23 Temmuz 2011 Cumartesi

Şehir ve bisiklet

Türkiye'deki çoğu çocuk gibi benim için de bisiklet; okul tatil olunca garajdan çıkan, okul başlayınca garaja geri giren, ara sıra beni üstünden atıp dizlerimi beleyen, ergenlikle birlikte unutulup giden bir "oyuncak"tı. Üniversite yıllarının getirdiği özgürlük ve farklı bir yaşam tarzı oturtma isteğiyle, bir dönem geri dönen bir sele sevdası yaşadıysam da; İstanbul'un trafiği, magandaları, güvenlik, rampaların dikliği ve yüksek lisansla birlikte hayatıma giren 5 vitesin rahatlığı ile bu sevda da yitip gitti, tamamen unutuldu.

Fakat hakikaten dendiği gibi, bisiklet kullanmak bir kez öğrenildiğinde bir daha unutulmayan bir beceriymiş. Ben birkaç senedir bu sevdaya tekrar kapıldım. Önce uzak doğu seyahatim sırasında çekik gözlü dostların bol kikirdemeli desteği, sonra Hollanda ve Almanya gibi dümdüz memleketlerin çift şeritli bisiklet yolları, en son olarak da Türk ehliyetimin Almanya'da geçersiz sayılması (Avrupa'da ehliyetinizi sadece ilk 6 ay kullanabiliyorsunuz, sonrasında yaşadığınız ülkede sınava girerek yeni bir ehliyet almanız gerekiyor) bana gidip maviş bir bisiklet aldırttı. O gün bu gündür kıçım selenin şeklini aldı; sadece markete, okula falan değil uzak mesafelere bile bisikletle gidiyorum, haftasonları hava güzel oldukça şehri ve yakınlardaki gölleri, ayçiçek tarlalarını falan keşfediyorum. En güzeli de bira bahçelerine ya da bara gittiğinizde istediğiniz kadar içebilmek.... Derken; bu son durumun son derece yanlış olduğunu öğrendim bu haftasonu.

Tam bir "Alemanya" hikayesi bu anlatacağım: Bir arkadaşımız aynen bizim gibi sosyal sorumluluk bilinciyle arabasız ve bisikletli olarak bara gidiyor, 4 bira içiyor.. Gece bisikletine binerek eve dönecek, ara yollardan, mesut mutlu. Tabii yolun ortasında trafik polisleri bunu çeviriyor, alkol muayenesi yapıyor ve trafiğe çıkamayacak derecede alkollü olduğunu (0.5 promil yani ortalama bir insan için 1.5 bira eder) görüyorlar. Orada bisikletine ve ehliyetine el konuluyor. Evet, ciddiyim. Sürücü ehliyetini alıyorlar ve mahkemeye sevk ediyorlar. Hakim 500 euro cezanın yanında, baştan kursa gidip ehliyetini geri alıncaya dek bisiklet ve tekerlekli sandalye(!) de dahil olmak üzere hiçbir tekerlekli aracı kullanamayacağına karar veriyor. Ehliyeti geri almak da öyle kolay değil; seni sürüm sürüm süründürüyor, içtiğin o biraları burnundan getirtiyorlar. Arkadaşımızın ehliyetini geri alması 1.5 sene sürmüş.

Şimdi bizim ülkede olsa; adam içkiliyken araba kullanmadı, bisikleti tercih etti diye gazetelere manşet olur, hatta madalya falan verilir heralde! Oysa burda alkollü birinin herhangi bir vesileyle trafiğe çıkması büyük suç sayılıyor. Sadece kendi için değil, karşısındakinin güvenliği için de bir tehdit oluşturduğu için. Hatta burda kendine verdiğin zarardan çok çevrendekine verdiğin / verebileceğin zarardan bahsediliyor. İnsan hayatı böyle bir değere sahip. İçtiysen parana kıyıp bir taksiye bineceksin ya da eve yakınsan yürüyeceksin, bu kadar. İlginç değil mi?

14 Temmuz 2011 Perşembe

7 Temmuz

Son 5 senedir olduğu gibi bu 7 Temmuz'da da, Semo'nun sardunyalarla kaplı mezarındaydım.. Her sene, söz verdiğim gibi.. İçim hala yanıyor, hala sicim sicim ağlıyorum hatırlayınca. Zaman unutturur derler, unutulmuyor. Bazen parkede tıkır tıkır patilerinin sesini, bazen de uykuya dalmadan önce su kabından lıkır lıkır su içişini duyuyorum hala. O gideliberi kalbime de, evime de başka hemcinsi girmedi. O başka birşeydi ya, yaşamımın en güzel döneminde yanımdaydı. Çocukluğum ve ergenliğimde, sahip olmadığım kardeş oldu bana.

