31 Ocak 2012 Salı

Katil Braun blender

Küçük teyzem büyük bir ameliyat geçirdi. İlk günler midesi rahat etsin diye büyük teyzem eve yeni bir blendır getirmiş; patates püresi, ayran falan güzel yapılır diye. Yalnız alet resmen seri katil çıktı. İçine sanki chukky'nin ruhu kaçmış. Üç günde kendine iki kurban aldı. İlk gün büyük teyzemin işaret parmağını halletti. Dikiş. İkinci gün bulaşıklıkta durduğu yerden bu sefer ananemin baş parmağını öptü, kocaman yarık. Üçüncü gün evde niyazi olmayan bir ben kaldığım için, ben de onu dikkatlice kutusuna koyup dolap yukarılarına kaldırdım. Gece gizlice ordan kaçıp bir de beni ısırabilir mi diye de tek gözüm açık uyudum. Henüz bir vukuatı yok. Kutusunda uslu uslu oturuyor, ya da sessiz ve derinden planlar yaparak yeni kurbanını bekliyor.. Ne blendırmış yahu!

Hayır şimdi bu blendırı ihtiyacı olan birine versek, eminim onu da öpüp koklayacak.. Çöpe atsak, çöpçüleri sevecek sarılacak.. Ne yapacağız bilemiyorum. Üstüne "dikkat ısısır, öper!" yazıp dolap üstlerine kaldırmak ve sonsuza dek orda bırakmak en iyisi galiba..

29 Ocak 2012 Pazar

Uçuş korkusu nasıl yenilir?

Bedenen Münih’te, aklen ve kalben Ankara’da olma haline daha fazla dayanamadım. Bilgisayarı ve 1 Şubat’ta teslim edilmesi gereken raporlarımı kapıp, bembeyaz Münih’ten önce gri İstanbul’a, ordan yeşil Bursa’ya ve en sonunda bembeyaz Ankara’ya vardım. “Evden eve teslimim sırasında tren, uçak, gemi ve otobüs gibi geniş yelpazeden birkaç ulaşım aracını kullanma fırsatım oldu. Tabii ki serde gezginlik, meslekte psikologluk, kaderde de nevrotik tipleri mıknatısla kendime çekme yeteneği olduğu için, bu yolculuktan günlüğe baya bir malzeme çıktı.

Biliyor musunuz; oldukça fazla sayıda insan uçaktan korkuyor. Bu nedenle kimi uçağa binmeyi tamamen reddediyor, kimi kendini zorluyor, binip bindiğine pişman, kan ter içinde uçuyor, kimi de “bu korkumu nasıl yenerim?” diye araştırıp soruşturuyor. Bu sonuncu gruptansanız; havayolu şirketlerinin artması, bilet fiyatlarının düşmesi ve bir çok yeni havaalanının açılması sayesinde, uçak seyahatlerinin yaygınlaştığı günümüzde, uçak ve uçuş korkusunun insanı kısıtlayan bir hal aldığının da farkındasınızdır tabii. Uçma korkusunu yenmek; zaman ve enerji kazanmak ve hayat kalitemizi yükseltmek adına, son dönemde iyice önem kazandı ve çeşitli destek programlarına katılım oranları arttı. Bu korkuyu yenmek adına birçok insan terapistlere ya da havayolu şirketlerinin terapistlerle ortak açtığı kurslara katılıyor. Bu kurslarda, kişilere uçaklar ve uçma “sanatı” hakkında teknik ve istatistiki bilgiler veriliyor, korkularının biyoloik ve sosyal temelleri tartışılıyor ve aktif katılım ile adım adım korkunun yenilmesi üzerinde çalışılıyor. Adımlar en basitten (örn. alanda duran bir uçağın ziyaret edilmesi) en karmaşığa doğru (örn 7-8 saatlik bir uçuş), kişinin kendi hızında ayarlanıyor ve son derece başarılı sonuçlar alınıyor.

Ayrıca istatistiki bilgilere göre; her sene eşek tepmesi yüzünden ölen insan sayısı, uçak kazaları nedeniyle ölen insan sayısından yüksek! Yani, bir psikolog olarak, uçaktan korkacağınıza eşekten korkmanızı tavsiye ederim. Gülmeyin, ciddiyim!

Eşekten ve uçaktan korkmayan biri olarak itiraf etmeliyim ki; uçaktan inip otobüse binmek, attan inip eşeğe binmenin günümüzdeki karşılığı. Bir kere; personel farklı. Uçakta saçları biryantinli, karizmatik ve tok sesli pilotlar size “leydiys en centılmın” diye hitap ediyor. Otobüste ise birden “abla”, “yenge”, “dayı” oluveriyorsunuz. Sonra uçakta tümü hurileri andıran (tabii ki turunç memeli) cici bici kızlar, size kibarca çay kahve sunuyor. Otobüste ise, kimbilir kaç saattir ayakta dikilmekten bitkin ve uykusuz, ergen ve sivilceli bir genç çocuk hızla önünüze daldırma çayla çubuk krakeri sallayıp yokoluyor. Otobüste seyahat ederken içine düşürüldüğünüz hareket engeline tezat olarak, uçakta kalkıp dolaşma, hatta yanınızdaki çocuğun heyecanını bahane edip kokpite göz atma şansınız var. Hem uçaklar 10.000mt ve üzerinde uçtukları için, o yükseklikte hava hep açık ve güneşli oluyor. Yani kalkış ve inişteki 15-20dk’dan sonra sakin bir yolculuk yaşanıyor. Otobüsteki gibi herkes koro halinde kusmuyor. Ayrıca uçakta, otobüstekinin aksine erkek yolculara potansiyel sapık muamelesi yapılmıyor, kadın ve erkekler yanyana seyahat edebiliyorlar. Memlekete bu gelişimde yine uçaktan inip eşeğe – pardon otobüse adım atar atmaz bu acı gerçek yüzüme çarptı. İkinci sırada oturan, gayet normal, gömlekli kravatlı adamcağızın yanındaki tek boş koltuğa oturursam, namusumun tehlikeye gireceğine kesin gözle bakan iffet bekçisi, beni zorla şöförün yanındaki muavin koltuğuna oturttu ve ön camın hemen dibinde, emniyet kemersiz seyahat ettirerek “namus candan değerlidir” mesajını tüm cihana belletti. Şimdi bu eşeğe binmek değildir de otobüse mi binmektir?

Uzun lafın kısası, uçaklar emniyetli, ekonomik, rahat ve medeni ulaşım araçları. Psikolog tavsiyesi; uçuş korkunuzu bir an önce yenerek seyahat özgürlüğünün tadını çıkartın.

19 Ocak 2012 Perşembe

Ayakkabıcığı da delikmiş..


"..Bir kaldırım ortasında yatıyor
yarasından yalanınız sızıyor.." - Bandista

Bugün Hrant Dink'i andık, dünyanın dört bir yanında. Kimimiz yazılarını, insan sevgisini, kardeşlik umudunu düşündü; kimimiz kaldırımın ortasında biri delik ayakkabısını yarım yamalak örten o beyaz örtüyü.. İçimiz acıdı, umutsuzluğa düştük, adalet yine yerini bulmadı dedik, içimizde barındırdığımız insanımsılardan nefret ettik, kızdık söylendik, biz adam olmayacağız dedik, sokaklara taştık.. Sonra.. Sonra akşam oldu, yattık kalktık, yattık kalktık.. Unuttuk.

Oysa tüm "susturulanlar" gibi; Hrant Dink'in de içinde tüm insanlığa uzanan sonsuz bir sevgi, bir merhamet, bir "olacak, olacak, merak etme" umudu vardı. Onlar bizden farklıydılar. Yenildikçe umutları yeşeriyordu. Biz "öteki"leştirdikçe, bizden oluyorlardı. Biz iteledikçe, onlar kucak açıyorlardı. Cahilliğe veriyorlardı, "biraz okusa geçer" diyorlardı, "o da anlar elbet" diyorlardı. Onlar yatıp kalkıp unutmuyorlardı.

Dün, yani Hrant Dink'in ölümünden "sadece" 4 sene 364 gün kadar sonra, mahkeme bir karara vardı. Adil bir karar olmadı bu. Ama yanlışlık sadece yargıda mıydı? Bence hayır, yanlışlık en temelde bizim düşünce sistemimizde. Biz milletçe aldığımız eğitim sisteminden midir, yüce tarihimizi henüz sindirememiş oluşumuzdan mıdır, biraz etnik anlamda benmerkezci bir toplumuz. Literatürde bu halimize Ethnocentrism deniyor. (Türkçe'ye yabancı düşmanlığı olarak çevrilmiş; ama bence etnik-benmerkezcilik daha uygun gibi). Yani bir kişi ya da gurubun, kendi etnik kimliğini diğerlerinden daha üstün görmesi. Kendi gurubu dışında kalan tüm kimlikleri, tamamen doğru kabul ettiği kendi değerleri üzerinden değerlendirmesi. Bu sadece kişinin at gözlükleri takması sonucu edinilen bir özellik değil. Sosyalleşme sürecimizde; aileden, eğiticilerimizden ve özellikle medyadan öğrendiğimiz bir durum. Etnik-benmerkezci toplumlarda homojen (tek tip) sosyal yapı, liderlerin uzun süre koltuklarında kalması, yaşanan sosyal çürümeye tepkisizlik ve "bana dokunmayan yılan bin yaşasın" hali baş başa gidiyor. Tanıdık geldi mi? Sonuç; farklılığa tahammülü olmayan, azınlık haklarının hiçe sanıldığı, biz ve ötekiler söylemlerinin yaygınlaştığı bir toplumsal yapı. İnsan hakları ihlalleri, faili meçhul cinayetler.. Literatürde etnik-benmerkezciliğin önüne geçmek için, toplumsal yapıda hakem görevi görecek sistem ve kişilerin oluşturulması, iki farklı etnik gurubun üyelerinin farklı sosyal sistemlerde bir araya gelip tartışmaları, birbirlerini dinlemeleri ve empati geliştirmelerinin sağlanması, ümmetçi yapıdan bireyci toplum yapısına dönüşüm gibi haller öneriliyor. Yani daha çok Hrant Dink'e ihtiyacımız var..

Aktif bireyler olarak ne yapabiliriz? Sokaklara dökülebiliriz evet, bu bir çözüm. Ya da yazabiliriz, çizebiliriz, konuşabiliriz. Projeler geliştirebiliriz, azınlıklar ile çoğunluğu bir araya getirecek, gençlere odaklı projeler.. Evet bunları yapabiliriz. Ama en önemlisi; okuyabiliriz, "şanlı" tarihimizi daha nesnel ele alan yapıtlara bakabiliriz, düşünebiliriz.. Düşüncelerimizi değiştirebiliriz..

Ben de inanıyorum Hrant Dink gibi.. Önümüzde çok uzun bir yol var ama biz başaracağız be, olacak yani.

*Başlığı severek okuduğum şu yazıdan aldım. Yazarın anneannesi aslında hepimizin içini sızlatan şeyleri, sevgiyi ne kadar sade özetlemiş..