarak gördüğümüz bir şey ileride içinden çıkılması, yardım alınmadan kurtulunması zor hastalıklara neden oluyor demek ki.

    Kolay gelsin derim.

    YanıtlaSil
  4. Herkes ara sıra daralıyor aslında.. Sağlıcakla kalın :)

    YanıtlaSil
  5. Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kusura bakmayın, yazdıklarınız doğru olsa da isim bırakılmadan ananonim yazılan yorumları prensip gereği yayınlamıyorum..

      Sil
  6. Merhaba,
    Uzman Psikolog olduğunuzu bilmeden daldım bloğunuza(önceki senli
    benli yorumum için özür dilerim),
    Umarım yazılarımı okumamışsınızdır,çünkü nerdeyse hepsi depresif,
    acıtasyon,bıkkınlık getirecek kadar..
    Şimdi daha farklı okuyorum bloğunuzu,benim için çok faydalı olacak..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ayşe'nin Kozası! Ben de senin bloğunu çok büyük bir keyifle takip ediyorum ve yazı gücüne hayran kalıyorum. Lütfen "sen" de, çok mutlu oldum!

      Sil