Birkere, bana sevmeyi öğretti. Böyle dolu dolu sevmeyi. Karşılığında da sevgi almayı. Hani sevgi karşılıksız denir ya, yalan. O bana benim ona verdiğimden fazlasını verdi. Bir bütün olarak, parçalara indirgemeden sevmeyi, kabullenmeyi; yani birini sadece o olduğu için sevmeyi öğretti. Ha bir de sabahın köründe kalkmayı, doğayı görmeyi, dinlemeyi, koklamayı.. Heyecan ve sevgi duymayı, merak etmeyi, araştırmayı.. Böyle biraz sallapati olmayı, sevinince aşırı bir takım gösterilerde bulunmayı, koca kadın olup da içimin çocuk kalmasını..

Şimdi size garip mi geldi bir köpeğin bana bütün bunları hissettirmesi ve benim de bunu yazmam? Köpek başka birşey, köpeği olmayan bilemez derler; doğrudur. Köpek, kedi, kuş, bahçedeki böcek belki, aynı aslında.. Konuşmuyorlar ama herşeyi anlıyorlar. Ve sessiz dillerini bir kez anladığınızda, bilgeliklerine hayran kalıyorsunuz. Öyle kusursuz yaratıklar ki hepsi; fiziki mükemmellikleri, psikolojik uyum yetenekleri, sosyal becerileri.. Kabul edelim; bizden çok daha mükemmeller.

Hayvan sevmeyen, insanı hiç sevemez derler; doğrudur. Bir de ben, hayvanların %99'unu deli gibi sever, insanların %99'una tercih ederim. Onların sakladıkları birşeyler yoktur, açık ve oldukları gibidirler. Sizi sever ve bağlanırlar; onları anlarsanız hayatı anlarsınız.

Semo'mun zamansız ve talihsiz ölümü içimizi çok acıttı ve hala bu konuda konuşmak ve yazmak zor geliyor bana. Hani insan elini falan nereye koyacağını bilemez bazı anlarda ya, işte ben de ölüm karşısında kendimi tümden nereye koyacağımı bilemiyorum.. Ama O'na mezarının başında bir söz verdim; "yanına geldiğim gün anlatacak şeylerim olacak" dedim ve henüz O'nun yanına gitmeden de bu sözümü tutuyorum. Her 7 Temmuz'da O'nunla oturuyorum, üstündeki çiçeklerini kokluyorum, öpüyorum ve geçen yılı anlatıyorum. Bu sayede kendim de hatırlıyorum, en güzel anları, en komik olayları, beni şaşırtanları, heyecanlarımı, bazen hayallerimi. Evet, üzülüp kızdığım gereksiz şeyleri de hatırlıyorum nadiren ama es geçiyorum onları, bir süre geçip de dönüp bakınca anlatmaya gerek görmüyor zaten insan. Yani her 7 Temmuz akşamı, denize bakarak oturup güneşin batışını izlerken, yaşamımı düşünüyorum ve anlatılmaya layık birşeyler olduğu için şükrediyorum.

Biliyorum O'da hissediyor bunu.

1 Temmuz 2011 Cuma

İtirafname

Ben galiba birini (daha) öldürdüm.

Alt komşuyu..

Dün gece yine afakanlar bastı, rüyalarımda hep ölüm temaları. Ben zaten ne zaman biri ölecek olsa hissederim bir şekilde, genellikle rüyamda dişlerim dökülür. Rüyada diş görmek iyi değildir, ölüm getirir derler. Evet öyledir.

Alt komşu bizi taşındığımız ilk günden sevmedi; önce çamaşır makinasının gürültüsünden, sonra evde yürürken parkeden aşağıya çok gürültü gittiğinden, sonra sardunyalarımın birkaç yaprağının alt balkona dökülmesinden.. Yani devamlı saçma sapan birşeylerden şikayet etti. Selamı sabahı da kesti. Ben bir anlam veremedim, hamile olduğuna, hormonlara falan bağladım. Zaten sinirimi dışa döken biri değilimdir, amaaan boşver ne hali varsa görsün dedim. İçin için de şu evden gitse ne iyi olur, onun dışında gıcık komşu yok falan da dedim birkaç kez. Hatta yakınlarıma anlattım, kadından topluca nefret ettik, kınadık falan. Pis kadın, kötü kadın falan dedik..

Demin haberi geldi, kocası iş kazası geçirmiş (belki de kalp krizi bilinmiyor, psikolojik açıdan A tipi karaktermiş; sinirli ve hırslı). Orada, o anda vefat etmiş. Hayat bir mumun ışığı kadar kırılgan, bir yerden ufacık bir yel geliyor, sönüveriyor.

Şimdi dün geceki rüyamı hatırlıyorum, tüylerim ürperiyor. Acaba diyorum.. Biliyorum saçma bu tip düşünceler, yersiz. Yani ben neyim de, gücüm o kadar.. Ama bu ilkkez olmuyor bana, bir çok kez tekrarlandı. Biri bana haksız yere kötü davranıyorsa, rahatımı kaçırıyorsa, benimle uğraşmaya kalkıyorsa, bile bile kötülüğümü istiyormuş gibi davranıyorsa o kişinin başına böyle çeşitli kötü şeyler geliyor yahu.. Ama sadece haksızlığa uğradığımda, hak etmediğim bir davranışa maruz kaldığımda ve "Allah'ından bul" dediğimde.. Daha önce de çok oldu, ayağı kırılan, kaza geçiren, elini kesen, maddi manevi zararlar.. Ya ben istemiyorum böyle şeyleri. Evet haksızlıklara uğrayınca benim yerime "hesap düren" bişeyler var sanki. Kötü bişey, ben istemiyorum onu!

Offff, ben cadı mıyım? Benim yüzümden mi oluyor bunlar gerçekten? Yoksa ilahi adalet, karma, eden bulur, kalbin temizse haksızlıklar yerde kalmaz falan türü bir durum mu söz konusu? Ama tanrının da durduk yere 7 aylık hamile bu kadının kocasını alacak kadar kötü yürekli olduğunu sanmıyorum.. Ya da ben kadına sinir oldum diye kocasının ölmesi biraz ağır değil mi.. Offff. Değildir, değil mi? Ben öldürmemişimdir, değil mi?

Bu rüyada görme haline dönersek, belki altıncı his de olabilir tabii. Bazı insanların negatif enerjisini hissedip onlarla geçinemiyor da olabilirim. Off bilmiyorum. Ben batıl inançlı biriyim sanırım, nazara falan da inanıyorum, bu tip şeyler de inandıkça güçlenir aksi gibi.. Dursun bu!

Ya, siz korkmayın benden. Durduk yere hır çıkaran, lanet eden, kötülük isteyen, aksi biri hiç değilim. Kimseye hak geçmesin falan diye uğraşırım, başkası hakkında güzel düşünürsen senin de başına güzel şeyler gelir düsturunu kullanırım, iki cümlemden biri maşallah inşallah falandır.. Şey aslında.. Karıncaları bile öldüremem de asosyal tipler gibi hep başım öne eğik, bastığım yere baka baka yürürüm ben (geçen bi sümüklüböceği ezmemek için bisikletle direğe girdim, şişi hala inmedi dizimin). Kötü kadın, pis kadın diilim diye yazıyorum.. Ama cadı olabilirim, onu bilmiyorum işte.. Yoruma açık bu.

Sadece iki kişiye lanet ettim yaşamımda; biri en sevdiğimi benden koparıp sardunyalarla örtülü toprağa koyan o en kötü günün sorumlusuna. Öyle hızlı geldi ki cezası, Allah çok büyük! İkincisi de sevgimi hor kullanan, kalbimi kıran gereksiz eski bir sevgiliydi. Kurtulduğuma şükrediyorum şimdi, giderken Allahından bul demiştim, duydum ki bulmuş.. Hakkına girdiğin, döner dolanır seni vurur işte.. Bu iki insan müsveddesi dışında kimseyle alıp veremediğim yok çok şükür. Herkesle ve kendimle barışık olduğumu düşünüyorum. Karşılaştığım insanlar bana hep "enerjin çok pozitif" falan da derler, umarım doğrudur.

Fakat bu hadise canımı çok sıktı.. Düşünüp duruyorum o ufacık çocuğu, daha doğmamış bebeği, gudubet biri de olsa hak etmiyordu bunu o kadın. Hayat çok kırılgan a dostlar, lütfen birbirimize hak geçirmeden, insan gibi davranalım..

not: foto Kudüs'te çekildi.. ölen komşunun ruhu huzur bulsun.. amin.