4 Haziran 2011 Cumartesi

GiT..!

Eskiden GiT diye bir dergi vardı, benim yaşımdakiler hatırlarlar. Yanılmıyorsam 1996-2002 arası birkaç sene (Leman-coğrafik) Git Dergisi adıyla yayınlandı. Bildiğimiz seyahat dergilerinden farklıydı, bağımsız gezginlere yönelik, sosyal ve ekolojik duyarlığı olan bir dergiydi. Çok sever ve takip ederdim. Son yıllarında daha çok dağcılık ve tırmanmaya döndü ve sonra da sessiz sedasız yayın hayatına son verdi. Çok yazık oldu.

Git sayesinde tanışmıştım interrail ile, benim ilk bağımsız seyahatimdi. Öyle hoşuma gitmişti ki bu "özgürce gezebilme" fikri, sonraki yıllarda hızımı alamadım. Yıllardır bağımsız geziyorum; yani seyahat şirketlerine, hazır turlara para kaptırmadan, çok daha yerel, paylaşımcı, kafama göre.. Kendim gibi çok insanla tanıştım gezilerimde, ama gördüğüm bağımsız gezen Türk sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Neden böyledir, bilmiyorum.

Gezmeyi sevmeyen bir toplum değiliz aslında, çünkü her ülkede eli kolu alışveriş poşetiyle dolu ya da çılgın gibi bir müzeden diğerine koşturan bir çok Türk görüyorum. Ama biri çıkıp da "ben gidiyorum, bisikletimle Anadolu'yu dolaşacağım" ya da "bir sene ara veriyorum, Güney Amerika'yı karış karış gezeceğim" dediğinde, ona ilk "ne işin var, deli misin" diyorlar.. 10mt2'lik kübikte çalışmak, sabahtan akşama kadar birinin kaprisi ile uzayıp duran anlamsız bir işi yapmak, İstanbul trafiğinde 3 saat yol tepmek, sevmediğin ama evlenince değişir dediğin insanla evlenmek, diploma uğruna hiç kalbinde olmayan bir bölümde okumak, tüm hayallerini ertelemek ve oturduğun sokak dışında biryer görmemek delilik değil de; gitmek mi delilik, bunu anlayamıyorum.

"Çok paran var da ondan geziyorsun" da diyorlar. Oysa yaptığım hiçbir gezi, evde otururken harcayacağım paradan fazla olmadı benim! Yani 2 ay Afrika'da harcadığım para, İstanbul'da yaşarken günlük harcamamla (barınma, yiyecek, arada bir kültür-sanat, ihtiyaçlar) aynıydı.. Üstelik kimseden para da almadım, biraz çalıştım, bolca biriktirdim.. Evet o marka çantam olmadı hiç, o topukluya gözümü düşürmedim, bazen dışarda buluşmaya evde yiyip gittiğim de oldu (itiraf edeyim, bir makarnaya 30TL vermek istemedim) ama yaşımdan çok ülke gördüm sonuçta (ve İtalya'nın küçücük bir köyünde konuk olduğum evde yediğim makarnanın tadı hala damağımda).

Bazen bir şekilde buluyor insanlar beni; kiminin ilk seyahati, kimi gezmiş görmüş, kimi gezmemiş ama hep istemiş. Hepsini cevaplamaya çalışıyorum, hepsine Git! diyorum. Bazısının yolu ve yazdıkları asla gitmeyeceğini söylüyor, bazısı ise zaten hazır, hafif bir yüreklendirme istiyor sadece. Elimden geldiğince fikir veriyorum, çok yanlış bir yoldaysa uyarıyorum, hazır değilse hazır olması için neler yapması gerektiğini anlatıyorum, ama hepsine Git! diyorum. Git ve yaşa..

Heyecanı bana bulaşanlar var, sonradan yakın arkadaş olduklarım, boynuz kulağı geçer misali benden çok gezenler. Bunlar hep yüzümü güldürüyor. Bazen bir dergiden ya da gezmeyi bir meslek olarak yapan kişilerden mesaj geliyor. Bunlarla konuşmak çok keyifli, sanki uzun yıllardır kayıp olan bir dostu bulmak gibi. Bazen bir fotoğraf, bir cümle, "bunu ben de düşündüm, ben de gördüm, ben de yaşadım, ben de yazdım" dedirtiyor. Kim nereye gitse, (garip ama hiç kıskanmadım bugüne dek) kendim gitmişim gibi heyecanla takip ettim. Bu insanlar hep yazsın bana, sayfalarca yazsın istiyorum, yazdıkları blogları ya da kitapları da sanki bana özel mektuplarmış gibi algılıyorum.. Hayatımın hiçbir alanında göstermediğim geniş yürekliliği gösteriyorum ve ben de bir anlam veremiyorum (huysuz ve asosyal bir nevrotiğim bunun dışında kalan konularda, gerçekten).

Bu hafta yine böyle bir "gezgin"e denk geldim. Yazmış; blogtan bahsetmiş, bisikletiyle Türkiye'yi dolaştığından bahsetmiş, Afrika'ya gidecekmiş, naif sorular sormuş (ATM var mı, yerlilerle nasıl kaynaşırım vs). İlk başta "kim ki bu?" dedim; bu yaz babamla konuşmuştuk, bir hastası vardı Türkiye'yi bisikletiyle gezen, "acaba O mu yahu?" dedim. Hani dünya küçük ve bisikletle gezen de pek yok bizim memlekette (ki aslında son günlerde okuyorum bu hiç de doğru değil, birçok insan bisikletine atlayıp dağ-bayır geziyor, Japonya'ya gidenler, Kafkasları gezenler var). Ama babamın hastası yaşlı bir amca(!)ymış. Botoks o derece ilerlemediyse, bu gezgin benim yaşlarımda..

İtiraf edeyim, ilk konuşmamızda gözümün önüne pek hoş sahneler gelmedi, "yerlilerin" dev kazanında dev patates ve dev havuçlarla oturan sarı-kafalı Meg Ryan vs. Sonra google cumhuriyetinden baktım fena da birşeyler yapmamış, 8 ay Türkiye'yi dolaşmış bisikletiyle, ne güzel insanlarla tanışmış. Fotoğrafları insana "baktırıyor", blogu "okutturuyor", gittiği yerlere ben de gittiğim için gözümde canlandırabiliyorum. Hele bazı cümleleri var ki, sanki ben yazmışım, bazı fotoğraflarındaki yüz ve beden duruşu benimkilerle aynı. Ah, benim çoktandır kayıp insanlarımdan birini daha buldum işte!

O naif soruları da aslında soru değil, zaten cevaplarını biliyor; sadece bir gezgine yazmak istemiş, bunu anladım. Gecenin bir vakti, lojistik, rota falan düşünürken birinin ona "Git!" demesini istemiş. Çok garip birşey, uzun süre seyahat eden insanların yazdıkları cümleler öyle samimi oluyor ki, satır aralarında içlerini görebiliyorsunuz. İnsanlara inanmak istediği için seyahat eden biri daha işte.. Aslında hepimiz gibi.. Seyahat ederken tanıdığım bir kız vardı; sosyal bilimler öğrencisiymiş. Tezini gezginler üzerine yapıyordu, "neden kaçıyorsun?" diye soruyordu sana. Ona demiştim ki; "sevmediğimiz, istemediğimiz, kabul edemediğimiz birşeylerden kaçmak için değil aslında; o ütopik dünyaya - güzel atlarına binip, çekip giden güzel insanlara - ulaşmak için gidiyoruz biz". İnanıyorum buna.

Şimdi ona ne cevap yazacağım bilmiyorum, onun için araştırmaya ve okumaya başladım boş zamanımda. Seçtiği rota zorluklarla dolu, çok iyi planlanması ve yerel bağlantılar kurması gerekiyor. Fiziksel ve psikolojik olarak hazırlanması, gittiği yerde onu bekleyeni, geriye asla aynı insan olarak dönemeyeceğini bilmesi gerekiyor. Bazen gün içinde düşünüyorum, gerçekten hazır mı diye. Sonra kendime gülüyorum, sanki ben hazır mıydım? Asla.. Ama hep gittim. İyi ki de gittim. O da gidecek, biliyorum.

Babamla konuştuk demiştim; bana ilk sorusu "Ceren, peşine takılmıyorsun değil mi?" oldu :) Hayır, ah keşke.. Ama burdan takipteyim, gitmiş kadar olacağım. Rahatlayan babamın ikinci yorumu da "Allah anne babasına sabır versin" oldu. Sanırım gezginin düşünmediği nokta hep bu oluyor; biz gezerken geride kalanları da zorlu bir dönem bekliyor. Endişe, beklemek.. Ama en önemlisi: dönen aynı kişi olacak mı? Gezginlerin aileleri ve sevdikleri için bir rehabilitasyon grubu kurulmalı sanırım :)

İşte böyle, güzel bir insanla karşılaştım ve ona şans diliyorum. Yolu açık olsun, Allah güzel, iyi insanlarla karşılaştırsın ve kötülerden korusun. Gördükleri insanlara olan inancını pekiştirsin, yaşadıkları güzel izler bıraksın. Zorluklarda ve umutsuz anlarda sukunetini korusun; ağladığında hüngür hüngür, güldüğünde kahkahalarla gülsün. Bana da uzun uzun yazsın..

4 yorum:

  1. Üstat Ceren; yazın fevkalade etkileyici. Tam bir seyyahın kaleminden çıkmış yazılar.

    YanıtlaSil
  2. Git'in ilk sayısıyla başlayan Gşt'me cesaretlerimin bana yaşattıklarını yad ettiğim bu gecede karşılaştığım bu sıcak kaleminiz tam da yerini buldu.
    Botlarınız parçalansın Git'melerden :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Parçalandı parçalanıyor :D Teşekkürler.. ne güzel dergiydi valla..

      Sil
  3. Otostop günlüklerimi yazdığım dergiydi :) Ne güzelmiş seneler sonra böyle bir derginin kokusunu paylaşan başkalarına denk gelmek...

    YanıtlaSil