25 Eylül 2011 Pazar

Kim Kimdir - Bölüm V

Beyaz cildine tamamen zıt, simsiyah, dümdüz, upuzun saçları ve yeşil ela gözleriyle pamuk prensesi andırıyor. Aklıma gelen ilk cümle bu. Üç kız kardeşin, kardeşsiz büyüyen, büyürken kardeş olan çocuklarıyız biz, üç kuzen. "Pamuk prenses" ilkimiz, ben ortanca, "oğlan" küçüğümüz. Pamuk prenses daha doğumdan dünya vatandaşı, 7 cücesi olmasa da 7 kıtası oldu; çok-dilli, çok-kültürlü, teyzemin ördüğü atkı ve beresi gibi çok-çok-renkli. Bayıldığım o güzel saçların bir hikayesi var belleğimde: Kuzenim çok güzel kelebek yüzer, dalıp dalıp çıkar sulara. Lise döneminde yüzme sporuyla ciddi olarak ilgilendiği için. Ben küçükken hep arkasına takılmaya kalkardım. Benim henüz gidemediğim o engin mavilikle kuşatılmış o ipek gibi upuzun saçlarının görüntüsü bugün bile gözümün önünde. Ben biraz büyüyünce sırdaşım oldu, tabii ki aşık olunan rock yıldızları konusunda ailede beni anlayan tek kişi. Sonra o kız-kıza pijama partileri, annelerimize karşı birlik olmalar, yani bir ablayla ne yapılırsa işte.. Kahkahasına bayılıyorum, tüm odayı doldurur. Çoğu zaman gülmekten yaşlar gelir gözlerimizden. Tabii ki aile dedikoduları, bir üst nesili didikleme hali. Bir de erkekler.. Büyürken O'na çok imrenirdim, benim henüz anlayamadığım bir dünyadan gelmiş gibiydi. "Kolejli Abla", baklava desenli çorapları, kolej tipi ayakkabı - hani şu Loafer denen, hatırlarsınız.. Su gibi Fransızca konuşurdu ve İngilizce. Hayranlık ve imrenme doluydum ama hiç kıskançlığa dönüşmezdi; çünkü elimizde su tabancalarıyla kovalardık birbirimizi yazlıkta, çünkü annesinin bana inatla belletmeye çalıştığı ve benim de inatla öğrenmemeye çalıştığım çarpım tablosundan, hergün mutlaka yenilmesi gereken "örnek protein" yumurta belasından beni kurtaran yine O'ydu. Ne zaman Beatles'dan "Girl"ü dinlesem aklıma O gelir, neden bilmiyorum. Belki çocukluğumun sonu gelmeyen yaz akşamlarında, ben uykudan kalktığımda O'nun odasından o melodi geldiği için, onunla özdeşleşti kafamda. Bir de hayran olduğum, hayallerine ulaşmadaki azmi, çalışkanlığı ve disiplini. Başarıları da kendi gibi çoklu alanlarda; elalem Akdeniz Akşamları'na akor basarken, O tutar Paco De Lucia'dan klasik bir eseri tıngırdatır gitarında. Tabloları benim evim de dahil bir çok evin duvarlarını süsler. Ben Boğaziçi'nin Güney Kampüs manzarasını izler ve yutkunurken, O mühendis olmakla meşguldü. Başarıları olduğu kadar şanssız anları ve sıkıntıları da oldu elbet, ama O hepsinden birşey öğrenerek ve eskisinden de güçlü ve tutarlı bir insan olarak çıktı. Bu yüzden de hayrannım O'na, çünkü ben tam bir nevrotik olarak sızlanıp kendime acırken O'na imrendim ve sonra O'nu kendime örnek aldım, doğrusu. Bugün ikimiz de aileden çok uzakta, iki ayrı kıtada yaşıyoruz ve yılda ancak birkaç gün görüşüyoruz; ama her bir araya gelişimizde, ben kuzenime değil ablama kavuşuyorum. Hala aynı kahkahalarımız, sırlarımız ve bunları paylaşma şeklimiz. Geçen birkaç gün tam olarak bunlarla dolu geçti dede-ocağında. Bir yılın keyfini verdi bu buluşma, her zamanki gibi. O'nu çok seviyor ve özlüyorum, ama sonra "Girl"ü dinliyorum ve elimde olmadan gülümsüyorum her defasında. - o - o - Küçük kuzenim de diğer kardeşim. Büyük ananemin tek çocuğu olmuş; kız, ananem. Onun üç çocuğu olmuş; tekrar kızlar. Onların ilk ikisinin yine kızları olmuş. Kızlara çok değer verilir ve el bebek gül bebek yetiştirilir tabii. Ama küçük teyzeme "Oğlan" gelince, ananem ve kızları ve komşuları (ve en son ne olduğunu anlayamadığımdan, dehşetle karışık bir korku içinde: ben) bir ağladık, bir ağladık, susturabilene aşk olsun. O günden beri bizim küçük kuzen, babası tarafından konulan güzel ve anlamlı ismine rağmen, aile ve ananemin 30 senelik kardeş bildiği komşuları arasında "Oğlan" olarak anılır oldu. Oğlan'ı ilk eve getirdiklerinde ben de oradaydım ve ailedeki 6 senelik köklü konumumu bu ufak tefek şeyin nasıl değiştirebileceğine kafa yormaktan kıskançlığın doruklarında gezinmekteydim. Ama Oğlan hastaneden sadece kokulu bezleri ve küçük parmağımı tuttu mu bırakmadığı tombik elleriyle değil, bir de LEGOlarla gelmişti ve bu jestine karşı boş kalmak pek mümkün değildi. İşte böylece benim hem kardeşsiz, hem de iki kardeşli çifte-yaşamım başlamış oldu. Ne de iyi oldu. Büyük kuzenle aramızda 8, küçükle 6 yaş var; yani tam ortada, arada "kocaman kızsın, ayıp öyle yapılmaz kardeşe"lerle, arada da "sen küçüksün daha, o kadar derine yüzemezsin"lerle büyüdüğüm için, böyle dengesiz bir tip oldum ve bu sayede de başınnıza blog yazarı kesildim. Ve itiraf etmeliyim ki, küçük kardeş olmayı hep tercih ettim. Fakat geçen yıllarda Oğlan da büyüyüp "Teenage Mutant Ninja Turtles"tan başka alanlara da ilgi duymaya ve hatta bende doğuştan güdük kalan kıvrak sosyal zekası ve tatlı diliyle, birkaç olayda beni ananemin terliğinin azabından kurtarınca, benim gözümde ailenin en has elemanlarından biri oldu çıktı. Onunla ilgili en muamma olay; şüphesiz biz sülalecek bizim oğlanı elinde bir kez kitap - defter veya kalemle görmemiş olduğumuz halde, gerek akademik, gerek iş hayatında aldığı başarılara şaşırıp "helal olsun!" dememiz ve bu zekasının sırrını çözemememiz. Ama hepimizin hayran olduğu, sözel-sosyal konulardaki yeteneği. Bu nedenle sosyal ilişkiler ve sözel ifade konusunda özürlü olan bendeniz, Oğlan'a sık sık başvuruyor ve sosyal hayatım sarpa sardığında öğüt alıyorum. O da bana yazılı konularda (-de, -da ayrı mı yazılır gibi) ve alakasız bilgiler ansiklopedisinden bir maddeye bakması gerektiğinde (sivrisinekler hangi kanı sever, Osmanlı hakikaten kazığa oturtma cezasını uygular mıydı gibi) danışıyor. Bu şekilde ailenin sosyal ve entellektüel dengesini korumaya çalışıyoruz işte. Oğlan'ın en sevdiğim yanı sakinliği ve telaşsızlığı. Bir de beni her zaman şaşırtıp çok da güldürmesi. O'nu ve aileye kattığı rengi çok seviyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder